1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Kıbrıs’ta Çözümü Beklerken Kültürel Mirasa Sahip Çıkmak: Kaleburnu Kral Tepesi Kurtarma Kazısı
Kıbrıs’ta Çözümü Beklerken Kültürel Mirasa Sahip Çıkmak: Kaleburnu Kral Tepesi Kurtarma Kazısı

Kıbrıs’ta Çözümü Beklerken Kültürel Mirasa Sahip Çıkmak: Kaleburnu Kral Tepesi Kurtarma Kazısı

Yapılar içerisinde bulunan eserlerin niteliği ve Kral Tepesi yerleşim yerinin özellikleri düşünüldüğü zaman yerleşim yerinin kullanıldığı dönemde tamamıyla ayrı bir rol üstlendiği anlaşılmaktadır.

A+A-

 

Bülent Kızılduman
[email protected]

 

Jeopolitik konumu ve kaynakları nedeniyle Kıbrıs, çağlar boyunca yoğun sorunların yaşandığı ve aynı zamanda üzerinde güç mücadelesinin yapıldığı bir ada olma niteliğini günümüzde de devam ettirmektedir. Bu mücadele Kıbrıs sorunuyla birlikte arkeoloji bilim dalında da kendini hissettirmiş, günümüzde Kuzey Kıbrıs’ta arkeoloji alanında bilimsel çalışma yapmak arzusunda olan bilim insanları kendi istençleri dışında bu mücadelenin içerisinde kendilerini bulmuşlardır. Oldukça az sayıda olan bu bilim insanlarının ana hedefi Dünya Kültür Mirası bağlamında geçmişi araştırarak korumak ve aydınlatmaktır.

Arkeolojik kaynaklar bağlamında Kıbrıs tarihi hakkındaki en erken yazılı bilgilere MÖ XVIII yy.’dan itibaren rastlayabiliyorsak da Herodotos ve Strabon gibi antik dönem yazarlarının eserlerinde aydınlatıcı bazı bilgilere daha tatmin edici ve ilgi çekici biçimde ulaşmak mümkündür. Bu kaynakların yanı sıra ada tarihi ve arkeolojisi hakkındaki ilk bilgilerimiz Ortaçağ’dan itibaren Kıbrıs’a gelmiş olan seyyahlar, araştırmacılar ve yabancı devletlerin elçilik görevlilerinin yapmış olduğu çalışmalardan edinilmiştir. Önceleri geçmişin gizemini sorgulayan ve antik eserlere merak duyan seyyahlar, elçilik görevlileri aracılığıyla temeli atılmış Kıbrıs arkeolojisi, daha sonraları dünyadaki gelişmelere paralel olarak şekillenen düşünce yapısıyla ayrı bir bilim dalına dönüşmüştür.

Bu kapsamda, adadaki ilk gerçek arkeolojik çalışmalar, Avrupalı araştırmacılar tarafından  İngiliz koloni yönetimi yıllarında başlatılmıştır. Avrupa’daki aydınlanma ve Rönesans hareketlerinin etkisiyle Batılı aydınların kendilerine paradigma aldıkları Yunan ve Roma dünyasının yarattığı değerlerin öne çıktığı uygarlığın yayılım alanında Kıbrıs’ın yer alması, onların ada arkeolojisi için yaptıkları kurgulamada etkili olmuştur. Buna ek olarak gerek İngiliz koloniliği döneminde, gerekse Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ilk yıllarında olsun, adadaki Kıbrıslı Rumların seçkinleri arkeolojiyi, kendi varlık temellendirmelerini yaparken temel dayanak noktası aldıkları bilim dalı olarak da görmüşlerdir. Kıbrıslı Türklerin seçkinleri ise varlık temellendirmesini arkeoloji veya başka bir bilim dalını kullanarak değil, ya tarihsel bağlara dayanan mantık ya da duygusal hareketle belirlemeye çalışmıştır.

Kıbrıs’ın, Osmanlı İmparatorluğu tarafından Birleşik Krallığa kiralandığı 1878 yılına kadar uzanan süreçte adadaki tarihi eser koleksiyonculuğu ile arkeolojik kazı çalışmaları için temel olarak Osmanlı İmparatorluğu’nun mevcut yasaları ve ilgili hukuki mevzuatı geçerli olmuştur. 1869 yılında çıkartılan ve 1874 yılında uygulamaya konulan Asar–ı Attika Nizamnamesi, Kıbrıs’ın İngiltere’ye kiralanmasının ardından da, 1905 yılına kadar yürürlükte kalmıştır. 1905 yılında ise Asar-ı Attika Nizamnamesi yürürlükten kaldırılarak yerine ilk Eski Eserler Yasası çıkartılmıştır. Bu yasayla birlikte Kıbrıs Müzesi himayesinde bir komisyon kurulmuş ve eski eserlerle ilgili tüm yetki ve sorumluluklar bu komisyona devredilmiştir. Fakat başkanlığını adadaki İngiliz Yüksek Komiserinin yapmış olduğu bu komisyon kaçak ya da bilimsel uygunluğu olmayan kazıları engellemeye yetmemiştir. 1927 yılında, İngiliz koloni yönetimi tarafından ilgili yasada değişikliğe gidilmiştir. Bu bağlamda Swedish Cyprus Expedition gibi yabancı araştırma misyonlarının faaliyetlerine bir düzenleme getirilmiş, aynı zamanda da kazı çalışmalarında açığa çıkarılacak eserlerin yarısının yabancı araştırma misyonları tarafından alınabilmesine olanak sağlayan bir düzenleme de yapılmıştır. Bu yasa sonucunda binlerce arkeolojik buluntu, eser Kıbrıs dışına çıkartılmıştır. 1935 yılında, söz konusu komisyon feshedilerek yeni bir yasa oluşturulmuş ve bu yasaya bağlı olarak Eski Eserler Dairesi kurulmuştur. Böylece arkeoloji alanındaki çalışmaların yeni çıkarılan yasa kapsamında Eski Eserler Dairesi bünyesinde yürütülmesi sağlanmıştır. Bu yeni yapılanma, 1960 yılında ilan edilen Kıbrıs Cumhuriyeti döneminde de benimsenerek aynen sürdürülmüştür.

Kıbrıs Cumhuriyeti’nde 1964 yılında Eski Eserler Yasası’nda yapılan bir değişiklikle olumlu bir adım atılarak yabancı araştırma misyonlarının yaptığı kazı çalışmalarında gün ışığına çıkartılan arkeolojik buluntuların ilgili araştırma misyonları ile Eski Eserler Dairesi arasındaki paylaşımına son verilmiştir.1974 yılından sonra gelinen süreçte ise artık günümüzde Kıbrıs arkeolojisini ve kültür mirasını korumaya yönelik adanın güneyinde Kıbrıs Cumhuriyeti ve kuzeyinde KKTC yönetimlerinin uyguladığı iki farklı eski eserler yasası bulunmaktadır.

Günümüzde Kuzey Kıbrıs’ta arkeolojik bilimsel projeler, KKTC Eski Eserler ve Müzeler Dairesinin bağlı olduğu ilgili bakanlıktan alınan gerekli yasal izinler kapsamında yürütülmektedir. Ancak uluslararası arenada, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından alınan kararlar ve KKTC’nin Türkiye Cumhuriyeti dışındaki diğer ülkeler tarafından tanınmaması sebebiyle KKTC’de yapılan çalışmalar uluslararası alanda sürekli olarak tartışmalara neden olmaktadır. KKTC yasalarının vermiş olduğu yasallık ve meşruluğun yanı sıra 26 Mart 1999 tarihinde UNESCO Konvansiyonunca da hazırlanıp Kıbrıs Cumhuriyeti’nin de dahil olduğu 72 ülke tarafından kabul edilip imzalanan ve uygulanan “Second Protocol to the Hague Convention of 1954 for the Protection of Cultural Property in the Event of Armed Conflict” (UNESCO, 1999) protokolü ile bilimsel içerikli kurtarma kazıları, uluslararası alanda da yasal ve meşru bir statüde yer almaktadır.

Bu yasalardan ve haklardan yararlanan önemli projelerden biri de Kaleburnu Kral Tepesi projesidir.  Proje 2005 yılında Almanya Thyssen Vakfı tarafından desteklenmiş olup  uluslararası bir ekip kapsamında çalışmalarını yürütmeye başlamıştır. Ancak Kıbrıs Cumhuriyeti resmî makamlarının, adanın genelinin tüm araştırma haklarına sahip olduğu iddiası ile yapmış olduğu girişimler aracılığıyla Thyssen Vakfı tarafından sağlanan proje finansmanı dondurulmuş, bu kapsamda  sağlanan yerel kaynaklar ile birlikte proje sürdürülmüştür. 2017 yılı çalışmaları ise TC Lefkoşa Büyükelçiliği Kalkınma ve Ekonomik İşbirliği Koordinasyon Ofisi katkılarıyla sürdürülmektedir.

Kaleburnu Kral Tepesi’nin keşfi bir dizi tesadüfe dayanır. Karpaz yarımadasında yer alan Kaleburnu köyünde,  Haziran 2004’te bölge sakinlerinin Kral Tepesi/ Vasili dedikleri alanda Doğu Akdeniz Üniversitesi öğretim üyelerinden iki kişi yürüyüş  yaparken ilgilerini çeken bir taşı kaldırırlar ve taşın altında bir pithosun içerisinde çok sayıda tunçtan eser görürler Bu iki arkadaş tamamen tesadüf eseri, Kıbrıs arkeolojisi için 2000’li yılların başındaki en önemli keşiflerden birisini yapmışlardır.

Bölgede, Eski Eserler ve Müzeler Dairesi ile DAÜ akademisyenleri tarafından yapılan ilk müdahalenin  ardından arkeolojik yerleşim yerinin, arazinin jeolojik yapısı ve topografyanın da etkisiyle uğradığı erozyon, kaçak kazılar ve arazi üzerinde yapılan tarım nedeniyle  yoğun bir şekilde yok olmaya yüz tuttuğu görülmüştür. Bunlardan dolayı söz konusu alanda bir kurtarma kazısının zorunlu olduğuna karar verilmiştir. Bu gelişmenin ardından DAÜ Doğu Akdeniz Kültür Mirasını Araştırma Merkezi (DAKMAR) sorumluluğunda bölgede başlatılan uluslararası kurtarma kazılarıyla birlikte MÖ 1200 yılına ait bir yerleşim yeri açığa çıkartılmaya başlanmıştır.

Deniz seviyesinden yaklaşık 152 m. yükseklikteki bir tepe üzerine inşa edilen Kaleburnu Kral Tepesi yerleşim yeri, tepenin en üst bölümünde yer alan plato ile aşağıdan yukarıya doğru uzanan birçok terasın üzerine inşa edilmiştir.

Yerleşimin Güney Plato bölümünde bugüne kadar Kıbrıs’ta Geç Tunç Çağı mimari yapılarda  görülmeyen yuvarlak ve köşeli mimarinin bir arada kullanıldığı farklı bir yapı tarzı açığa çıkarılmıştır. Bu bölümünde yapı, ana kayanın düzeltilmesi ve daha erken döneme ait mimari unsurların kullanımıyla inşa edilmiştir.

Kral Tepesi’nde yer alan birden çok katlı binalar, gerek yönetim gerekse ritüel amaçlı olarak kullanılmış olmalıdır. Yapılar içerisinde bulunan eserlerin niteliği ve Kral Tepesi yerleşim yerinin özellikleri düşünüldüğü zaman yerleşim yerinin kullanıldığı dönemde tamamıyla ayrı bir rol üstlendiği anlaşılmaktadır. Yapı içerisinde açığa çıkartılmış olan kaliteli seramik grupları, tunç eserler, mühür ve Kıbrıs’a özgü bir yazı olan Linear yazılı kaynaklardan yola çıkarak güney plato bölümünde  bir toplumsal-siyasal örgütlenme yapısının olduğu anlaşılmaktadır.

Bilimsel çalışmalar sonucunda gün yüzüne çıkartılan arkeolojik eserlerden yola çıkarak Kıbrıslı özelliklerin yoğun olduğu Kral Tepesi yerleşim yerinin günümüzden 3200 yıl önce önemli bir konuma sahip olduğunu söylemek mümkündür. Merkezî bir yerleşim yeri olan Kral Tepesi deniz aşırı kültürlerle de yoğun bir ilişki içerisinde olmuştur. Özellikle Anadolu, Suriye-Filistin-İsrail ve Ege bölgesi kültürleri ile ilişkileri arkeolojik kalıntılarla da ispatlanmıştır.

Geç Tunç Çağı’nda Mısır, Hitit, Ugarit vesikalarında adı geçen Alashiya ülkesinin, Kıbrıs adası veya Kıbrıs’ta bir yerleşim yeri olabileceği genel olarak kabul edilmektedir. Bu dönemin  önemli alanlarından birisi olan Kral Tepesi  büyük bir olasılıkla Alashiya ülkesinin önemli birimlerinden birisidir. Ancak Alashiya ülkesindeki konumu ile ilgili sır perdesi henüz aralanamamıştır. Anadolu Büyük Hitit İmparatorluğu’nun son Hattuşaş kralı olan II. Şuppiluliuma şöyle demektedir “... ve benimle Alashiya gemileri denizin ortasında üç kez savaşa tutuştular…. onları yok ettim...”.  M Ö. 1200’lü  yıllarda  yapılan bu savaşta Hitit kralı denizde Alashiya gemilerini yenmiş olduğunu anlatmaktadır. Hitit deniz gücünün adaya ulaştığı ilk bölgelerden birisinde yer alan  ve limanları aracılığıyla deniz ticaretiyle uğraştığı tahmin edilen Kral Tepesi sakinlerinin gerçekleşmiş olan bu deniz savaşında bir rol üstlenip  üstlenmedikleri veya  bir rol üstlenmişlerse bu rolün ne olduğu da henüz anlaşılamamıştır.

Kıbrıslıların  anlaşmayı, çözümü ve barışı bekleyip bekleyemeyecekleri vb. mevzuların tartışıldığı bugünlerde unutulmamalıdır ki adadaki kültürel mirasın koruma ve yaşatmayı beklemeye dair bir lüksü bulunmamaktadır. İnsan faktörü ve ekolojik faktörler her geçen gün Kral Tepesi ve adamızın diğer  kültürel mirasının yok olma sürecini de hızlandırmaktadır. Bu noktada Kaleburnu Kral Tepesi Kurtarma Kazısı bilimin güvencesi altında başarıyla devam ettirilmektedir. Gelinen aşamada arzulanan, kazı projesinin devamının sağlanarak sonuçlandırılması ve gelecekteki benzer projelere örnek oluşturmasıdır. Arkeolojik kazı çalışmaları bağlamında Kral Tepesi Kurtarma Kazısı ve adada yapılacak tüm yeni çalışmalar arkeoloji ve kültürel miras bağlamında  Kıbrıslı Türklere ve onların yaşadığı bölge sınırları içerisinde kalan kültür mirasına uygulanan  uluslararası izolasyon ve ambargoların kaldırılması hususundaki çabalarının da olumlu sonuçlanmasına katkı sağlayacaktır.

 

Bu haber toplam 6343 defa okunmuştur
Gaile 429. Sayısı

Gaile 429. Sayısı