1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. Kıbrıs’ta geçmişle yüzleşme için her iki tarafta da benzer yasalar ve çalışmalar gerek... (2)
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

Kıbrıs’ta geçmişle yüzleşme için her iki tarafta da benzer yasalar ve çalışmalar gerek... (2)

A+A-

KIBRIS’IN NEDEN GEÇMİŞLE YÜZLEŞMEYE İLİŞKİN YASALARA VE ÇABALARA İHTİYACI VAR?

Kıbrıs’ta genel olarak Kıbrıslırum toplumunun büyük bir çoğunluğu, 1963-64’te yaşanmış olanları ya bilmiyor, ya bilmezden geliyor veya yanlış biliyor... Genel olarak “Kıbrıslıtürkler’in Kıbrıs Cumhuriyeti’ne karşı isyan ederek karma köylerden kendi kendilerine kaçtıkları veya gettolar oluşturarak buralarda isyan bayrağı çektikleri” şeklinde bir inanç içerisindedirler çünkü gerçeğin tüm ayrıntıları onlardan gizlenmiştir... Bu, Kıbrıslırum elitlerin eğitim-medya-kilise aracılığıyla yürüttüğü bilinçli çabaların bir sonucudur.

1963 ile 1974 yılları arasında Kıbrıslıtürk toplumun ne tür süreçlerden geçtiği, ne tür acılar yaşadığı konusunda Kıbrıslırum toplumu içerisinde sistematik biçimde toplumu aydınlatmaya çalışan gerçek Kıbrıslırum yurtseverler, barış güçleri, sivil toplum örgütleri vardır ve bu çabaları onlarca yıldır devam ediyor. Çok büyük saldırılar altında kalsalar dahi, bundan vazgeçmiyorlar... Elbette çoğunlukta değillerdir, o kadar güçleri yoktur ancak her halukarda, ellerinden gelen her çabayı gösteriyorlar...

Bunlar arasında İşçi Demokrasisi gibi, EDON gençlik örgütü gibi, POGO kadın örgütü gibi soldaki çeşitli sivil toplum örgütlerinin yanısıra, Andreas Paraskos gibi, Makarios Druşodis gibi gazeteciler, yazarlar, Elli Peonidu gibi şairler, Orestis Tringidis, Hristina Valanidu gibi barış atkivistleri bulunuyor...

Kıbrıs’ta genel olarak Kıbrıslıtürk toplumunun büyük bir çoğunluğu da 1963-64’te kendi yaşadıklarını çok iyi biliyor, bunları çok iyi dile getiriyor ancak 1974’te Kıbrıslırum toplumunun yaşadığı acıları ya tam olarak bilmiyor, ya bilmezden geliyor veya yanlış biliyor... Örneğin önceki gün sosyal medya sayfasında paylaştığım 1974’te göçmen çadırlarında bulunan Kıbrıslırumlar’ı gösteren bir fotoğraf, bir Kıbrıslıtürk’ün ilginç tepkisine neden olmuş, kendisi bize Kıbrıslırumlar’ın çadırda yaşadıklarını hiç duymadığını belirtmişti... Oysa 1974’te 200 bin civarında Kıbrıslırum kuzeyden güneye göçmen olarak gittiği zaman bunların ezici çoğunluğu çok uzun süre çadırlarda yaşamak zorunda kalmışlardı. Tıpkı 1963’lerde göçmen durumuna düşen Kıbrıslıtürkler’in herşeylerini kaybettikleri gibi, 1974’te de göçmen olan Kıbrıslırumlar herşeylerini yitirmişler, çadırlarda yaşamaya başlamışlardı... Bu çadır hayatı ortalama iki sene sürmüştü bazıları için, bazıları daha da uzunca bir süre çadır hayatı yaşamıştı...

2001 yılında “kayıplar” konusunu yazmaya başladığımda, hem Kıbrıslıtürkler, hem de Kıbrıslırumlar “şoke” olmuştu... Her iki toplum da birbirinin çekmiş olduğu acılardan habersizdi... Kıbrıslırumlar, adadaki tek “kayıplar”ın yalnızca kendi “kayıpları” olduğunu sanıyordu, Kıbrıslıtürkler de, bazı Kıbrıslıtürkler’in Kıbrıslırumlar’ı öldürdüğüne, onlara tecavüz ettiklerine, onları “kayıp” ettiklerine inanamıyordu... Kıbrıslırumlar, 1974’te Muratağa-Atlılar-Sandallar’da EOKA-B’ci faşistlerin kadınlar ve çocukları öldürdüklerine, onları toplu mezarlara gömdüklerine inanamıyor ve bu yazdıklarımız karşısında şoke oluyorlardı... Aynı şekilde Kıbrıslıtürkler de 1974’te Palekitre’de, Galatya’da, Tirfon’da ve başka yerlerde bazı Kıbrıslıtürkler’in Kıbrıslırum kadın ve çocukları veya savaş esirlerini öldürüp toplu mezarlara gömmeleri karşısında şoklarını yaşıyorlardı, tüm bunları bilmiyorlardı...

En az 20 senedir YENİDÜZEN’de bu sayfalarda, Kıbrıs’ın güneyinde ise önceleri ALITHIA, sonraları da POLITIS gazetelerinde, ayrıca hamamboculeri.org’ta kendi bloğumuzda toplumlarımızın geçmişle yüzleşmesi için her gün araştırıp, röportaj yapıp yazıyoruz, okurlarımızın bildiklerini paylaşıyoruz, bilmediklerimizi birlikte öğreniyoruz, duymadıklarımızı, okumadıklarımızı, öğrenmediklerimizi öğreniyoruz... Yalnızca kötülükleri değil, iyilikleri, birbirlerine yardım edenleri, birbirlerinin hayatını kurtaranları da yazıyoruz... Bizimle birlikte başka yazarlarımız da, örneğin Niyazi Kızılyürek de yazıyor, kitaplar yayımlıyor... Panikos Hrisantu gibi ünlü film yönetmenleri, iki toplumun geçmişle yüzleşebilmesi için Niyazi Kızılyürek’le birlikte “Duvarımız” belgeselini yaptı, Derviş Zaim’le birlikte çeşitli filmlerde birlikte çalıştılar... Şimdilerde Cemal Yıldırım “Süt Babam” belgeseliyle bu yüzleşmeye büyük bir katkıda bulunmakta... Ulus Irkad, Baf bölgesinin belleğini canlandırıyor, her iki toplumun neler yaşamış olduğunu bıkmadan usanmadan kaleme alıyor, kitaplar yayımlıyor, makaleler yazıyor... Neşe Yaşın gibi şairlerimiz şiirleriyle, makaleleriyle bu sürece ruhunu veriyor... Tarihsel Diyalog ve Araştırma Derneği AHDR, bu sürece bir dernek olarak hazırladığı üç dilde kitaplarla katkı koyuyor...

Tüm bu çabalar yeterli midir? Elbette yeterli değildir çünkü iki toplumu yöneten elitler, böylesi bir süreç yaşanmasına, geçmişle yüzleşmeye istekli değildir. Üstelik bu yüzleşme yalnızca iki ana toplumu değil, Kıbrıslıermeniler’i, Kıbrıslımaronitler’i, Kıbrıslılatinler’i de ilgilendiriyor, onları da kapsamalı bu süreç ve onların yaşanmışlıkları da toplumlarımızın bilincine çıkarılmalıdır.

“Birlikte Başarabiliriz” adlı İki Toplumlu Kayıp Yakınları ve Savaş Mağdurları sivil toplum örgütü de, bu yönde pek çok etkinliğe imza attı: Pek çok köyde ve kentte toplantılar düzenledi, düzenlenmiş olan gecelere katıldı ve savaşta kaybeden canlı tanıklar olarak yaşanmışlıklarını bizzat aktardı izleyicilere... Pek çok okulda da bu tür etkinliklerde yer alarak gençlerle diyaloğa girişti... Bu konuda Kıbrıs Diyalog Forumu da çeşitli çalışmalarıyla sürece katkıda bulunan sivil toplum örgütlerimizdendir...

Kıbrıs’ta Slovakya Büyükelçiliği 1989’dan bu yana ara bölgede iki toplumdan siyasi partileri her ay bir araya getiriyor ve bu çerçevede “Birlikte Başarabiliriz” örgütüyle bu siyasi partiler de bir araya gelerek bir dizi etkinlik yaptılar 2018 yılında. Atalassa’da bir toplu mezar ziyaretinin yanısıra, Oroklini’de “Kayıp Otobüs”te bulunan Kıbrılsıtürkler’in gömülü olduğu toplu mezarı “kayıp” yakınlarıyla birlikte ziyaret ettik ve siyasi partilerden yetkililer ve Slovak Büyükelçiliği yetkilileri de buraya çiçekler bıraktılar, öldürülen masum sivilleri andılar. Aynı şekilde Karpaz’da Galatya gölündeki toplu mezarları da ziyaret ettik ve burada da göle bu toplu mezarlara gömülen masum sivilleri anmak üzere çiçekler bıraktık... İki toplumdan siyasi partiler, iki toplum liderine ortak bir çağrı yaparak “kayıplar” için ortak bir anma günü ve ortak bir anıt tesis edilmesini önerdiler...

Bizde de Bosna-Hersek’tekine benzer geçmişte yaşananların inkar edilmesini önleyici yasalar gündeme getirilmelidir. Ancak bu yapılırken, sivil toplum örgütlerimizin geçmişi bu adanın toplumları olarak birlikte tartışabileceğimiz, her bir toplumun neler yaşadığını diğer toplumlara anlatabileceği paylaşım ortamları oluşturulmalıdır.

Ancak birbirimizin neler yaşamış olduğunu içimizde hissedebilirsek, birbirimizi anlayabilirsek, empati kurabilirsek bu ada üzerinde evlatlarımızın barış içinde yaşama şansı olabilir...

Şu anda yaşanmakta olan en korkunç örnek Maraş’tadır... Maraş’ta hiçbir empati kurulmaksızın, savaş nedeniyle terkedilmiş o evlerde 1974’e kadar insanların yaşamış olduğunu, bu evlerde ailelerin hatıraları bulunduğunu görmezden gelerek sözde “açılım” yapılmış olmasının, o evlerin sahibi Kıbrıslırum Maraşlıları ne kadar yaralamış olduğunu hiç dikkate almayarak bunun yapılmasının ne kadar korkunç olduğunu sözcüklerle anlatmak kolay değildir... Düşünün ki kendi evinizi kaybettiniz ve 40 küsur yıl sonra orada o boş evin önünden geçmenize izin var, evinizin içine girmenize izin yok – ya da pencereden evinizin nasıl soyulmuş olduğunu, mutfağınızdaki fayansların, teknelerin dahi çalınmış olduğunu görebiliyorsunuz. Bu kadar acımasız psikolojik bir işkence karşısında, siz olsanız ne hisseder, ne düşünürsünüz?

Üstelik bir takım insanların pikniğe ya da gezmeye, hoş bir eğlenceye gider gibi burayla alakalı insan duygularını hiç bilmeyip görmezden gelip yıkık dökük binalar önünde selfiler çekmeleri, bunları sosyal medyada gülerek, kahkaha atarak paylaşmaları, ne kadar yaralayıcı hareketlerdir...

Aynı şekilde Kıbrıs’ın güneyinde de Aysozomeno’da (Arpalık) CYTA’nın organizasyonuyla fotoğraf kulüplerinin geceleyin ışık oyunları ve manken eşliğinde insanlara “artistik” fotoğraf çektirmeleri, yıkıntılar arasında insanların gidip de “düğün fotoğrafı” çektirmeleri de bir o kadar yaralayıcıdır... Aysozomeno’daki bu yıkık dökük evlerden insanlar bir zamanlar can havliyle kaçtılardı 1964’te, tıpkı 1974’te Maraş’tan insanların can havliyle kaçmaları gibi...

Tüm bunları toplumlarımızın belleğine çıkarmak gerekiyor ki empati oluşturabilelim, her birimizin neler yaşadığını birbirimize anlatabilelim...

Birbirimizin acısına bakıp bu acıları anlamak... İşte bütün mesele budur bence... Bunu başaramadığımız sürece de, insaniyetten söz etmek mümkün olmayacaktır...

Geleceğe doğru bir adım atmak istiyorsak, bu adada barış ve huzur istiyorsak, öncelikle inkardan vazgeçmeli, birbirimizin acısını inkar etmek yerine, bu acılara birlikte bakmaya çalışmalıyız...

Sonra da bu acıların inkar edilemeyeceği yöntemler hakkında birlikte kafa yormalıyız – bu yasalarla, yüzleşme toplantılarıyla, anma toplantılarıyla mümkün olabilir – bunları nasıl yapacağımıza da birlikte karar vermeliyiz...

Herhangi bir “fona” başvurmaksızın tüm bunlar yapılabilir – yeter ki niyetimiz olsun ve geçmişimizle yüzleşmek için yöntemleri birlikte araştıralım...

222-004.jpg

 

 

Bu yazı toplam 1113 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar