Kıbrıs’ta geçmişte evlilikle ilgili gelenekler...
KIBRIS’TAN HATIRALAR...
Ünlü antropolog Peter Loizos, babasının köyü Argaca’da yürüttüğü araştırmada, bir zamanlar Kıbrıs’ta evlilikle ilgili gelenekleri ortaya çıkarmıştı...
Ünlü antropolog Peter Loizos, 1960’lı yılların sonlarında babasının köyü Argaca’da (Argaki) yürüttüğü röportajlar ve araştırmalarla, bir zamanlar Kıbrıs’ta evlilikle ilgili gelenekleri ortaya çıkarmıştı...
“Tales of Cyprus” (“Kıbrıs’tan Öyküler”) başlıklı sosyal medya sayfasını kuran değerli arkadaşımız, Avustralya’dan Konstantinos Emmanuelle de Peter Loizos’un yazdıklarını derledi... Biz de Konstantinos’un yazısını, okurlarımız için özetle Türkçeleştirdik. Konstantinos Emmanuelle, şöyle yazıyor:
*** Son paylaşımımda, tanınmış antropolog Peter Loizos’a olan büyük saygımı yansıtmaya çalışmıştım. Bugün ise 1960’lı yılların sonlarında onun Kıbrıs’ta yürüttüğü etnoğrafik araştırmanın sonuçlarının bir kısmını paylaşmaya çalışacağım. Loizos, babasının köyü olan Argaca’da (Argaki) yüzlerce röportaj yapmış ve Kıbrıslılar ve evlilikle ilgili şunları keşfetmişti:
*** 1920’li yıllardan başlayarak Kıbrıs’ta resmi bir nişan töreni gelenek haline gelmiştir, böylesi bir nişan törenine papaz başçılık etmekteydi... Böylesi bir nişan töreninde, ana-babalar bir tür “cehiz anlaşması” yapıyorlardı, papazın rehberliğiyle... Nişan olacak olan gençlerin aileleri de, çocuklarına tam olarak ne vereceklerini bu anlaşmaya yazıyorlardı, örneğin belli taralar ve bunların sınırları, yapacakları evin kaç kat olacağı gibi...
*** Hem nişan töreni, hem de böylesi bir anlaşma zorunlu değildi, isteğe bağlıydı... Ve ailelerin çoğu da bunları yapmıyordu – kimileri yedirme içirme masraflarından kaçınmak için, ötekiler ise kızlarının nişan için yasal yaş olan onaltı yaşından daha küçük olmasından ötürü bunlardan kaçınıyordu.
*** Papaz bu tür anlaşmaları teşvik ediyordu çünkü papaza göre, yazılı bir anlaşma, gelecekte ortaya çıkabilecek anlaşmazlıklarla ilgili riskleri azaltabilirdi. Bazı köylüler, “Dürüst insanların bunları yazıya dökmesi gerekmez, sahtekarın teki de yazılı olsa da, olmasa da, yine de sizi kandırmaya çalışacaktır” dediler.
*** Cehiz anlaşması imzalandıktan sonra, tören yapılıyordu. Papaz nişan olacak olan kız ve oğlana birbirlerini isteyip istemediklerini soruyordu ve yüzlerce kişi de bunu izlemekteydi. Ender olsa da kimi zaman kız veya oğlandan birinin “Hayır” demesi, nişan törenine katılanları şoke etmekteydi!
*** Ancak bu törensel etkinlikler meydana gelmeden önce, evliliğe ilişkin düzenlemelerin daha önemli yönleri zaten yer almıştı. Bu da uygun bir partner arayışı, bunun uygun olup olmadığı hakkında kollektif bir tartışma, arabulucular aracılığıyla aileye diplomatik yaklaşımlarda bulunma, mal pazarlığı yapma ve nihayetinde de iki ailenin başları arasında resmi bir anlaşma sağlanması.
*** Tüm bu aşamalar tamamlandıktan sonra ancak papaz çağrılıyor ve davetiyeler gönderiliyordu.
*** Her bir evlilik, köydeki statü organizasyonunu ufaktan değiştirmekteydi: çünkü köylüler, eşlerini kendi köyleri içinden bulmayı tercih etmekteydi.
*** Aralık ve Ocak ayları, genellikle köydeki nişan törenlerinin yer aldığı dönemdi – pek az istisna vardı buna ki o da Şubat ayında nişan töreni yapılmasıydı. Bunun nedeni, bu dönemin tarımsal faaliyetler bakımından durgun bir dönem olması ve dini bakımdan da Paska öncesinde uzun oruç dönemi öncesi her tür yiyeceğin normal olarak yenilip içilmesine izin veriliyor olmasıydı.
*** Bazan çekici bir teklif alan bir aile, bundan daha iyisini bulabileceklerini umarak daha iyi bir teklif beklemeye koyulabilirlerdi. İlk teklifi aldıkları zaman, “Bunu bir süre düşünelim” diye cevap verebilirlerdi... Böylece birkaç gün veya birkaç hafta bekleyerek başka teklif yapacak olan erkeklerin olup olmadığına bakardı kız ailesi... Hatta bu dönemde üçüncü taraflar aracılığıyla bazı üstü kapalı ipuçlarını köydeki olası güveyi taraflarına duyurabilirlerdi ki artık harekete geçmelerinin zamanıdır. Eğer bu başarısız olursa, o zaman orijinal teklifi kabul etmekte serbesttiler...
*** Red cevabı çok ciddiye alındığı için, daha önce red cevabı almış olan bir erkek, piyasada kendisini gördüğü düzeyden “daha düşük” düzeyde bir kız ailesine yaklaşarak, genellikle hemen birkaç gün içerisinde nişan olmaktaydı...
*** Resmi teklifler, genellikle sadece bir erkeğin ailesi tarafından, kızın ailesine yapılmaktaydı. Ancak resmi olmayan, gizli kanallar aracılığıyla bir kızın ailesi de, belirli bir genç adamın ailesine, eğer kızı isterse bunun memnuniyetle karşılanacağı hakkında imalarda bulunabilirdi. Ancak erkeğin ailesi bu teklifi kabul etmezse, kızın ailesi de asla böyle bir niyetleri olmadığını belirtip bunu inkar edebilir ve “Bu onların fantazisidir” diyebilirdi...
*** Kıbrıs’ta pek çok farklı durum için arabulucular kullanılmaktadır. Satın alma ve satmada, anlaşmazlıkları gidermede ve neredeyse her zaman evliliklerin ayarlanmasında da arabulucular kullanılıyor. Sözkonusu arabulucuların ilgili tarafların yakın akrabaları olması tercih edilmektedir ancak eğer olası güveyinin akrabasıysa, bu yeterli olmaktadır, arabulucuların köyde “ciddi” şahıslar olarak saygı görmeleri de isteniyor.
*** Evlilikleri düzenleyen şahıslara “mesitis” deniyor – ancak bunların rolü hakkında belirsizlik vardır. İyi bir arabulucunun nasıl olması gerektiğini sorduğumuz köylüler genellikle gülüyorlar ve “İyi bir yalancı olmanız ve Cebrail’in yeteneklerine sahip olmanız gerekir” diyorlar.
*** Aslına bakılacak olursa, bir arabulucu, temsil ettiği adamın özelliklerini göklere çıkarır. Elbette evlilik pazarlıklarında bir adamı başarılı biçimde temsil eden şahıs bundan onurlanır ve bağlarını güçlendirir ancak evlilik kötü giderse ya da hiç gerçekleşmezse, o zaman arabulucu suçlanabilir. Bir arabulucu biraz kuşkulu olan durumlarda dahi kendi ikna gücünü iyice kullanmaya çalışır...
*** Nişan töreni gerçekleştikten sonra, güveyinin artık nişanlısının evinde mümkün olan en fazla sayıda gece yemek yemesi beklenir. Nişanlılık süresi ortalama olarak iki sene devam ettiğinden, bu da adamın yeni akrabalarını tanımak üzere yeterince vakti olacak demektir... Köylüler, bu geleneğe ilişkin bir dizi neden ileri sürüyorlar. Bir çiftin birbirini tanıması tamamen şansa bağlı diyorlar. Bu sürede kızın babasının normalden daha iyi yemekler sağlaması gerektiğine işaret ediyor köylüler ve “Kızın babası güveyiyi yedirmeli ve onu mutlu etmelidir” diyorlar. Bu cümlede saklı olan şey, genç adamın aniden fikrini değiştirmesiyle birlikte, oğlandan çok kızın ailesinin bundan daha fazla zarar görebileceğidir... Özellikle de güveyi başka bir köyden ise ve nişanlısıyla aynı evde yatıyorsa, o zaman herkes onun nişanlısıyla sevişmiş olduğunu varsayacaktır.
*** Köyün önemli bir bölümü birbirine akraba olduğu için ve insan kendi ikinci yeğeniyle evlenemeyeceği için, bir oğlan bir gelin ararken pek çok genç kadın otomatik olarak listeden düşülecektir bu nedenle...
*** 1930 yılından önce, güveyinin ailesinin evlenecek çifte bir ev yaptırması daha yaygındı ancak 1930’dan sonra gelinin ailesinin evi sağlaması, daha yaygın bir pratik oldu.
*** Başka bir köyden fakir bir adamın Agathi köyünden bir kadınla nişanlanmasına ilişkin bir hikaye vardır. Her ikisi de yirmi yaşındaydı. Resmi bir nişan töreni ve bir “mülkiyet anlaşması” imzaladılar, buna göre kızın babası genç çifte dört dönüm araziyi vermeye ve ayrıca içinde eski, yıkık dökük bir ev olan bir yeri düzenleyip uygun bir standarda getirerek bunu da onlara vermeyi öngörmekteydi. Buna bir de ceza maddesi eklenmişti ki eğer taraflardan biri nişanı bozmaya karar verirlerse, o zaman diğer tarafa 100 lira ödeyeceklerdi. Bir diğer madde ise evliliğin bir yıl içerisinde gerçekleştirileceğini belirtmekteydi. Adam evliliğe herhangi bir mal getirmiyordu.
*** Nişan bozma Kıbrıs’ta tipik bir olay değildi ve Loizos’un bu araştırmayı yürüttüğü 1968-69 yıllarında nişan bozmaya iyi gözle bakılmıyordu.
*** Loizos, Kıbrıslı oğlanların ev sahibi kızlarla evlenmeye teşvik edildiklerini keşfetmişti... Geleneksel olarak ideal durum, anne ve baba her bir evlatlarına biraz arazi veya ayrıca birer de ev vermeleriydi. Eğer arazi veya ev için arsalar kıt ise, öteki çözümler arasında bir avluyu ikiye bölmek veya kendi evinden çıkarak kirada oturmak veya oğlan için bir dul veya nişanlıdan ayrılmış ancak bir ev getirebilecek bir kadın bulmaktı...
*** Loizos, evli olma statüsünün Kıbrıs’ta en önemli şey olduğunu ve Kıbrıs’ta kimlikle ilgili tüm olayların üstünde olduğunu keşfetti. Evli olmayan veya köyde nişanlı olan erkekler, tüm diğerleri tarafından görmezden gelinmekteydi. Argaca’da hiç evlenmemiş erkekler (meğer ki çok yüksek düzeyde eğitimli olsunlar), tam olarak tam birer toplumsal şahıs olarak görülmüyor ve onlara “Kopelyui” (“Çocuk”) deniyordu ki bu terimi nişanlanıncaya kadar olan dönem içerisindeki oğlan çocukları için kullanmaktaydılar. Ayrıca mülkiyet hakları da yalnızca evli şahıslar için geçerliydi. Bekar bir şahsın mülkiyet sahibi olması, son derece ender görülen birşeydi.
*** Çocukların doğumdaki cinsiyeti ve sırası da onların geleceğini somut biçimde etkiliyordu... Çocukların yaş sırasına göre evlenmeleri bekleniyordu, en yaşlıdan en gence kadar böyleydi ve erkek kardeşlerden önce kızkardeşlerin evlenmesi bekleniyordu. Genç bir kız, abisinden önce evlenmeliydi, öncelik ondaydı.
*** Evlilikler arasındaki zamanlama yıllar ve hatta onyıllar alabiliyor ve kardeşler arasında gerginliğe yol açabiliyordu. Argaca’dan bir kadını ele alalım, 1956 yılında evlenmişti. Evi 400 liraya malolmuştu ve ailesi kendi emeğini ortaya koyarak bu evi yapmıştı. Kerpiç bir evdi bu, yere çıplak bir çimento dökülmüştü, evde su da vardı. Tuvalet dışarıdaydı ve banyo yoktu. Kadının kızkardeşi 1969 yılında evlendi ve babası büyük borca girerek yaptırdığı bu evi 2 bin liraya mal etmişti. Tuğlalarla yapılmıştı ev, mermerlerle döşenmişti ve tuvaleti, sıcak suyuyla banyosu ve hatta bir de gazocağı vardı. Cehizle ilgili böylesi farklar, eğer kızkardeşler arasındaki ilişki iyiyse gözardı edilebilirdi. Ancak ilişkiler iyi değilse, sürekli devam eden şiddetli geçimsizliklere yol açıyordu.
*** Kıbrıslı anne babalar genelde çocukları doğar doğmaz, onların evlendirilmeleriyle ilgili kaygılanmaya başlarlar. Evlilik herşeydir çünkü. Loizos köydeki yaşlılara “Kaç çocuğunuz var?” diye sorduğunda, yanıtları “Yedi çocuk evlendirdim” ya da “Daha evlendirecek iki çocuğum vardır” gibi yanıtlar olurdu. Bu da, köylülerin evliliğe atfettiği büyük önemi vurguluyor.
*** Evlilikte mülkiyetin devredilmesi, her zaman koçanın devredilmesiyle başabaş gitmiyordu. Gerçekten de Loizos, incelediği durumların yarısında ancak koçanın evlilik esnasında çevrilmiş olduğunu farketti. Bazı durumlarda bu trasfer birkaç yıl sonraya sarkıyor, bu süre on veya onbeş yıl bile alabiliyordu... Üzerinde çalıştıkları tarlanın koçanına sahi olmayan bazı insanlar Loizos’a, “Kaynatamdan ne zaman istersem o zaman bana koçanı çevireceğinden eminim, ona güveniyorum” diyorlardı...
*** Evli çift çocuk sahibi olduklarında yirmi sene kadar tarlalarında çalışıp ekonomik olarak büyümeye fırsatları vardı, ondan sonra artık “cehiz”le ilgili kaygıları başlayacaktı.
*** İlk çocuğun evlenmesiyle birlikte aile mülkiyetinden ilk kez birşeylerin gitmesi demekti. Bundan sonra da her bir çocuk evlendikçe, ailenin sahip olduğu mülk de küçüliyordu. Durum öyle bir noktaya geliyordu ki ana-babanın artık ellerinde hiç mal kalmıyor veya artık kendilerine bakabilecek durumda olmuyorlar ve evlendirdikleri çocuklarının avlılarında sırayla kalmaya ya da ölünceye kadar bir çocuklarının yanında kalmaya karar verebiliyorlardı.
*** Aileler evlatlarını kendileri kadar veya kendilerinden daha varlıklı aile statüsüne sahip kişilerin evlatlarıyla evlendirmeye çalışmaktaydı.
(TALES OF CYPRUS’ta yer alan Konstantinos Emmanuelle’in yazısını özetle derleyip Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN).
BASINDAN GÜNCEL...
“Gene 6-7 Eylül, gene soracak gençler, ne oldu, ne bitti...”
Janet Zuru Tomasyan
Dağda dana dolaşır boğu bize bulaşır.
Gene 6-7 Eylül gene soracak gençler ne oldu ne bitti.
Oldu bitti işte diyeceğiz.
Fırtına gelir arkadan yağmur temizler geçer gider, olanlar mizaha dönüşür. Biz alışmışız acıyı mizaha espriye çevirmeye yoksa nasıl yaşamaya devam edeceğiz.
14 yaşındayım, yukarılardan bir grup güruh iniyor, fazla değil 10 -11 kişi
Bayrak As!
Bayrak As!
Bulduk bayrağı astık pencereden sarkıttık.
Evleri tespit etmişler. Yukarılardan sesler geliyor, evlere giriyorlar. Ne bulurlarsa pencerelerden atıyorlar! Sesleri geliyor 3 mahalle 5 mahalle yukarıdan. Tabak, çanak, buzdolabı, komodinler, sandalyeler yollarda param parça.
Makriköydeyiz
Karşımız Rum evi. Katina’nın evi.Yanımız alt kat Sona. Üst katında Maro. Maro’nun evine giriyorlar! Kapı kırılıyor, panik korku havada hissediliyor. Maro’nun hemen yanı başı bizim ev. Beni odunluğa atıyor yayam Hayganuş. Odunluk karanlık sıkılıyorum, çıkıyorum pencereden.
Katina bağırıyor
Benim damadım Türk! Şimdi gelecek canınıza okuyacak !
Dinlemiyor azgın sürü. “Onlar gitti, sen kaldın” diye alay ediyorlar. Hemen yan komşularımız Eskişehir'den gelmişler iki kız kardeş. “Sıkar buraya gelmek” diyen güreşçi babaları Kemal kapıda nöbet tutuyor.
“Yağmasan da gürle” diyor Hayganuş yayam Kemal’e.
“Korkma madam Hayganuş” diye bağırıyor Kemal “üzerimden geçmeleri lazım.”
Eskilerden bir general kapımıza koşuyor. “Janet nerede?” diye bağırıyor. Gözü olan talancılar dankoruyor beni. 80 yaşlarında eski paşa bağırıyor yollarda :
“Bu evlere kimse giremez, bu kızlara kimse dokunamaz, hepinizi tek kurşun ile toprağa gömerim!”
Dayım bahçeden babamdan kalma motoru kapıp gidiyor. Felaketin boyutlarını gözlemeye Pera’ya.
Yangın yeri, camlar inmiş, mallar dökülmüş, talan dükkanlarda, evlerde. “Artık Beyoğlu yok” diyor gece vakti eve geldiğinde. “Beyoğlu yok.”
“Hepimize geçmiş olsun.”
Bayrağı katlayıp koyuyoruz sandığa.
Ta Cumhuriyet bayramına kadar...
(YÜZLEŞME ATÖLYESİ - Janet Zuru Tomasyan – Eylül 2021)