1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. “Kıbrıs’ta hala zehirli yılanların yumurtaları beslenip çoğaltılıyor... Biz, kurbanların ailelerinin yanında olmaya devam edeceğiz...”
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

“Kıbrıs’ta hala zehirli yılanların yumurtaları beslenip çoğaltılıyor... Biz, kurbanların ailelerinin yanında olmaya devam edeceğiz...”

A+A-

İki Toplumlu Kayıp Yakınları ve Savaş Mağdurları örgütü “Birlikte Başarabiliriz” liderlerinden Hristos Eftimiu, aynı örgütten Muratağalı Hüseyin Rüstem Akansoy’un geçtiğimiz Cumartesi günü (27 Mart 2021) annesi ve dört kardeşini toprağa vermesi vesilesiyle kaleme aldığı yazıda, “Kıbrıs’ta hala zehirli yılanların yumurtaları beslenip çoğaltılıyor... Biz kurbanların ailelerinin yanında olmaya devam edeceğiz...” dedi.

Hüseyin Rüstem Akansoy, EOKA-B’ci bazı Kıbrıslırumlar’ın 1974’te Muratağa-Sandallar katliamında başta annesi Emine Rüstem olmak üzere ikisi kız, ikisi erkek, dört kardeşini ve en yakın akrabalarından toplamda 30’dan fazla yakınını kaybetmişti...

İki Toplumlu Kayıp Yakınları ve Savaş Mağdurları Örgütü “Birlikte Başarabiliriz”in liderlerinden olan Hüseyin Rüstem Akansoy, bazı Kıbrıslıtürkler’in 17 kadın, çocuk ve yaşlı insanı katlettiği 1974’teki Palekitre katliamında tüm ailesini yitiren Petros Suppuris’le birlikte Avrupa Parlamentosu tarafından “Avrupa Yurttaşlık Ödülü”ne layık görülmüştü...

Hristos Eftimiu’nun YENİDÜZEN’de sayfalarımızda yayımlanmak üzere bize göndermiş olduğu İngilizce yazıyı okurlarımız için Türkçeleştirdik.

Hristos Eftimiu, şöyle yazdı:

“Tarihimizin çeşitli dönemlerinde zehirli yılanların yumurtalarını besleyip çoğaltmak, tipik bir durum olagelmiştir. Vahşi biçimde katledilmiş olan çocukların yüzlerine baktığımızda bu kalbimizi kırar, bizi üzüntüye ve kaygıya gömer... Ancak aynı zamanda böylesi cinayetleri ne tür bir insanın işleyebileceğini de düşünmemizi sağlar... Genellikle sorunlarımız için yabancı güçleri suçlama eğilimimiz vardır ancak böylesi bir canice vahşetin de Kıbrıslı toplum içerisinde beslendiğini kavramakta başarısız oluruz.

Geçen yıl 26 Aralık sabahı, Muratağa’da (Maratha) kazılmış olan toplu mezardan çıkarılan 14 çocuk derin bir hüzünle defnedilmişlerdi. En büyüğü 15 yaşında ve en küçüğü de dört aylık bir bebekti... Bu katliam 14 Ağustos 1974 tarihinde EOKA B’nin silahlı adamları tarafından gerçekleştirilmişti. Muratağa-Atlılar-Sandallar’da birkaç hafta önceden beri devam eden ganimet etme, tecavüzler ve tacizlerden sonra bu katliam gerçekleştirilmişti 14 Ağustos’ta... 27 Mart 2021’de de Hüseyin Rüstem Akansoy’un ailesinin cenaze töreni yapıldı. İyileşme sürecinde acı dolu fakat zorunlu bir adım olarak bu vahşi ve insanı isyan ettiren katliamda kaybetmiş olduğu annesine, iki kızkardeşi ile iki erkek kardeşine veda etti... Hüseyin Rüstem Akansoy, yalnızca annesi ve kardeşlerini değil, pek çok diğer akrabasını da kaybetti, ninelerini, teyzelerini, yeğenlerini ve tüm hayatı böylece altüst oldu...

Bu katliam, her iki taraftan tüm diğer suçlar gibi, hiçbir zaman düzgün biçimde araştırılmamıştı... Yetkililer, bugüne kadar yeterli kanıt toplayamadıklarını ve tanıklık edecek şahitleri bulamadıklarını söylüyorlar. Ancak daha dün, Piskobu’da yakın geçmişte tamir edilmiş olan bir cami, milliyetçi çizimlerle donatıldı... Yetkililer bunu akılsız insanların bir eylemi olarak nitelediler ve büyük olasılık yine bunu yapanları bulamayacaklardır. Birkaç gün önce, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin cumhurbaşkanı, Astromerit ve diğer bölgelerdeki ara bölgeye dikenli teller çekilmesini savunmaktaydı ve bunu, Türkiye’nin adanın nüfus yapısını değiştirmek maksadıyla organize biçimde göçmenleri ve mültecileri Kıbrıs’a sızmak üzere göndermesine karşı “Kıbrıs’ı korumak” gerekçesiyle yaptıklarını (Güney’i kastediyordu) duyurmaktaydı. Cumhurbaşkanı, iltica edenlerin büyük çoğunluğunun Suriye kökenli gençler olduğunu ve bunların silah taşıyabileceklerini de söylemekteydi. İnsan bizzat Cumhurbaşkanı’nın ağzından böylesi iddialar duyunca şoke oluyor, empati yaratmak yerine korkuları besliyor ve Kıbrıs’ın imzalamış olduğu uluslararası anlaşmalardan kaynaklanan temel görevlerini de çiğniyor...

Kıbrıs Cumhuriyeti’nin belirli Güven Arttırıcı Önlemler önerdiği bir dönemde, aynı zamanda güvensizliği besliyor Kıbrıs Cumhurbaşkanı ve daha fazla dikenli tel çekerek böylelikle milliyetçiliğin büyümesi için daha fazla argüman sağlıyor... Kıbrıs’ta yılan yumurtalarını besleyip çoğaltmak hiçbir zaman durmadı... Şimdi son derece tehlikeli bir durumdayız – ya bu çıkmazı aşacak yollar bulacağız ve insanları yakınlaştıracağız ya da şiddet sarmalına doğru kayma riskini taşıyacağız...

1974 yılında Muratağa’da toplu mezar ortaya çıktığında, Hüseyin Rüstem Akansoy’a, aileleri öldürülmüş olan diğer gençlere yapıldığı gibi eline bir silah verilerek “acılarını yatıştırmak” üzere Kıbrıslırumlar’ı gidip öldürmeleri söylenmişti. Hüseyin o silahı attı ve kendisinin insan öldürmek üzere yaratılmadığını söyledi. Ve hayatının geri kalanını barış ve Kıbrıs’ta daha iyi bir gelecek için mücadeleye adadı...

Palekitre katliamında Suppuris ve Liasi ailelerinin öldürülmesinden sağ kurtulan 10 yaşındaki Petros Suppuris de, kendilerine ateş açanların bir grup Kıbrıslıtürk gençler olmasını her zaman tuhaf bulmuştu... Ancak şimdi bunun nedenini biliyor fakat bilinçli bir karar almış bulunuyor: Ninelerini, dedelerini, amcalarını, teyzelerini öldürmüş olanlardan nefret etmelerini öğretmeyecek hiçbir zaman çocuklarına çünkü aksi halde bu, tarihin kendi kendini tekrar etmesi anlamına gelecek... Bunun yerine Suppuris, evlatlarına geçmişimizdeki bu şiddetin ardındaki gerçekleri anlamalarına yardımcı olacak ve affetme, uzlaşma ve barışın değerini kavramalarına yardım edecek...

Hüseyin ve Petros’un ve onlar gibi “Birlikte Başarabiliriz!” örgütündeki diğer insanların çabalarına karşın, toplumumuz bu gerçeklerin hala bilincinde değildir. Bu suçları işleyenler kendilerini hala yurtsever olarak takdim ediyorlar ve önde gelen politikacılar da babalarının eylemleri aracılığıyla ilerletilmiş bulunan mirasın tadını çıkarmayı sürdürüyorlar...

Sevdiklerimizden geride kalanları aramaya ve kazmaya devam ederken, onların öldürülmelerinin altında yatan gerçeği de arayıp kazıp ortaya çıkarmalıyız. Bu gerçek, bu yeniden anlatmamız gereken gerçek, toplumumuzun kollektif hatırasına mal edilmelidir. Bu yeni kuşak Kıbrıslılar’ın barışçıl geleceği ve yeniden uzlaşmasına yol açacak olan yapılması gereken zorunlu birşeydir.

Ancak şu anda Hüseyin Rüstem Akansoy, Erbay Akansoy ve ailenin diğer fertlerinin yanında duruyoruz, onların acısını paylaşıyoruz ve aynı zamanda gerçek, yeniden uzlaşma, barış ve gelecek kuşaklar için daha iyi bir gelecek için hiç bitmeyen mücadele kararlılıklarının da yanındayız...”

26-001.jpg


“Kayıplar Komitesi definlerle ilgili tüm kararları kayıp yakınlarına bırakmıştır. Yasa da ailelere sivil tören düzenleme hakkı veriyor....”

Kayıplar Komitesi’nin psikoloğu olarak 12 yıl süreyle “kayıp” yakınlarıyla çalışan, komitenin eski psikoloğu Ziliha Uluboy, sosyal medya sayfasından yaptığı açıklamada, Kayıplar Komitesi’nin definlerle ilgili tüm kararları kayıp yakınlarına bıraktığına dikkati çekti, yasanın da ailelere sivil tören düzenleme hakkı verdiğini belirtti.

Ziliha Uluboy, Muratağa’da EOKA-B’ciler tarafından 1974’te katledilen ve toplu mezarlardan çıkarılarak Kayıplar Komitesi tarafından kimliklendirilen annesi ve dört kardeşini geçtiğimiz Cumartesi sivil bir törenle Muratağa-Sandallar Şehitliği’ne defneden Hüseyin Rüstem Akansoy’un, “sivil tören yaptığı” gerekçesiyle Cumhurbaşkanı Ersin Tatar tarafından eleştirilmesine yanıt vererek şöyle dedi:

“12 yıl kayıp yakınları ile çok yakın çalıştım.  Kimisi 47 yıldır, kimisi 58 yıldır kayıp yakınının akıbetini öğrenmeyi bekliyor. Kimisinin maalesef ömrü yetmedi.

Kayıp Şahıslar Komitesi bugüne kadar definlerle ilgili tüm kararları kayıp yakınlarına bırakmıştır.

Yasa da ailelere sivil tören düzenleme hakkı veriyor.

‘31-2014 DEVLET, KURUMSAL, ŞEHİT VE KAYIP ŞEHİT CENAZE TÖRENLERİNE İLİŞKİN KURALLARI DÜZENLEYEN YASA , md 4, 2'nci fıkra.’

Cumhurbaşkanı yaptığı açıklama ile kayıp yakınlarının acılarını, psikolojilerini, değerlerini, inançlarını hiçe saymaktadır. Bu büyük saygısızlıktan ötürü kayıp yakınlarından  özür dilemelidir.

Şehitlerin ve kayıpların üstünden yaptığınız politika yeter. Kayıp yakınlarının ne yaşadığını hiç görmek istemediniz.

Her insan bir mezarı hak eder. Her kayıp yakını da o acılı gününü istediği şekilde yaşama hakkına sahiptir. Kimse bunun kararını veremez.”


Didem Çaylar: “Her milletin acısına ağlarım...”

Lurucina’dan dedesi İsmail İsmail 1964 yılından beridir “kayıp” edilmiş olan, “kayıp” yakını Didem Çaylar da Tatar’ın, Hüseyin Rüstem Akansoy’un sivil cenaze töreni düzenleme kararını eleştirmesine tepki göstererek şöyle yazdı:

“Benim amcam yok ama dün amcamın yanında saydım kendimi, genetiğimiz ayrı acımız aynı. Acımızdan akrabayız biz konuştuğumuz  dil ayrı olsa da  beklediğimiz aynı olan herkesle. Bir çukurdaki  bir kuyudaki kemik heyecanlandırır bizi ümidimiz aynı. Kaybolanın adının ne önemi var ki, birinin oğlu sonuçta ötekinin babası. Biz bu acıyla büyüdük efendi, o billboardaki dizide ne gösterirsin bilemem ama kaç sezondur acı hakimdir bizim evlerimize. Ve sahte değil gerçektir benim nenemin gözyaşları. Bilirim Christina'nın gözyaşları da gerçektir, Bosna'da ki Leyla'nın da. Ben acıyı milletlere bölmem efendi.  Her milletin acısına ağlarım. Ben ülkemi seviyorum. Sen  ne yaparsan yap sevmeye de devam edeceğim.  Boşuna uğraşma bıktırıp kaçırırız diye. Burdayım, burdayız, dün amcamın da dediği gibi biz hayat ekeceğiz  ölüme inat. Yaşayarak, yaşatarak çoğaltacağız, bu ülkenin türkülerini öğreteceğiz çocuklarımıza, bu ülkenin filmlerini izleteceğiz. Çatisto ezberleteceğiz. Zeytin ağacının gölgesinde, aydın bir nesil yetiştireceğiz...”


Harper Orhon: “Babalarımızı da mı alacaksınız?...”

Şehit Ecvet Yusuf Orhon’un sevgili oğlu Harper Orhon da sosyal medya sayfasında şöyle yazdı:

“Sayın Cumhurbaşkanı bir kelam etti ki, cevap vermezsek olmaz...

Tam kırk yıl bizi kandırarak içinde yarım ceset ve bir paslı solina olan bir başkasının mezarına  götüren bu devlet değil miydi?

Yıllarca sizin babanız bu Kayıp Şahıslar Komitesi’nde iken kaç tana kayıp şehidin bulunmasına olanak verdi? Yoksa o devletin görevlisi değil miydi?  Yoksa devlet mi bu insanların bulunmasını istemiyordu.

İnsanların acıları üzerinden yıllarca sömürü yaparak bu acıların-yaraların açık kalmasına müsade eden yine bu devlet değil miydi?

Hala daha Tekke Bahçesi’nde yatan isimsiz onlarca şehit varken ve burada ama nerede yattığını bilmeyen onlarca ailenin acılarını dindirmeyen yine bu devlet değil mi?

Kaymaklı olaylarında bayraklaşan Ruso’yu bile  suistimal ederek ailesinden yıllarca yerini saklayan ve tesadüfen Tekke Bahçesi’nde bulunan Ruso’yu saklayan bu devlet değil mi?

Bu acıları yaşayan ve sizin devletinizin törenini haklı olarak istemeyen biz şehit çocuklarının  konuşmalarından rahatsızlık duymanız  tabii ki sizin milliyetçi ve soven politikalarınızla ters düşüyor. Çünkü bizler bu acıları çekerken sizler İngiltere’de cebinizde İngiliz pasaportları ile gezmekteydiniz.

Bizler babalarımızın mezarına giderken  ya da babalarımızın, kardeşlerimizin, ailelerimizin mezarlarının yerini bilmeden gözyaşları içinde evimizde mevlit okuturken sizler bizim babalarımızın acısı üzerine kokteyller vererek bunu kutlayan bir devletin törenini biz neden isteyelim?

Siz sanıyorsanız ki bizim babalarımızın ikinci kez yapılan defin törenlerinde sizlerin savaş narası atarak milliyetçilik  propagandasına izin vereceğiz, çok yanılıyorsunuz. 

Çünkü bizim babamızın, ailelerimizin kanları daha kurumadan yurtdışına valizlerle ganimet para götüren insanların politikalarına asla izin vermeyeceğiz. Bu ülkenin gerçek sahibi bizleriz... Bu savaşlarda ölen ve bu acıların yaşanmasını bir daha istemeyen biz şehit çocukları, sizlerin babalarımız üzerinden politika yapmalarına asla müsademiz yoktur. Artık yeter! Babalarımızı, ailelerimizi artık rahat bırakın...”

DEVAM EDECEK

Bu yazı toplam 2936 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar