Kıbrıs’ta İlk Siyasi Cinayet: “Şapkadan Kimin İsmi Çıkarsa, O Öldürülecek!”
20. yüzyılın başından itibaren Kıbrıs’ta Helen milliyetçiliği tırmanıştaydı. Kilisenin ve fanatik milliyetçilerin öncülüğünde enosis-şimdi kampanyası yürütülüyordu.
Niyazi Kızılyürek
[email protected]
Takvimler 12 Ocak 1934 tarihini gösteriyordu. Hukukçu Antonis Triandafillidis uzun ve yorucu bir günün ardından arkadaşı Koureas ile birlikte Lefkoşa’da Gazi barına uğradı ve bir kaç kadeh içtikten sonra birlikte evlerinin yolunu tuttular.
Komşu sayılırlardı. Evleri yakındı. Triandafillidis evinin kapısına gelince ölümcül bir sürprizle karşılaştı. Elinde tabancayla bir kişi pusu kurmuş, onu bekliyordu ve hiç tereddüt etmeden silahını ona doğrultup ateşledi. Vücuduna iki kurşun saplanan Triantafillidis yaralı haliyle katilin peşine düştüyse de onu yakalayamadı. Arkadaşı Koureas da katilin izini sürdü ama nafile... Katil tabancasını Koureas’a doğrulttu ve “hand’s up” diyerek onu tehdit ettikten sonra bir bisiklete atlayıp ortadan kayboldu.
Daha sonra sanık olarak mahkemeye çıkarılan Hristodoulou adlı kişi, 31 tanığın aleyhine tanıklık etmesine karşın serbest bırakıldı. Hatta tanıklardan biri, Hristodoulou’nun kendisine “kelepir” bir iş bulduğunu ve 70 lira karşılığında Triandafillidis’i öldüreceğini söylediğini aktardı ama daha sonra ifadesini geri çekti.
Davaya üç hakim bakıyordu. Bir Kıbrıslı Rum, bir İngiliz ve bir de Rauf Denktaş’ın babası hakim Raif Mehmet. Hakimlerden sadece Raif Bey sanığın cinayeti işlediğine ikna oldu ve cezalandırılmasını talep etti. Diğer iki hakim sanığın serbest bırakılması yönünde karar verdiler ve böylece sanık serbest kaldı.
Triandafillidis, vurulduktan bir gün sonra hastanende öldü. Olay adanın her yerinde büyük infial yarattı. Cenaze töreninde konuşma yapanlar arasında hakim Raif Mehmet de vardı. Raif Bey, Triandafillidis’in “sadece mükemmel bir hakim değil, yetenekli bir politikacı da olduğunu” söyleyerek meslektaşına övgüler yağdırdı.
Gerçekten de Triandafillidis’in başarılı bir hukukçu ve siyasetçi olduğu anlaşılıyor. Atina’da hukuk okuduktan (1907-1911) sonra 1912 yılında Kıbrıs’a dönmüştü. Faal biriydi. Balkan savaşları esnasında Yunanistan’a yardım kampanyası örgütlemişti ve toplumda adını duyurmuştu. 1914 yılında Lefkoşa belediye meclis üyeliğine seçilmişti. Ayrıca, Elefteria gazetesinde düzenli olarak yazılar yazıyordu. 1920 yılında Başpiskopos III.Kirillos’un özel kalem müdürü olunca şanı daha da arttı. Enosis talebini dile getirmek için Londra’ya giden başpiskoposa refakat etti, sonra da Paris’e geçerek hayranlık duyduğu Yunanlı siyaset adamı Elefteros Venizelos ile bir araya geldi.
Venizelos’un Kıbrıs Rum milliyetçilerinin giderek yükselen enosis talebine farklı bir yaklaşımı vardı. Yunanlı devlet adamı, enosisin ancak İngilizlerle yakın işbirliği yaparak ve Kıbrıslı Türklerin onayını alarak zaman içinde gerçekleşebileceğine inanıyordu. Bu yüzden, sömürge yönetimiyle gerilim yaratacak radikal çıkışlardan kaçınılmasını istiyordu.
Triandafillidis, Venizelos’un çizgisini benimseyenlerden biriydi. Dönemin diğer milliyetçi aydınları gibi o da enosisin gerçekleşmesini istiyordu fakat radikal yaklaşımlardan kaçınılması gerektiğine inanıyordu. Sömürge yönetimi ile işbirliği yapmaktan yanaydı. Kendisi gibi düşünen diğer “ılımlı enosisçiler” ile birlikte 1921 yılında bir de örgüt kurmuştu. Galfkos Kliridis’in babası Yuannis Kliridis ve bazı başka isimlerle kurdukları örgüt, Venizelos’un yolunda yürüyordu.
Karşı tarafta, Girne metropoliti Makarios, Savas Loizidis ve Triandafillidis’in kayın pederi Feofani Feododou gibi fanatik milliyetçiler yer alıyordu. Radikaller enosisin derhal gerçekleşmesini istiyor, karşı görüşte olanlara saldırıyor ve İngiliz yönetimi ile bütün ilişkilerin kesilmesini savunuyorlardı. Bu anlayıştan hareketle, 1921 yılında yapılacak Kavanin Meclisi seçimlerini boykot etmişlerdi.
Triandafillidis ve arkadaşları başlarda boykotu desteklemişlerdi ama karşılığında enosisi değil, İngilizlerin Malta’da olduğu gibi özyönetimi öngören bir anayasa önermelerini talep ediyorlardı. Sömürge yönetimi bu fikirle bir süre flört ettikten sonra özyönetim yerine, Kavanin Meclisi’nin Müslüman olmayan üyelerinin sayısını artırmakla yetindi ve Kıbrıs Büyük Britanya’nın taç kolonisi ilan edildiği 1925 yılında, Kavanin Meclisinde Kıbrıs Rum üyelerin sayısı altıdan dokuza çıkarıldı. Kıbrıslı Türklerin sayısı üçte kaldı...
Triandafillidis, 1925 seçimlerine katılmadı. Fakat 1930 seçimlerinde fanatik milliyetçilerin de desteğini elde ederek seçimi kazandı. Programında, “toplumu kalkındırma ve enosis için çalışma” gibi ilkelere yer vermişti. Fakat kısa bir süre sonra her şey değişecek ve radikal milliyetçiler Triandafillidis’i topa tutacaklardı. Gerekçe olarak, İngilizlerin önerisiyle Yürütme Konseyine girmeyi kabul etmesini gösterdiler. İngilizlerle işbirliğine karşı olan fanatik milliyetçilerin gözünde artık “dönek” ve İngiliz “işbirlikçisi” idi... Onu kurşunların hedefi yapan da büyük bir ihtimalle bu olmuştu...
Enosis Şimdi!
20. yüzyılın başından itibaren Kıbrıs’ta Helen milliyetçiliği tırmanıştaydı. Kilisenin ve fanatik milliyetçilerin öncülüğünde enosis-şimdi kampanyası yürütülüyordu. Özellikle Girne metropoliti Makarios ve etrafındaki kadro, enosis-hareketinin başını çekiyordu. Atina’da eğitim görmüş yeni bir kuşağın da devreye girmesiyle elit-milliyetçiliği olarak yükselen enosis-hareketi giderek geniş kitleleri etkisi altına alıyordu.
Balkan savaşları (1912-1913) esnasında Osmanlı İmparatorluğu’nun yenilgiye uğrayıp ciddi toprak kaybetmesi Kıbrıslı Rumları umutlandırmıştı. Bazı Kıbrıslı Rumlar Yunanistan’a destek olmak için savaşa katılmışlardı ve adaya döndüklerinde harekete ivme kazandırmışlardı. 1919 yılında Yunan askerlerinin İzmir’e ayak basmasıyla enosis beklentisi doruğa çıkmıştı...
Fakat Yunan ordusu 1922’de Türk ordusu karşısında hezimete uğradı. Yunanistan nüfus mübadelesiyle Türkiye’den göçe zorlanan bir buçuk milyon Rum/Yunanlının dertleriyle boğuşuyordu. Buna rağmen, Kıbrıs’ta enosis talebi dillerden düşmüyordu. 1929 yılında Girne’de bir örgüt kuran milliyetçiler -daha sonra bu örgüte “Kıbrıs’ın Radikal Milli Enosisi” (KRME) adını verdiler-, İngilizlerle işbirliği yapanları “vatan haini” ilan ediyor, enosisin derhal gerçekleşmesini talep ediyorlardı. Girne piskoposu Makarios ile, daha sonra EOKA’nın kurucularından biri olan avukat Savas Loizidis’in başını çektiği örgüt, adeta Yunanistan’a rağmen enosis-kampanyası yürütüyordu.
Atina’da 1928 yılında yeniden Başbakanlık koltuğuna oturan Elefteros Venizelos Kıbrıs Rum milliyetçilerinin tavrından hiç memnun değildi. Kıbrıslı Rumların İngilizlerle işbirliği yapmalarını ve Kıbrıslı Türklerle iyi geçinmelerini salık veriyordu ama fanatik enosisçiler söz dinlemiyordu.
Bu dönemde Kıbrıs Rum milliyetçileri kendi aralarında bölünmüşlerdi: Venizelos’un izinden giden ılımlı-enosisçiler ve enosis-şimdi diyen ve İngilizlerle her türlü işbirliğini karşı çıkan radikaller... Vali konağının yakılmasıyla son bulan 1931 İsyanı esnasında bölünmüşlük daha da derinleşti. Ekonomik sıkıntılar yüzünden başlayan protesto eylemleri milliyetçilerin yönlendirmesiyle enosis-kampanyasına dönüşmüştü ve bu durum Yunanistan başbakanı Venizelos’u çok öfkelendirmişti. Olaylarda parmağı olan Yunan konsolosu Aleksis Kouros’u derhal geri çeken Venizelos, Yunan parlamentosunda yaptığı sert konuşmalarda enosis-şimdi diyen Kıbrıs Rum milliyetçilerini şiddetle eleştiriyor, onları Yunanistan’ın başını belaya sokmakla suçluyordu.
İşte, adada ilk siyasi cinayet sayılan Triandafillidis cinayeti, böyle bir ortamda işlenmişti...
“Komünist Komplo” Teorisi
Cinayetten sonra bütün gözler Girne’de örgütlenen radikal enosisçilere çevrilmişti. Sömürge yönetimi ile işbirliği yapanlar, kamu yönetiminde yer alanlar, yıllar sonra EOKA’nın yapacağı gibi, fanatik milliyetçilerin sert saldırılarına maruz kalıyorlardı. Radikal milliyetçiler gazetelere yazdıkları yazılarda, özellikle Savas Loizidis’in yazılarında tehdide varan sözler sarf ediyorlardı. Cinayeti bu çevrelerin planladığına dair yaygın bir kanının oluşması tesadüf değildi.
Yaygın bir şekilde dile getirilen bir görüşe göre, Girne piskoposu Makarios ve Savas Loizidis başta olmak üzere, İngilizlerle işbirliği yapanları “vatan haini” ilan eden fanatikler, İngiliz yanlısı olarak gördükleri dört kişinin ismini bir şapkaya atmışlar ve şapkadan çıkan ilk ismi öldürtmeye karar vermişler... Şapkadan Triandafillidis’in ismi çıkmış...
Ortam böyle olduğu halde, sömürge yönetimi herkesi şaşırtan bir iddia ortaya attı. Cinayeti “komünistlerin işlediğini” ileri sürdü ve birden bire “komünist komplodan” söz edilmeye başlandı. Konu mahkemeye intikal etti ama “komünist komploya” dair en küçük bir ipucu bulunamadı. Buna rağmen, özellikle sömürge valisi anlamsız bir şekilde bu iddiayı yaymaya devam etti. Oysa 1926 yılında kurulan Kıbrıs Komünist Partisi enosise karşı çıkan bir partiydi. Bağımsız bir Kıbrıs devleti kurulmasını ve Sosyalist Balkan Federasyonu’na katılmasını savunuyordu. Partinin gücü zaten oldukça sınırlıydı. 1931 İsyanından sonra yasa dışı ilan edilip liderleri sürgüne gönderilince, daha da zayıflamıştı. Buna rağmen, vali “komünist komplo” teorisinde ısrar edip duruyordu.
Kilise ve radikal milliyetçilerin enosis talebiyle sömürge yönetimine karşı şiddetli bir kampanya yürüttüğü bir dönemde valinin komünistleri birinci derecede “sanık” olarak göstermesi, Büyük Britanya’nın Ekim Devrimi’nden sonra Sovyetler Birliği’ni, dolayısıyla da komünist hareketleri “baş düşman” olarak görmesiyle ilgili olsa gerek. Nitekim sömürge valisi komünistleri kiliseden daha büyük bir tehdit olarak görüyordu. Sömürgeler Bakanlığı’na gönderdiği bir raporda şöyle diyordu: “Kilise bütün çürümüşlüğüne karşın anti-komünisttir ve bu bizim için çok kıymetlidir...”
Katledilen Babanın Oğlu Katili Buldu
“Komünist komplo” teorisi ile kafaların bulandırıldığı bir ortamda, cinayet sanığı Hristodoulou delil yetersizliği gerekçesiyle serbest bırakıldı ve cinayet dosyası tozlu raflara kaldırıldı. Kıbrıs’ta ilk siyasi cinayet olarak tarihe geçen bu olay, bugüne kadar tam olarak aydınlatılamadı. Cinayete kurban giden Antonis Triandafillidis’in oğlu Mihalakis Triandafillidis yıllar sonra konuya yeniden el attı. Mihalakis, babası öldürüldüğünde yedi yaşındaydı. Sonradan o da ünlü bir hukukçu oldu ve uzun yıllar Kıbrıs Cumhuriyeti’nin başsavcısı olarak görev yaptı. Bir röportajında, babasının Venizelos’un dostu olduğunu ve onun çizgisini izleyerek İngilizlerle işbirliği halinde enosisin gerçekleşeceğine inandığını ve bu yüzden Girneli fanatik milliyetçiler tarafından öldürtüldüğünü söyledi. Başsavcı, şapkadan babasının ismini çeken kişinin babasının özel doktoru ve arkadaşı olduğunu da sözlerine ekledi.
Mihalakis Triandafillidis bir kaynaktan katilin kim olduğunu öğrendi. Katil kanser hastasıydı ve Limasol’da yaşıyordu. Belli ki öleceğinden korkuyordu ve af dilemesi için Mihalakis Triandafillis’in kendisini ziyaret etmesini istiyordu. Başsavcı, katili ziyaret etmedi ama ona haber göndererek bir şikayeti olmadığını ve kendisini affettiğini bildirdi. Kanser hastası katil, daha sonra Londra’da tedavi gördü ve sağlığına kovuştu. Bu arada, tarihin bir ironisi olsa gerek, katil zanlısının oğlu, Mihalakis Triandafillidis’i “babasının ismini karaladığı” gerekçesiyle mahkemeye verdi. Bunun üzerine baş savcı Triandafillidis, katilin adını zikrettiği için kamuoyuna bir açıklama yaparak özür dilemek zorunda kaldı. Böylece, Kıbrıs’ta işlenen bu ilk siyasi cinayet tarihe “faili meçhul” olarak geçti. Zaman içinde adada “faili meçhullerin” sayısı süratle artacaktı...
Kaynakça
-Αντρικκος Βαρναβα, ΔΟΛΟΘΟΝΙΑ ΣΤΗ ΒΡΕΤΑΝΙΚΗ ΚΥΠΡΟ ΤΟ 1934 ΚΑΙ ΟΙ ΑΠΑΡΧΕΣ ΤΗΣ ΕΟΚΑ, ΕΚΔΟΣΕΙΣ ΨΗΘΙΑΔΕΣ, Θεσσαλονίκη, 2024.
-Αντιγόνη Σολομονιδου-Δρουσιοτου, Η Ζωή μου σε Πρώτο Πρόσωπο, Εκδόσεις Λιβάνη, Αθηνά, 2004.
Niyazi Kızılyürek, Milliyetçilik Kıskacında Kıbrıs, İletişim Yayınları, İstanbul, Birinci Baskı, 2002.