1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Kıbrıs’ta Kadın Olmak
Kıbrıs’ta Kadın Olmak

Kıbrıs’ta Kadın Olmak

Çeşitliliğin olmadığı bir grup toplum olamaz ve topluma değer verilmeyen yerde her zaman anlaşmazlıklar ve çatışmalar meydana gelir.

A+A-

Ecrin Bulut
bulutecr2009@gmail.com

Feminizm ve insan haklarının son yüzyılda daha çok tanınması ve yaygınlaşmasıyla Kıbrıs Türk kadınının da bilim, sanayi, adalet, eğitim ve en önemlisi, Kıbrıs Türk toplumundaki yeri doğal olarak değişmiştir. Lakin günümüzde hala daha kadına çeşitli hakların sunulmadığı devletler bulunuyor, ama bizim odaklanacağımız Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’dir. En başından kısa bir şekilde feminizmin ne olduğuna bakalım:

Feminizm, toplumsal cinsiyet eşitliğini savunan bir düşünce akımı ve harekettir. Kadınların erkeklerle eşit haklara sahip olması gerektiğini savunur ve cinsiyet ayrımcılığına, patriyarkaya (erkek egemenliğine) ve toplumsal cinsiyet rollerine karşı çıkar. Feminizm, kadınların ekonomik, politik, sosyal ve kültürel alanlarda tam ve eşit katılımını hedefler.

Peki zaman içerisinde yaptığımız yenilikler yeterli mi? Kıbrıs’ın insanı gerçekten bu yeniliklere adapte oluyor mu yoksa hala daha geleneksel cinsiyet rollerini sürdürüyor mu?

Cevabımız oldukça basit, Kıbrıs Türk toplumu hem geleneksel cinsiyet rollerini yürütürken hem de eşitliği kabullenmiştir. Fakat bu eşitliğin gerçekten adaletli bir şekilde paylaştırılıp paylaştırılmadığı oldukça tartışmalı bir konudur.

Şundan emin olabiliriz ki bu paylaşım hukuken eşit değildir. Kadın olmayan bireylerin kadınlar için oy kullanıp bir konu üzerinde yasal olsun veya olmasın karar verip bunu yürürlüğe koyması oldukça yanlıştır. Aynı durum erkekler için de geçerlidir. İki cinsiyetin de kendilerini açık bir şekilde savunabilecekleri ve karar verecekleri ortamlar lazım. KKTC Meclisi’nin sadece yüzde sekizi 2010’a kadar kadınlardan oluşuyordu. Türkiye ile karşılaştırırsak, Türkiye'de kadın milletvekili oranı 2023’te 19.9% iken KKTC 2021’de 49 milletvekilinden sadece 9’u kadındı ki bu da 18% yapıyor. Peki bu sonuçları dünya ile karşılaştırırsak… Bu oran İsveç’te 47% ve Norveç’te 44%. Verilen iki ülke ise Avrupa ve hatta dünyada kadınlara sunduğu haklarla tanınan ülkeler. Dünya ortalamasını göz önünde bulundurursak , (25%) biz Kıbrıslı Türkler olarak oldukça gerideyiz.

Kadınları ve kız çocuklarını yeteri kadar kendilerini ifade edebilecekleri alanlara teşvik etmememiz ise bu oranın oluşmasında çok etkili. Meclisteki cinsiyet dağılımının eşit olmadığı aşikar. Bu ise mecliste kadınları yeteri kadar temsil edebilecek bireylerin olmadığı anlamına gelir. Tabii erkekler de bunu yapabilir, fakat bu her zaman belli bir çerçevede olacaktır. Örnek verecek olursak; İstanbul Sözleşmesi'nden 2021 yılında çıkış kararı, son zamanların en çok ses getiren kararı olmuştur. 2011'de sözleşmeye ilk imza atan ülke Türkiye olup 2012’de TBMM'de sözleşme yürürlüğe girmiştir. Lakin 2021’de "toplumsal değerlerle uyuşmadığı için" kaldırılmıştır. Çekilme kararı, kadın hakları savunucuları ve sivil toplum örgütleri tarafından oldukça tepki alsa da, erkeklerin egemen olduğu bir mecliste durum değişmemiştir. Kadın hakları savunucuları tarafından yargılanan bir konu olmuştur ayrıca Uluslararası Kuruluşlar tarafından da tepki görüp Türkiye'nin kararı tekrar gözden geçirmesi konusunda bir çağrıda bulunulmuştur. Alternatif olarak "Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele 4. Ulusal Eylem Planı" sunulmuştur ama önceki anlaşma kadar kapsamlı ve güçlü bir sözleşme değildir. Uzun lafın kısası, hem kadını hem de erkeği sağlıklı ve eşit bir biçimde temsil etmek için sayısal bir eşitliğe de ihtiyacımız var. Sayısal eşitlik; farklı durumlarda, özellikle azınlık gruplarında ve her alanda çeşitli bakış açılarına ve söz hakkına yer verilmesiyle sağlanabilir. Çünkü gerçek eşitlik ancak bu şekilde mümkün olur. Ayrıca eşitlik her zaman sayı ile değil her grubun az çok isteklerini ve arzularını gözden geçirerek sağlanabilir. Bunu yapamamak demek küçük grupların göz ardı edildiği ve yok gibi sayıldığı durum demektir, nitekim bir toplum azınlık ve çoğunlukları ile oluşur. Çeşitliliğin olmadığı bir grup toplum olamaz ve topluma değer verilmeyen yerde her zaman anlaşmazlıklar ve çatışmalar meydana gelir. Bu duruma başka bir bakış açısından bakacak olursak; bu maddi anlamda zengin insanların daha fakir çoğunluk için karar vermesine benzer. Fiyat artışları zenginleri günün sonunda fakiri etkilediği kadar etkilemez. Fakir, zenginin ulaşabildiği imkanların yarısına bile ulaşamazken, zengin için ekonomik krizler ciddi bir fark yaratmaz. Bu tür haklar sevgi dolu ve şiddetin pek görülmediği yuvalar için gereksiz gelebilir; fakat hala daha ve özellikle gelişmemiş, teknolojiye erişemeyen ve bu tür davranışların kabul edilebilir olduğunu düşünerek büyüyen bireyler ve jenerasyonlar için çok ama çok önemlidir.

KAYAD’ın 2010’da 600 Kıbrıslı Türk kadınla ile birlikte gerçekleştirdiği araştırmada kadınların 80%’lik bir bölümü kız çocuklarının ‘hanımefendi’ gibi yetiştirilmesi gerektiğini savunmuştur. Ayrıca KAYAD’ın yaptığı araştırmanın devamına bakacak olursak; 51% önceden empoze edilmiş geleneksel cinsiyet rollerine uyulması gerektiğini, 88% annenin yumuşak ve bakıcı bir doğaya sahip olmasını, 58% kadınların eve kocalarından erken gelmesini ve kocalarına rahatlayabilecekleri bir ortam sunmasını desteklemiştir. ‘Hanımefendi’ sözcüğünün anlamı:  Efendi (Arapça: أفندي Afandī ; Farsça: آفندی); Bizans'ta bir saygı unvanı olan Orta Yunancadaki "avthéntis" (otantik) kökünden türetilmiş, bey, üstad, hazret anlamında bir kelimedir. Kadınlar için "hanımefendi" olarak da geçiyor. Her kadının daha küçüklükten beri kulağına aşina gelecek bu sözcük aslında küçük kız çocuklarını ailelerinin ve toplumun onlardan beklediği ‘zarif’ ve ‘feminen’ bir kadını temsil eder. Hanımefendi denilince insanın aklına bakımlı, dikkat çekmeyen, aile dostu ve yeni nesil tarafından kullanılan terim ‘wife material’ gelir. Evlenilecek kadın, iyi bir hayat dostu ya da evine göz kulak olabilecek düzgün bir kadın... Hanımefendi kriterlerine uyan kişiler çoğu zaman aile ve toplumun baskısı ile ister fark ederek ister fark etmeyerek o kalıba girer ve onu sahiplenir. Örneğin kız çocuklarına öğretilen ‘yüksek sesle gülme’, ‘bağırma’ , ‘düzgün otur’ , ‘daha nazik davran’ ve ‘hanımefendi gibi ol’ gibi cümleler, halkın kadınlardan beklediği belli bir terbiye anlayışını ifade eder. Global olarak ise bu hala daha birçok ülke için geçerlidir. Tallcot Parsons’a göre aile, çocuğuna içinde yaşadıkları toplumun kültürünü, nelerin kabul edilebilir olup nelerin kabul edilmediğini ve o toplumda kısaca uyum sağlayarak hayatta kalmasını öğretir. Aile, çocuğun ilk sosyalleşme alanıdır. Ailede veya kültürünü öğrenemeyecek bir ortamda büyüyen çocuk, Parson’ın teorisine göre zaten o toplumdan dışlanır ve sağlıklı bir hayat geçiremez, kabul görmez ve eleştirilir. Bu yüzden aileler çocuklarını genellikle cinsiyetlerine göre yetiştirir, dahası yaşadıkları toplumda çocukların nasıl olması isteniyorsa aileler de çocuklarını istenildiği gibi büyütürler. Tabii ki çocukların her zaman onlardan beklenen kriterlere uyacağı söylenemez ve her türlü çeşitlilik görülebilir.  Günümüzde bu yaklaşımın günlük hayatımızda önemli bir yerinin olduğunu kolaylıkla görebiliriz. Kız çocukları genelde bale gibi spor alanlarında daha sık görülürken erkek çocukları futbol ile oldukça ilgilidir. Kıbrıs Türk toplumunda erkek çocukların, babalarının tuttuğu futbol takımını tuttuğu ve bu döngüyü devam ettirdiği görülür. Kız çocukları genelde keman veya piyano gibi müzik aletlerine yöneltilirken, erkek çocuklarını gitar veya bateri gibi enstrümanları çaldığı görülür. 

Parson'ın teorisi jenerasyonlar boyunca geçerliliğini globalleşme ve çocuk haklarının tanınmasıyla kaybetmektedir. UNCRC makale 13’te de bunu görebiliriz. Makale 13, her çocuğun kendi düşüncelerini ve hislerini özgürce paylaşabilmesini savunuyor. Bu sebepten dolayı yeni jenerasyonun ebeveynlerinde çocuğun bir ailede ön plana çıkmasıyla çocuğun arzuları da ön plana çıkıyor. Buna ek olarak "biz yapamadık bari o yapsın" düşüncesi de zamanında imkanı olmayan ve kendi isteklerini yerine getiremeyen ebeveynlerin en azından çocuklarının istediklerini yapabilmesini savunuyor.

Değinilmesi gereken diğer bir konu ise meslek değişimleridir. Eskiden genellikle ev hanımı olan ve zamanının çoğunu tarlada geçiren Kıbrıs Türk kadını, sanayileşme ile birlikte artık daha çok kariyer odaklıdır. Hatta buna akademik yönlerde kız çocuklarının daha başarılı olmasını örnek gösterebiliriz. Lakin bunun çeşitli farklı sebepleri de vardır. En yaygın anlayış ise, erkek çocuklarına sonsuz bir güven duyulması ve nasıl olursa olsun başının çaresine bakabileceğine inanılmasıdır. Bu sebepten dolayı az da olsa erkek çocukları göz ardı ediliyor ve bu aslında çok üzücü bir durum. Her çocuk, kız erkek demeden akademik olarak başarılı olabilir ve eğitimin ne kadar önemli olduğu dikkate alınmalıdır.  Elbette kız çocuklarının ileride başka birilerine -ki genelde bir erkeğe- muhtaç olmaması için eğitimde gereken yapılmalıdır. Ancak erkek çocukları için, "Aman, asker olur ya da sanayide çalışır, başının çaresine bakar" şeklinde bir bakış açısı yaygındır. Kız çocuklarının ise biyolojik olarak daha narin ve fiziksel olarak daha güçsüz kabul edildiğinden, sanayi işlerinde genellikle temizlikçi olarak çalışmak dışında pek seçenekleri olmadığı düşünülür. Üstelik temizlik işi toplumda oldukça düşük bir statüye sahip olarak görülmektedir. Bu durumun etkilerini, özellikle ergenliğe girilen ortaokul ve lise dönemlerinde, hem kızların hem de erkeklerin akademik başarıları üzerinden gözlemleyebiliriz. Çeşitli araştırmalar, kız öğrencilerin genellikle daha yüksek not ortalamalarına sahip olduklarını ve derslere daha düzenli katıldıklarını göstermektedir. Ayrıca, kızların erkeklere kıyasla daha disiplinli ve motivasyonlu oldukları ortaya konulmuştur. Bu fark, erkeklerin duygusal olgunlaşma sürecinin daha geç tamamlanmasıyla ilişkilendirilebilir. Örneğin, İngiltere’de 2019 yılında The Joint Council for Qualifications (JCQ) tarafından yapılan incelemelerde, A-Level sınav sonuçlarına göre kız öğrencilerin erkeklere oranla daha yüksek başarı gösterdiği tespit edilmiştir. Kız öğrencilerin %88,9’u A* ile C arasında notlar alırken, erkeklerde bu oran %83,9’da kalmıştır. Ayrıca, kız öğrenciler erkeklerden %5 daha fazla A* notu almıştır. Benzer bir durum Türkiye’de de gözlemlenmektedir. Yükseköğretim Kurulu’nun (YÖK) 2019-2020 verilerine göre, kız öğrencilerin üniversiteye yerleşme oranı erkeklerden %5-7 daha yüksektir ve mezuniyet oranları da daha fazladır. 2020 itibarıyla Türkiye'deki üniversitelerde kız öğrencilerin oranı %54,8 iken, erkeklerin oranı %45,2'dir. Üstelik kız öğrenciler, akademik başarı açısından da erkeklere kıyasla daha iyi bir performans sergilemektedir. Ancak, ders başarısı konusundaki farklılıklar disiplinlere göre değişiklik göstermektedir; kızlar sosyal bilimler ve dil derslerinde daha başarılı olurken, erkekler genellikle STEM alanlarında – özellikle fizik, matematik ve mühendislik gibi konularda – daha yüksek başarı göstermektedir. Elbette tüm bu verilerin sosyal, coğrafi ve toplumsal faktörlerden etkilendiğini unutmamak gerekir.

Osmanlı dönemindeki çok eşlilikten, günümüz Kıbrıs Türk kadınının devlette önemli görevler üstlenmesine kadar geçen süreçte, zamanın ilerlemesi ve küreselleşmenin etkisiyle kadın hakları giderek daha yaygın hale gelmiştir. Bu bilinçlenmenin ve eğitimin artması, kadınların toplumsal konumlarını güçlendirmiştir. Hâlâ yapılması gereken çok şey olsa da, bugünlere kadınlar sayesinde geldiğimizi unutmamalı ve bununla gurur duymalıyız.

Bu haber toplam 486 defa okunmuştur
Gaile 516. Sayısı

Gaile 516. Sayısı