“Kıbrıs’ta kahvehane kültürü ve Baf Ülkü Yurdu kahvehanesi…” 2
Ulus IRKAD
BÜYÜK DAYIM AHMET HAMDİ KILIÇ, STALAG’DA ESİR KALDIYDI…
Ülkü Yurdu Kahvehanesi’ni büyük dayım Ahmet Hamdi Kılıç işletirdi. Dayım İkinci Dünya Savaşı gazilerindendi ve Stalag’da epey esir kalmıştı. Esir kaldıktan bir müddet sonra geri döndüğünde evlenmiş, bu kahvehaneyi işletmeye başlamıştı. Tüm çocuklarını da bu kahvehaneyi işletirken okutmuştu. Dayım da fazla eğitim görmemesine rağmen dünyadan haberdar, kahvehanedeki gazeteleri devamlı hafızlayan ve İkinci Dünya Savaşı’ndaki kültürüyle açık fikirli bir insandı.
KAHVEHANENİN KÜTÜPHANE ODASINDA SHAKESPEARE VE YAŞAR KEMAL…
Ha, kahvehanenin bir de büyük bir gazete okuma ve kütüphane odası vardı ki onu da yazmadan geçemeyeceğim. Kütüphanede klasik kitaplar da vardı. Shakeaspeare’in Othello’sunu veya Yaşar Kemal’in romanlarını da bulabilirdiniz bu kütüphanede. Burada en fazla okunan Türkiye gazetelerinden Milliyet’i ve Cumhuriyet’i hiç unutmam. Milliyet’te Burhan Felek (Şeyh’ül Muharririn)’i tanımıştım yazılarından. Osmanlı dönemi ve İttihad ve Terakki yazılarını 1970’li yıllarda okuyordum. Tabi Ülkü Yurdu Kahvehanesi’ni işletenlerden yani Dayım’dan önce Beştane diye bir adamın varolduğunu ve 1930’lu ve kırklı yıllarda geceleyin uçurduğu ışıklı, fenerli uçurganlarıyla o dönemin çocuklarının sevgisini kazandığını da buradan belirtmek bir görev. Annem (Aysel Irkad) o günleri çok iyi hatırlıyor.
TÜRK BİRLİĞİ KAHVEHANESİ…
Baf’ta Jön Türklerin ilk toplantı yerlerinden Türk Birliği Kahvehanesi de önemliydi. Büyük Dayım Zihni İmamzade’nin anlattığına göre burası önceleri Baf Kıraathanesi olarak bilinmekteydi ve İttihad ve Terakki Kulübü’nün de Baf’taki merkezi durumundaydı. Tam bandabuliya içerisindeydi ve Medrese ile Rüştiye’ye oldukça yakındı. 1964 yılında 7 Mart Olayları’nda, Baf Mücahitleri tarafından bombalanan Çarşı camisinin de yanındaydı. Bu kahvehanenin işletmecisi olarak Hüseyin Kanatlı’nın babası Osman Dayı (Osman Kanatlı)’yı hatırlıyorum. Daha sonra 1963-64 çarpışmalarında Osman Dayı ara sokaklarda Topal Enver’in evinin yanında bir başka kahvehane açacaktı. Bu kahvehaneden sonra Osman Dayı yine bazı yerlerde kahveciliğe devam edecekti.
SAYDAM İSBAHO’NUN KAHVEHANESİ…
Baf’ta sadece Ülkü Yurdu Kulübü veya Kahvehanesi yoktu. Mutallo’da ilk Sancaktar Demir Adam’ın (Kamil Doğan’ın) inşa ettiği parkın karşısında birkaç tane kahvehane daha vardı. Bunların en meşhuru birkaç sene önce Londra’da hayata veda eden Saydam Oğuzkan (Saydam İsbaho)’nun kahvehanesi idi ki sanırım daha fazla anneleri bir zamanlar bu kahvehaneyi çalıştırmıştı. Daha altmışlı yılların ortalarında kahvehaneye girenler, kahvehaneyi bilenler, duvarlar üzerinde Oğuzkan kardeşlerin ressamı şimdi resim öğretmenlerimizden ressam Taylan Oğuzkan’ın (Altmışlı yıllarda Taylan Volkan olarak da tanınırdı) yaptığı çok güzel resimlerle de tanışırlardı. Bunların arasında “Mona Lisa” aslına çok benzerdi. Taylan Oğuzkan’ın Babam Hüseyin Irkad ve Sayın Adaoğlu ve diğer aydınlar ve gençlerin de yardımları ile (Ali ve Alpay Volkanların isimlerini burada anarken, Mustafa Baflı ve Sobutay Ali Ratip’i de unutmuyorum) çıkardığı Ocak ve Bucak Dergilerindeki karikatür ve resimlerini ve katkılarını da burada anmam gerekmektedir. Son zamanlarda bu resimler o kahvehaneyi süslemekteydi.
ŞARLO BIYIKLI YUSUF DAYI’NIN KAHVEHANESİ…
Daha ileride Şarlo bıyıkları ile meşhur, biz çocuklara yemiş de satan Yusuf Dayı’nın kahvehanesi vardı. Yusuf Dayı genç yaşlarda Güzelyurt (Omorfo’da ölen) rahmetli Özer Kahveci’nin ve eski Namık Kemal Lisesi öğretmenlerinden İbrahim Kahveci’nin de babasıydı (İbrahim Kahveci şu anda, Türkiye’de avukatlık yapmaktadır, Namık Kemal Lisesi’nden emekli olmadan Türkiye’de dıştan avukatlık eğitimi de yapmış ve hanımı da Türkiyeli olduğu için emekliğinden sonra oraya gitmiştir). Özer Kahveci’nin plak kolleksiyonunu ve eski şarkılar hakkında bilgisini bilenler onun altmışlı yılların ortalarında Gazi Baf’ın Sesi radyosunda yaptığı güzel şarkı programlarını da hatırlayacaklardır. Özer Kahveci Baf’ın Beyefendi insanlarından biriydi. 1963-64 çarpışmaları sırasında Yusuf Dayı’nın İkinci Dünya Savaşı’ndan kalan büyük radyosunun çevresinde toplanan yüzlerce insanın diğer kazalardaki ve Lefkoşa’daki olayları duymak için ne kadar merak ve endişe içerisinde olduklarını unutamam.
BİNBAŞI MACEY’YLE BURADA TANIŞTIYDIK…
Sözü geçen Kahvehane aynı zamanda 7 Mart 1964 olaylarında esir alınan Kıbrıslırum esirlerin büyük bir kısmının toplandığı bir merkez durumundaydı. Esir değişimi sırasında büyük bir rol oynayan ve daha sonra Kıbrıslırum fanatikler tarafından “kayıp” edilen BM İngiliz Binbaşısı Macey’yle de burada tanışmış, Macey beni babamı ve kardeşlerimi o gün esir değişimi sırasında (8 Mart 1964), bu kahvehanenin önünde son defa resim çekmişti. Aynı binbaşı, babamla da çok iyi arkadaş olduğu için bizim eve de bir defasında babamla birlikte yemeğe gelmişti. Mütevvefa Binbaşı aynı zamanda çok iyi Türkçe de konuşmaktaydı.
ÜLKÜ YURDU MAHALLESİ…
Aşağıya tekrar Ülkü Yurdu Kahvehanesi’ne ve bölgesine geldiğimizde, bölge de kahvehane ve kulüpten ismini almıştı (Mahalleye de Ülkü Yurdu Mahallesi denilmekte, çocuk takımları arasındaki maçlarda bile bölgenin takımı Ülkü Yurdu adını almaktaydı), bir uçurum ve eğik bir yolla vadi gibi 1963 sonrası terkedilmiş Hamam Bahçeleri, yıkılan Rüştiye, Medrese ve tamamıyla ortadan kalkan çarşı camisi karşıda artık Rumlaşan Bandabüliyo, yani çarşı ve en yüksekte silahlı Kıbrıslırum polislerin beklediği polis karakolu tabii ki unutulamaz. Musalla Tepesi (Babaları EOKA tarafından vurulan Alparslanlar da o mahallelerde kalmaktaydılar), Baf Postası da vadiden sonra Dip Baf’a giden yolla birlikte görülmekteydi. Sözü geçen Posta Yolu üzerinde de bir Kıbrıslırum kahvehanesi bulunmaktaydı. Aynı şekilde Baf Bandabuliyası’nda da bu kahvehanelerden bulunmaktaydı ama sözü geçen kahvehaneler öğleden sonraları kapanmaktaydılar. Yani Ülkü Yurdu Kulübü ile Kahvehanesi esasında son derece stratejik bir mevkide de bulunmaktaydı ki nitekim Kulübün arka tarafında bulunan bir mücahit mevzisi ve orada bekleyen mücahitler de hiç unutulamaz. Kulübün altında kayalar bulunmaktaydı. Denildiğine göre bu kayaların birinde eski Kıbrıslıca yazıtlar da bulunmaktaydı ama bu yazıtlarda neler bulunuyordu, neler yazıyordu içeriğini bilemem.
KULÜBÜN KURUCUSU SÜLEYMAN ŞEVKET…
Kulübü kim kurmuştu? Esasında şu andaki kulüp üyeleri de bilmez ama geçmiş senelere kadar aramızda yaşayan ve 1930’lu yılların futbolcu ve gençlerinden olan Tahsin Saymen ( Emekli polisti ve Cemal, Selçuk, Ercan ve Kaya Saymenlerin de babasıydı) ile Mehmet Süt’ün bana anlattığına göre Ülkü Yurdu’nun esas kurucusu 1936 yılında Aşelya Köprüsü’nün çökmesiyle kaybettiğimiz Kıbrıslı entellektüellerden ve en iyi avukatlardan Süleyman Şevket’ti. Şevket, Dr. İhsan Ali’nin yeğeniydi ve Shakeaspeare Okulu’nun kurucusu Bodamyalızade’nin (Baf Rüştiyesi öğrencilerindedi ve Zihni İmamzade’nin de sınıf arkadaşıydı) anlattığına göre (o da Üniversite eğitimini Londra’da yapmıştı) Londra’dayken yaptığı etkinliklerle İngiliz gazeteleri bile ondan söz ederdi. Şevket 1930’ların başlarında kendisi de futbol oynayarak gençler arasında futbol takımları kurmuş (Bu takımlardan bir tanesi Demirspor’du), sonra da bunları Ülkü Yurdu Kulübü adı altında birleştirmişti. Yani bugünkü Ülkü Yurdu ilgililerinin Süleyman Şevket’in resmini kulübe asmaları gerekmektedir ilk kurucusu olarak.
BALIKÇI FIKRALARI…
Mehmet Süt ise 1930’lu yıllarda başlayan Futbol hayatına 1950’li yıllarda Çetinkaya, daha sonra da gene Ülkü Yurdu takımında yer alarak devam etmiş, Kıbrıs’ın en iyi futbolcularından birisiydi. İlerlemiş yaşına rağmen 1970’li yıllarda kahvehane veya kulübe gelir, kulüple bağlantısını hiçbir zaman koparmamıştı. Mehmet Süt duvar boyacısıydı ama en büyük hobisi de balık avlamaktı. Onun için kahvehanede birçok balıkçı fıkraları uydurulur ve onun kızmasına çalışılırdı. Mesela kahvehanede onu bir müdavimin rüyasında balık avı sırasında fırtınaya yakalanmış olarak av yerinden kaçarken görmüş ve bu gülünç fıkra günlerce kahvehanede bilhassa babam tarafından da söylenmişti. Süt’ün yanında 1960’lı yılların başlarında hatırladığım futbolcular arasında Ramadan Dadi, rahmetli Avni Gameno, Zeynel Arıkan, Hüseyin Irkad, Mustafa BAFLI (Guguna), Nejdet Blaki, rahmetli Selçuk Karabardak, yine daha bugün yaşlı olan birçok Baflı futbolcu ve Ülkü Yurdu hastası müdavimleri de burada anmak istiyorum. Mesela bunlardan biri de rahmetli Orhan Menteş’ti. 1973’te bir araba kazasında yitirdiğimiz gençlerimizden Dip Baflı Ahmet ve Mustafa Gavurma da Ülkü Yurdu’nun genç müdavimlerindendiler (Yine bu kaza öncesinde 1971 yılında Baf-Limasol Yolu üzerinde genç yaşta yitirdiğimiz Arabacı Mehmet’in oğlu Olgun’u da rahmetle anıyorum). Ülkü Yurdu Kulübünde top koşturmamış bir Baflı’yı tahayyül edemem, dolayısıyla adlarını burada hatırlayamadıklarım ölmüş veya yaşayan tüm Ülkü Yurduluları da selamlamak istiyorum. 1964 olaylarından sonra takıma büyük hizmet veren merhum İbrahim Dadi, merhum Alpay Volkan, Ali Volkan İbrahim Daga, Derviş Muharrem (Kardeşi Tezel’i de buraya almak lazım ama Tezel daha sonra izdivaç yaparak İsveç’e transfer oldu ve orada meşhur bir antrenör ve futbolcu ünvanı kazandı), Aşar Ustaoğlu, Tansel Yıldız, Cemal Kılıç, Şaban Balıkçıoğlu, Mandirgalı Sümer, İbrahim Momin, Rahmetli Aynikolalı Coşkun (Londra’da öldü), Baf’ın yetiştirdiği büyük kalecilerden Yusuf Marko, Ramadan Lollo (Ramadan, Yusuf Marko gibi olmamasına ve zayıf bir kaleci olmasına rağmen yine de sorumluluğu yerine getirerek takımının kaleci eksikliğinin olduğu yıllarda takımına büyük katkılarda bulundu). Ramadan’dan önce yine Abdulla Alparslan senelerce aynen Yusuf Marko gibi kaleyi korumuş ama onun Avustralya’ya göç etmesiyle Ramadan kaleyi devralmıştı. İbrahim Gutto ( sağlamdı, geriyi müdafaa ederken ataklara da yardımcı, sert şutları olan oyuncularındandı ve onu geçmek kolay değildi), Tansel Cikko ve Atay Coşkuner gibi oyuncularla Halil Onbaşı, Aydın Aygın, Sella ve Aysın Kampa’yı da buradan anmak bir borç.
Baf Kıraathanesinde kurulan Baf İttihat ve Terakki Kulübü 1909-1910
DEVAM EDECEK