Kıbrıs’ta katliamlar ayı: Ağustos…
Ağustos ayı, hem Kıbrıslıtürkler, hem de Kıbrıslırumlar için, Kıbrıslımaronitler için de son derece üzücü bir aydır... Bu ayda toplu katliamlar, zorla yerinden edilmeler, insanların “kayıp” edilmesi yaşandı... Ve ayrıca “savaş”ı bir “gerekçe” olarak kullanarak bunu “oportünist” bir suça dönüştüren ve kadınlara tecavüz edenlerin yarattığı korkunç yıkımların yaşandığı bir aydır...
MURATAĞA-ATLILAR-SANDALLAR...
14 Ağustos 1974, Kıbrıs’ta işlenmiş belki de en büyük savaş suçu ve insanlığa karşı suçu oluşturan Muratağa-Atlılar-Sandallar katliamının yaşandığı gündür. O gün, Piperisterona, Lefkonuk vs. gibi köylerden gelen EOKA B mensubu bazı Kıbrıslırumlar, aralarında minik bebeklerin ve yaşlı insanların da bulunduğu, ağırlıkla kadınlar ve çocuklardan oluşan üç köyden 126 Kıbrıslıtürk’ü katletmişlerdi... Bu üç köy, Muratağa-Atlılar-Sandallar köyleri idi...
Bunu neden yapmışlardı? Bu köyden Kıbrıslıtürk erkekleri tutuklayarak onları önce Piperisterona’ya, arından Mağusa’da Karaolos Kampı’na ve sonrasında da savaş esiri olarak Leymosun’a taşımışlardı...
Üç köyün erkeklerinin tutuklandığı bu süreç 20 Temmuz 1974’te başlamıştı. Sonrasında da kadınlar, çocuklar ve yaşlı adamları Piperisterona’dan bu üç köydeki evlerine geri götürmüşlerdi...
“SAVAŞ”I “GEREKÇE” YAPIP SUÇ İŞLEDİLER...
Bunu neden yaptılar? Piperisterona, Lefkonuk, Monarga, Aysergi ve civar köylerden EOKA B mensubu bazı Kıbrıslırumlar, “savaş”ı gerekçe olarak kullanarak “oportünistler” olarak “eğlenmek” istyorlardı. Başka başka “fikirleri” vardı – elbette Kıbrıs’ta savaş devam ediyordu, Girne’de çarpışmalar oluyordu, Alaminyo’da, Baf’ta, Leymosun’da, Larnaka’da, Lefkoşa’da çarpışmalar vardı 20 Temmuz 1974’ten itibaren ancak EOKA-B’ci bu Kıbrıslırumlar, bu üç küçük Kıbrıslıtürk köyüne yerleştiler, hayvanları alıp bazladılar, kendilerine “suflaki” yaptılar, içip içip sarhoş olarak bu köylerdeki savunmasız kadınlarla çocukları tacize giriştiler... Bu durum 14 Ağustos 1974’e kadar devam etti, ta ki Türk askerlerinin bu köylere doğru geliyor olduklarını “farkedinceye” kadar – işte o zaman bu üç köydeki tüm insanların her birini yok etmeye karar verdiler. Böylece bu üç köyden kadınlarla çocukları ve yaşlı insanları öldürmeye ve toplu mezarlara gömmeye giriştiler. Muratağa-Atlılar-Sandallar’dan kaçarak adamızın güneyine sığındılar, yakalanmak istemiyorlardı çünkü insanlara ve insanlığa karşı çok büyük suçlar işlediklerinin farkındaydılar...
TOPLU MEZARLAR BULUNUYOR...
Ancak kısa süre sonra bu üç köyden insanların öldürülerek gömüldüğü toplu mezarlar bulunacak ve bu da korkunç bir şok yaratacaktı – ve bir takım Kıbrıslıtürkler de bu toplu mezarları kullanarak “intikam” almaya girişecekti... EOKA-B’nin yarattığı bu toplu mezarların varlığı, yeni suçların işlenmesi için “gerekçe” yapılacaktı...
BİR SINIF FOTOĞRAFI...
Bir sınıf fotoğrafında görülen tüm çocuklar öldürülmüştü – bir tek sınıf öğretmeni öldürülmemişti çünkü okullar tatil olduğu için, öğretmen köyde değildi. Bu sınıf fotoğrafında görülen tüm çocuklar arasından sağ kurtulan bir tek Şafak Nihat olacaktı ve Şafak Nihat’ın ailesi, onlar saklanarak öldürülmekten kurtulmuşlardı.
Şafak Nihat henüz 14 yaşında bir çocuktu – bizzat o Muratağa-Sandallar toplu mezarının nerede olduğunu keşfedecekti... Her zaman oynadığı köy dışındaki çöplükte birşeylerin değişmiş olduğunu keşfetmişti, sonra da bir çocuğun elinin dışarıda olduğunu görmüş ve hemen koşarak bu durumu haber vermişti... Herkes Muratağa’dan “kayıp” edilen insanları aramaktaydı... Her tarafı arıyorlar ancak onları bulamıyorlardı – belki de bu kadınlarla çocukların alınıp Leymosun’daki esir kampı gibi bir yere savaş esiri olarak götürüldüklerini düşünmeye başlamışlardı. Ancak durum hiç de öyle değildi – tümü de öldürülmüş ve toplu mezarlara gömülmüşlerdi. Muratağa ve Sandallar’daki insanlar, Muratağa’nın dışındaki çöp alanına, Atlılar’daki insanlar da Atlılar dışında başka bir noktaya gömülmüşlerdi.
Şafak Nihat’ın yardımlarıyla Muratağa-Sandallar toplu mezarı ortaya çıkarılacak ve bu da yaşanan en büyük şoka neden olacaktı çünkü katledilmiş olanların tümü de kadınlar ve her yaştan çocuklardı, henüz bezden kurtulmamış bebekler vardı öldürülenler arasında, bu dünyanın masum meleciklerine bile kıymışlardı... Atlılar toplu mezarı da bulunacak ve bu da ikinci bir şok dalgası yaratacaktı...
Aileleri Galatya ve Muratağa'da öldürülen Hristina Pavlu Solomi Patça ve Hüseyin Akansoy, Muratağa toplu mezarında birlikte...
BİR “İNTİKAM FURYASI...”
Masum kadınlarla çocukların EOKA-B mensubu bazı Kıbrıslırumlar tarafından katledilmiş olduğuna dair haberler tüm adaya yayılırken, bu da bir “intikam furyası”nı tetikleyecekti. Bazı Kıbrıslıtürkler, bunu bir “fırsat” olarak kullanarak, “Kıbrıslırumlar’dan intikam almaya” girişecek ve masum sivillerin yanısıra savaş esirlerini de Çatoz’da, Lapatoz’da, Derinya’da, Galatya’da, Trükomo’da, Karpaz’da, aklınıza gelebilecek her yerde öldürmeye girişecekti... EOKA-B’nin cinayetlerini bir gerekçe olarak kullanıp “intikam” iddiasıyla adayı kana bulayacaklar, EOKA-B’yle hiç alakası olmayan masum insanların canlarını alacaklardı... Böylece adamız kana boğulacaktı. Komikebir’den, Eptagomi’den insanlar kurşuna dizilecekti. Kumyalı’dan (Koma du Yalu) kadınlara tecavüz edilecekti. Aşşa ve Afanya’dan insanlar öldürülerek toplu mezarlara, tarlalara ve kuyulara gömülecekti. Aşşa, Afanya, Lapta ve Lapatoz’dan kadınlara tecavüz edilecekti... Voni’de (şimdiki adı Gökhan) savaş esiri olarak tutulan Kıbrıslırum kadınlara korkunç biçimde tecavüz edilecekti – ta ki Alpay Topuz bu kampın yöneticiliğine getirilinceye kadar bu devam edecekti. Alpay Topuz büyük bir insaniyet örneği göstererek bu tecavüzleri derhal durduracak ve kampta tutulan Kıbrıslırum kadınları korumaya çalışacaktı. Alpay Topuz’a bu insaniyeti için iki toplumlu barış grupları dışında hiç kimsecikler de bir kuru “teşekkür” dahi etmeyecekti...
PALODYA KIBRISLIRUM ASKERİ KAMPINDA KATLİAM...
EOKA-B’ciler, Dohni köyünde de benzer suçlar işlemeye girişeceklerdi – Dohni (Taşkent) ve Zigi’den (Terazi) toplayıp iki otobüse doldurdukları Kıbrıslıtürk erkekler ve ergenleri, Leymosun esir kampına götürmek yerine, bu iki otobüsün gittiği yönü değiştirerek Palodya Kıbrıslırum askeri kampında ve Pareklişa’da onları soğukkanlılıkla katledeceklerdi.
Ancak bu katliamdan tek bir Kıbrıslıtürk yaralı ama sağ olarak kurtulacaktı: Suat Kafadar, Palodya askeri kampından yaralı olarak sürünerek kaçmayı başaracak ve ağaçlarda saklanarak yavaş yavaş Muttayaga (Mutluyaka) köyüne gitmeyi ve yaşanan katliamı anlatacaktı. Palodya Kıbrıslırum askeri kampında EOKA-B’ciler birinci otobüste bulunan herkesi yere oturtmuşlar, onlara içmek için sigara vermişler, cüzdanlarını, saatlerini, yüzüklerini toplamışlardı. Sonra da onları vurmuşlardı... Öldürdüklerini gömmek üzere bir şiro getirmeye gittikleri zaman, işte o zaman Suat Kafadar kaçabilmişti katliam yerinden – henüz 19 yaşında Dohnili bir gençti... Sürünerek kaçmıştı... Biz de bu katliamın ayrıntılarını o sağ kalabildiği için öğrenebilmiştik.
EOKA-B’ciler öldürdükleri Kıbrıslıtürkler’i Palodya askeri kampına gömmüşlerdi – ancak Suat Kafadar’ın bu katliamı anlatmasıyla birlikte Birleşmiş Milletler Palodya askeri kampını ziyaret ederek sorular sormaya girişmişti. Kampın o günlerdeki askeri yetkilileri, “askeri manevraları olduğu” gerekçesiyle BM’yi kamptan göndermişler, ertesi gün geri gelmelerini söylemişlerdi...
YERASA’YA TAŞINAN BİR TOPLU MEZAR...
O akşam toplu mezarı açmışlar ve itfaiyeye ait bazı kamyonlar vasıtasıyla Palodya askeri kampında öldürülmüş olan Kıbrıslıtürkler’i, Yerasa madenlerine taşıyarak buraya tekrardan bir başka toplu mezara gömmüşlerdi. Dohni’den “kayıp” edilen ikinci otobüsle ilgili çok fazla bilgi yok elimizde çünkü bu ikinci katliamdan, Suat Kafadar gibi sağ kurtulan olmamış... Pareklişa madenine gömüldüklerini ve ilk toplu mezarın yerinin daha sonra birkaç metre uzağa doğru değiştirildiğini biliyoruz. Pareklişa, Kıbrıs’ta halen çalışmakta olan en büyük taş ocaklarından birisidir.
Dohni ve Zigi’den Kıbrıslıtürkler’in öldürülerek gömülmüş olduğu bu iki toplu mezar, Kayıplar Komitesi tarafından kazıldı, onlardan geride kalanlara ulaşıldı. Ancak bu iki otobüsten hala “kayıp” olan iki Kıbrıslıtürk var. Onların akıbeti henüz bilinmiyor...
HİÇ KİMSE SORUMLU TUTULMADI...
Kıbrıslıtürkler de, Kıbrıslırumlar da, Galatya’da, Lapatoz’da, Lapta’da, Çatoz’da, Galatya’da, Karpaz’da, Palodya’da, Pareklişa’da, Aya İrini’de, Trikomo’da, Derinya’da, Muratağa-Atlılar-Sandallar’da, Kumyalı’da ve daha pek çok yerde yaşanan katliamlardan ötürü hiç kimseyi sorumlu tutmadılar, hiç kimseyi yargı önüne çıkarmadılar, hiç kimsecikler işlemiş oldukları bu ağır insanlık suçlarından ötürü yargılanmadı. Her iki taraf da bu adada insanlığa karşı işlenmiş olan bu suçların üstünü örttüler, iki taraf bir tek Kayıplar Komitesi’ne bu toplu mezarları kazma izni verdiler, o da herhangi bir tarafı “suçlamamak”, herhangi birini bu toplu katliamlardan “sorumlu tutmamak” koşuluyla... Çünkü zaten Kayıplar Komitesi, 1981 yılında kurulurken, bu koşulla kurulmuştu...
Bu adada barış ve yeniden uzlaşma isteyen Kıbrıslılar olarak bu katliamların öykülerini anlatmalıyız çünkü yalanlar bizi koruyamaz, ancak gerçek bizi özgür kılabilir... Karşılıklı anlayışı bu şekilde yaratabiliriz ve bu topraklarda böylesi katliamların “cezasız” kalmayacağı koşulları yaratmamıza yardımcı olabilir...