1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. “Kıbrıs’ta “kayıp” gerçek...”
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

“Kıbrıs’ta “kayıp” gerçek...”

A+A-

“Justice Info Net” için bir makale kaleme alan, uzun süredir “kayıplar”la ilgili araştırmalar yürüten Dr. Nasia Hacıyeorgiu’nun “Kıbrıs’ta “kayıp” gerçek...” başlıklı makalesini okurlarımız için derleyip özetle Türkçeleştirdik. Dr. Nasia Hacıyeorgiu, özetle şöyle yazıyor:

***  Kıbrıslıtürk ve Kıbrıslırum bilim insanları ve araştırmacılarından oluşan bir kurum olan Kıbrıs’taki Kayıplar Komitesi’nin misyonu, 1960’lı yıllardaki iki toplumlu çatışmalar ve 1970’li yıllardaki Türk işgali esnasında “kayıp” edilen Kıbrıslılar’ın kalıntılarını bularak bunları kimliklendirme ve ailelerine (defnedilmek üzere) geri vermektir. Kayıplar Komitesi sık sık bunun “iki toplum arasındaki yeniden yakınlaşma sürecine katkıda bulunacağını” ve Kıbrıs sorununun “kapsamlı çözümünün yolunu açacağını” vurgulamaktadır.

***  BM’nin eski Genel Sekreteri Ban Ki Moon, o güne kadar 701 Kıbrıslırum ile 275 Kıbrıslıtürk’ün kalıntılarını bularak kimliklendirmiş olan Kayıplar Komitesi’ni, “Kıbrıslıtürk ve Kıbrıslırum toplumları arasında başarılı bir işbirliği modeli” olarak tarif etmiştir. Ancak buna karşın, Kayıplar Komitesi adada yeniden yakınlaşma konusunda anlamlı bir çabayı ileri götürmemiştir, kapsamlı bir çözüm için adadaki müzakereler de dondurulmuş durumdadır. Kayıplar Komitesi’nin (bu konudaki) başarısızlığının nedeninin, operasyonlarındaki gecikmeleri, ortaya koyduğu gerçeğin biçimi ve bu gerçeğin ötesinde herhangi bir ek eylem için harekete geçmekteki yetersizliği veya isteksizliği olarak yorumlanabilir.

***  Kayıplar Komitesi’nin (bu konudaki) başarısızlığının analizi, “kayıplar”ından geride kalanların iade edilmiş olduğu 20 Kıbrıslırum (birinci derecede) “kayıp” yakınıyla yapılan röportajlara dayanmaktadır. Bu röportajlar, Uluslararası Barış Araştırmaları Vakfı’nca finanse edilen bir araştırma projesinin parçasıdır.

***  Kayıplar Komitesi’nin adada yeniden yakınlaşma hedefini ileri götürmekte başarısız olmasının birinci nedeni, çalışmalarını karakterize eden aşırı derecedeki gecikmeler olabilir. Kıbrıs’taki “kayıplar” iki dalga halinde meydana gelmiştir: Bunlardan birincisi 1963-64 yıllarındaki iki toplumlu öatulnakarda “kayıp” edilenlerdi ki kurbanların çoğu Kıbrıslıtürkler’di – ikincisi ise 1974’te Türk işgali esnasında “kayıp” edilenlerdi ki bunlardan çoğunluğu da Kıbrıslırumlar’dı. (1974’ten beridir Kıbrıs’ın kuzeyi Türkiye’nin işgali altında bulunmaktadır ve uluslararası hukuğa göre bu yasadışı bir işgaldir.)  Kayıplar Komitesi 1981 yılında oluşturulmuş ancak üyeleri arasındaki çekişmelerden ötürü, ancak 2006 yılında operasyonel olabilmiştir. Böylece bugün yakınlarına ne olduğu gerçeğini öğrenmek üzere “kayıp” yakınları 30 ile 60 yıldan bu yana beklemektedirler.

***  “Kayıp” yakınlarının yaşadığı bu gecikmelerin yıkıcı etkisine ilaveten, Kayıplar Komitesi ile aileler arasında özünde hiç iletişim olmayışı, iletişimin ancak akrabalarının kalıntıları bulunduğu zaman Kayıplar Komitesi’nden haber almaları da vardır. Bu da ailelerin onyıllar boyunca bir belirsizlik boşluğu içerisinde terkedilmelerine yol açmakta, bu da aileleri güçsüzleştirmekte, bu iki toplumlu çabaya karşı da bir tür kızgınlık ve güvensizlik duyguları yaratmaktadır.

***  Kayıplar Komitesi’nin ikinci sınırlayıcı sorunu da “kayıp” yakınlarına sunduğu gerçeğin türüyle ilgilidir – bazı “kayıp” yakınları, bekledikleri gerçekten farklı bir gerçekle karşılaşmaktadır. Komitenin kuruluş amaçları/referans şartları altında (terms of reference) “Herhangi bir kayıp şahsın ölümüyle ilgili herhangi bir sorumluluk atfetmeyecektir ve böylesi ölümlerin nedenleriyle ilgili bulgular da ortaya koymayacaktır...” Bunun sonucunda Kayıplar Komitesi, “kayıp” yakınlarının gerçeği bilme hakkını son derece sınırlı bir biçimde korumaktadır: onlara adli bir gerçek sunmaktadır, bir sevdiklerinin ölmüş olduğunu teyid etmektedir ve bir kutu içerisinde onların kalıntılarını sunmaktadır ancak bunun ötesinde bir şey sunmamaktadır.

***  2019 yılında Kayıplar Komitesi’nin yaptırdığı bir araştırmada, “kayıp” yakınları, en merkezi talep olarak aile bireylerine “ne olduğunu bilme ihtiyacını” öne çıkarmışlardır, Komite ise adli gerçeğin bu talebi zaten karşıladığını öngörmektedir. Ancak röportaj yapılan bazı “kayıp” yakınları, “gerçeği”, “kayıp” edilmiş olan yakınlarının ölü mü yoksa sağ mı olduğunun kendilerine bildirilmesi olarak algılamayıp, çok daha geniş biçimde bu “gerçeği” tanımladıklarını, bu suçun neden işlendiğini bilmek istediklerini ortaya koymuşlardır.

***  Bu sorulara onca yıl boyunca yanıtların yokluğu, pek çok kişiyi araştırmayı bizzat kendilerinin ele almasına yol açmıştır. Araştırma projesinin parçası olarak röportaj yapılan “kayıp” yakınlarının neredeyse tümü, “kayıp”larının ilk yıllarından söz etmişler, o yıllarda kendi başlarına nasıl bilgi toplamaya çalıştıklarını aktarmışlardır. Bu araştırmalar aynı sahte öykülere yol açmıştı: “Kayıp” edilmiş olan yakınları, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin denetimi altında olmayan bir bölgede saklanmaktaydı ya da Türkiye’de esir olarak tutulmaktaydı. Bu ipuçlarının doğru olmadığı ortaya çıkınca da düşkırıklığı ve güvensizlik ortaya çıkmıştır.

***  Kayıplar Komitesi’nin söz verilen düzeyde yeniden yakınlaşmayı neden gerçekleştirememiş olduğunun üçüncü açıklaması ise, herhangi ek bir yeniden yakınlaşmayı arttırıcı önlemin yokluğuna karşın, Kayıplar Komitesi’nin ortaya koyduğu gerçeğin otomatik olarak iki toplumlu ilişkileri iyileştireceği yönündeki varsayıma dayanmaktadır.

***  Örneğin bir “kayıp” şahsın nasıl öldürülmüş olduğuna ilişkin herhangi bir rapor üretmeyen Kayıplar Komitesi, buna ek olarak bir “kayıp” şahsın kalıntılarının bulunmasına yol açan bilginin nereden geldiğinden de söz etmemektedir. Röportaj yapılan “kayıp” yakınlarından birisinin öyküsü bu bağlamda barizdir: Komite, belli bir noktada kazı yapmış fakat aramakta olduğu dokuz “kayıp” şahıstan bir iz bulamamıştı. Kazı ekibi, oradan ayrılmak üzere hazırlık yaparken bir Kıbrıslıtürk kadın onlara yaklaşarak, birkaç metre uzaklıkta bir ağacın altına gömülü olduğunu söylemişti... 32 sene önce bu dokuz kişinin öldürülmesine şahit olmuştu bu kadın ve bedenlerinin nereye gömülmüş olduğunu unutmamak maksadıyla, oraya bir ağaç dikmişti... “Kayıp” yakını, bu öyküden ancak kişisel bağlantıları nedeniyle haberdar olmuştu çünkü Kayıplar Komitesi personeli arasında yakın kişisel bağı olan bir tanıdığı vardı. Böylesi bilgiler hiçbir zaman resmi olarak ailelerle paylaşılmamaktadır – halbuki öteki toplumdan birisinin bir “kayıp” şahsın bulunması için yardımcı olduğunun bilinmesi,  yeniden yakınlaşma çabalarına pozitif bir katkı yaratabilir belki de. Böylelikle Kayıplar Komitesi’nin çalışmalarının daha şeffaf olmasıyla bu bilgi açığının ele alınması, belki iki toplumlu ilişkileri iyileştirebilecek yöntemlerden birisi olabilir...

***  Bunun da ötesinde, Kayıplar Komitesi yeniden yakınlaşmayı arttırıcı başka etkinlikleri üstlenmemiştir – örneğin bu bağlamda yardımcı olabilecek olan bulgularının sonuçlarını yayınlamak gibi... Örneğin röportaj yaptığım pek çok kişi bana kendi köylerine saldırının, birkaç gün önce bazı Kıbrıslırumlar tarafından Kıbrıslıtürk kadınlar ve çocuklara karşı işlenmiş olan suçlar ardından gerçekleştirildiğini anlatmışlardır. Bu suçların neden işlenmiş olduğuna ilişkin nüanslı bir anlayışları vardır ve aynı şekilde gelecekte bunlardan kaçınmak için neler yapılması gerektiği konusunda da bir anlayışları vardır ancak tüm bunlar genel olarak yaygın biçimde Kıbrıslırum kamuoyuyla paylaşılmamaktadır ve Kayıplar Komitesi de bu konuda hiçbir zaman herhangi bir açıklamaya girişmemiştir.

***  Son olarak, Kayıplar Komitesi “kayıp” şahısları – şimdi artık resmi olarak öldüğü bilinenleri – anmamaktadır. Tek anma biçimi, masraflarını ödediği cenaze törenidir. Bunun sonucunda da başka kurumlar bu işi üstlenmişler ve bunu da sokaklara “kayıp” şahısların isimlerini vererek veya onlar adına anıtlar dikerek bunu gerçekeleştirmektedirler.

***  Ancak şu ana kadar böylesi girişimler ya Kıbrıslırum ya da Kıbrıslıtürkler’i anmakta, hiçbir zaman her ikisini de anmamaktadır – böylece her bir toplumda, kendi kurbanlarının tek kurbanlar olduğu ve “ötekilerin” de saldırgan suçlular oldukları izlenimi yaratılmaktadır. Oysa Kayıplar Komitesi iki toplumlu bir kurum olarak bu anlatıya karşı anmalar organize etmeliydi. Ancak bugüne kadar bunu yapamamıştır. Bunun nedenlerinin bir kısmı, kısıtlayıcı kuruluş amaçları/referans şartlarıdır (terms of reference). Ancak yıllar içerisinde Kayıplar Komitesi, kendi mandasının dışında da insiyatifler üstlenmiştir (örneğin kimliklendirdiklerinin cenaze masraflarını ödemek gibi) ve bunu herhangi bir sorunla karşılaşmaksızın yapmıştır. Bu da, Komite’nin bu konudaki hareketsizliğinin, kurumsal kısıtlamalardan çok, siyasi istek yoksunluğundan kaynaklandığına işaret edebilir.

***  Kayıplar Komitesi, hiçbir şekilde başarısız değildir. “Kayıp” şahısların kimliklendirilerek sevdiklerine defnedilmek üzere iade edilmeleri, yüzlerce “kayıp” yakınının içini rahatlatmış ve bir sonuca varmalarına neden olmuştur. Ancak eğer Kayıplar Komitesi bir yeniden yakınlaşmayı ileri götüren bir araç olarak değerlendirilecek olursa, kararları ve eylemleri (veya bunların yokluğu) daha yapılması gereken pek çok şey olduğuna işaret etmektedir. Özellikle de gerçeği ne zaman ve nasıl ortaya koyduğu ve ne tür bir gerçek ortaya koyduğu değerlendirilecek olursa, iki toplum arasında daha iyi ilişkileri ileri götürme boyutunda önemli etkilere neden olabilir.

Bu derslerin Komite’nin operasyonlarını biçimlendirip biçimlendirmeyeceği, açık bir sorudur. Röportaj yapılan “kayıp” yakınlarına bu soruyu sorduğumuzda, bazıları anlamlı bir değişiklik için çok geç kalındığında ısrar ederken, başka bazı diğerleri ise Kayıplar Komitesi’nin bir tür “Hakikat ve Yeniden Yakınlaşma Komisyonu”na dönüştürülmesini öngördüklerini söylemişlerdir. Ancak böylesi bir adımın uygulanması, eylemsizlik ve daha büyük gecikmeler fasit dairesine yol açacaktır büyük olasılıkla ve Kayıplar Komitesi’nin referans şartlarının yeniden müzakere edilmesini gerektirecektir. Bu da siyasi olarak zorlu bir eksersiz olsa gerek çünkü yıllar içerisinde iki toplum geniş anlamda uzlaşmaya varamamışlardır...

https://www.justiceinfo.net/en/45647-missing-truth-cyprus.html

(Justice Info Net’ten Dr. Nasia Hacıyeorgiu’nun 13 Ekim 2020 tarihinde yayımlanmış olan yazısını derleyip özetle Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN – Ocak 2021).

dr-nasia-haciyeorgiu-1.jpg
Dr. Nasia Hacıyeorgiu

untitled-1-026.jpg

DEVAM EDECEK

Bu yazı toplam 1607 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar