Kıbrıs’ta Müzakerelerin Sürüncemede Kalmasının Olası Riskleri
İlgili tarafların, 27-29 Nisan’da yapılacak olan Beş+Bir’li Cenevre zirvesine katılmayı kabul etmesi, BM’ye zaman kazandırarak, müzakere sürecinin yeniden canlandırılması için ortaya çıkması muhtemel fırsatları kullanabilmesi ve süreci planlaması için bazı olanaklar sunmuştur.
Ama bu resmi olmayan zirvede veya onu izleyen yakın dönemde ortaya çıkması muhtemel gelişmelerden biri de, BM tarafından ilan edilsin veya edilmesin, müzakerelerin sürüncemede kalmasıdır.
Aslında tüm ilgili taraflar, böyle bir sonucun sorumluluğundan kaçınmak için ilk adımları atmış gözüküyor.
Örneğin KıbrıslıRum tarafı, ‘BM parametreleri ve uzlaşılmış ilkeler çerçevesinde müzakere yapmaya hazır olduğunu’ ve Cenevre’ye bu anlamda ‘hazırlıklı gideceklerini’ açıklamış bulunuyor.
KıbrıslıTürk tarafı ve Türkiye ise müzakerelerin farklı bir zeminde yapılması gerektiğini söylerken, iki devletli modelin müzakere edilmesinin kabul edilmemesi durumunda masadan kalkacağını henüz söylememiştir.
Dahası, Türkiye dışişleri bakanı, AB’nin de müzakere sürecine katılmasını kabul ettiklerini açıklamış bulunuyor.
Yani KıbrıslıTürk tarafı ve Türkiye, belki de adını koymadan, iki devletli çözüm modelinde ısrar edecek ve Cenevre toplantısını, diğer aktörleri bunun için ikna etme arenası olarak kullanacaktır.
Bu çabalardan olumlu bir yanıt alma olasılığı hiç yoktur.
İşte, müzakerelerin sürüncemede kalmasına yol açacak bu tür bir ısrardır.
Yani tüm ilgili aktörlerin karşı olduklarını defalarca açıkladığı bir modeli masada tutmaya çalışmanın ciddi ve yıkıcı riskleri vardır.
Cenevre toplantısında BM Genel Sekreteri’nin müzakerelerin başlaması için tarafların üzerinde mutabık kaldıkları, en azından genel hatlarıyla belirlenmiş bir zeminin olmadığını ya da yakın zamanda elde edilmesinin olanaksız göründüğünü açıklamasının sonuçları ne olabilir?
- Türkiye üzerinde ABD-AB ekseninden kaynaklı baskıların yoğunlaşması:
AB, Amerikan seçimlerini fırsat bilerek yeni ABD yönetimi ile çeşitli uluslararası sorunlarda işbirliği yapma eğilimini açığa vurmuş, Biden yönetimi de, daha müstakbel iktidar döneminden başlayarak, böyle bir beklentiye güçlü bir yeşil ışık yakmıştı.
Şimdi, AB’nin Güneydoğu kanadında, Kıbrıs sorunundan kaynaklanan rahatsızlığını gidermenin en uygun koşulları, bu ABD-AB uyumu nedeniyle yakalanmış durumdadır.
Kıbrıs’ta müzakere sürecinin ‘iki devletli çözüm’ ısrarı nedeniyle sürüncemede kalması, AB ve ABD’ye koordinasyon içinde, Türkiye’yi ekonomik yaptırımlar da dahil olmak üzere, baskı altına alma çabası içinde olmaya yönlendirecektir.
Zaten, ciddi derecede kırılgan olduğu anlaşılan Türkiye ekonomisinin bu baskıları savuşturması pek de mümkün görünmüyor.
- Türkiye karşıtı bölgesel ittifakın güçlenmesi:
Bilindiği gibi, ABD’nin de desteklediği girişimler sonucunda, aralarında KıbrıslıRumlar’ın yönetimindeki Kıbrıs Cumhuriyeti’nin de bulunduğu, Mısır, İsrail, Ürdün ve Yunanistan gibi ülkeler, doğal gaz ve enerji güvenliği gibi alanlarda işbirliği yapmaktadır.
Bu tür işbirliklerine zaman zaman AB’nin güney kanadından da katılımlar olmaktadır.
Kbrıs sorununun çözümünde uzlaşılmış ilkeleri ve BM parametrelerini reddederek müzakere sürecini sürüncemede tutması, bu tür bölgesel işbirlikleri içinde olan devletleri, Türkiye’nin, Doğu Akdeniz’de oldu-bitti yaratma peşinde olduğuna ikna edecektir.
Zaten, S400 ve Suriye’ye ilişkin diğer konularda Türkiye ile çatışma içinde olan ABD ve AB’nin Kıbrıs Cumhuriyeti’nin de yer aldığı işbirliklerinin, bölgesel ittifaklar düzeyine yükseltilmesini teşvik etmeye başlaması ciddi bir olasılıktır.
Böyle bir gelişme, Türkiye’nin bölgedeki yalnızlaşma sürecini derinleştirecektir.
- AB’nin KıbrıslıTürk toplumuna dönük pozitif yaklaşımlarının hasar görmesi:
Annan Planı oylamasından beri Kıbrıs sorunundaki tıkanmaya rağmen, AB Kıbrıs Türk toplumuna dönük olumlu bir yaklaşıma ve programa sahip olmuştur.
KıbrıslıRum tarafının ‘işgal bölgesi’ diye adlandırarak ekonomik kalkınmasına pek de olumlu yaklaşmadığı kuzey ekonomisinin gelişmesi, AB’nin hedefleri arasında yer almaya devam etmiştir.
KıbrıslıTürk tarafının ‘iki devletli çözüm’de ısrar ederek müzakereleri baltalaması, AB’nin bu olumlu yaklaşımını tahrip etmeye adaydır.
Bunun ötesinde, bu olumlu yaklaşım ve programın ortadan kalkmasının bir sonucu olarak, turizm sektörü başta olmak üzere, kuzeyde ekonomik hayatın zarar görmeye başlaması gündeme gelebilecektir.
Yani, AB’nin hem ‘iki devleti kabul et’ hem de ‘bedava aşı ver’ ya da ‘süt ürünlerimin yeşil hattan geçişini sağla’ diyen KıbrıslıTürk tarafının bu ikircikl tutumuna daha fazla müsamaha göstermesi pek de mümkün olmayacaktır.
- Kıbrıs’ta ve bölgede gerginliğin artması:
Türkiye Cunhuriyeti’nin, bölgede gerginliğin hafifletilmesi yönünde attığı kimi adımlar olumlu sonuç vermesine rağmen, müzakerelerde ortaya çıkacak tıkanıklık, tarafları yeniden sert söylemler kullanmaya itecektir.
Henüz çözüme kavuşturulmayan doğal gaz sondajları ve kıta sahanlığı gibi uzlaşmazlık konuları, müzakerelerin sürüncemede kaldığı dönemde bölgede yeni gerginliklerin kaynağı olacaktır.
Bunun yanında, gerek toplumlararası ilişkilerde gerekse KıbrıslıTürk toplumunun kendi iç siyasal süreçlerinde de ‘iki devletli çözüm’ ısrarından kaynaklı sorunların ortaya çıkması muhtemeldir.
Geçmişte, Kıbrıs Türk tarafının federal çözüme odaklanması, hem toplumlararası ilişkilerde yumuşamaya neden olmuş hem de toplum içi bölünmeler yönetilebilir düzeyde tutulabilmiştir.
Kısacası, Cenevre yolunda sürdürülmeye çalışılan ‘iki devletli çözüm’ ısrarından şimdi veya Cenevre görüşmeleri sırasında vazgeçilmesi herkesin yararına olacaktır.