Kıbrıs’ta Neo-Osmanlıcı ve Pan-Türkçü Akımların Yolları Kesişti
Özel Harp Dairesi Kıbrıs’ta TMT’yi kurarak derin devleti Kıbrıs’a taşırken, emperyal gelenekten kaynaklanan bir yaklaşımla, bir zamanlar Osmanlı toprağı olan Kıbrıs’ı ele geçirmek veya adanın yarısını zapt etmek istiyordu.
Bu hedef, ada nüfusunun %18’ini oluşturan ve Kıbrıslı Rumlarla iç içe yaşayan Kıbrıslı Türkleri ayrı bir bölgede toplayarak ülkenin bölünmesini sağlamak, Türk milliyetçiliğinin misakı milli dışına taşması demekti.
Bir yanıyla Pan-Türkçü zihniyetten beslenen bu politika, eski bir Osmanlı toprağını ele geçirmeyi hedeflediği için, Neo-Osmanlıcı yaklaşımın da ortaya çıkışını ifade ediyordu.
Günümüzde sık sık sözü edilen Yeni-Osmanlıcı zihniyet, aslında ilk defa Kıbrıs üzerinden Türk milliyetçiliğine sızdı ve misakı millici Kemalist milliyetçiliği, Pan-Türkçü ve Yeni-Osmanlıcı bir milliyetçilik anlayışıyla dönüşüme uğrattı.
Nitekim Kemalist aydınlar 1950’lerin ortasından itibaren misakı milli dışına taşan bu yaklaşımı sakıncalı bulmuşlar ve bunu “yeni bir imparatorluk çağına adım atmak” olarak değerlendirip reddetmişlerdir.
Örneğin Kemalist aydınlardan Ahmet Emin Yalman şöyle diyordu: “Son zamanlarda ortaya Kıbrıs meselesi diye bir mesele çıkmıştır. (...) Coşkun hisler yüzünden Milli Misak siyasetimizde gedikler açılmamasına dikkat edelim. (...) Kıbrıs’ın Türkiye’ye ilhakı diye hisse dayanan bir hareket hiç açılmamalıdır. (...) Yeni bir imparatorluk çağına doğru adım atılmamalıdır.”
Maalesef bu uyarılar dikkate alınmadı.
Bir yandan hükümetlerin popülist politikaları, diğer yandan da post-emperyal tutkular, Türk milliyetçiliğine Kıbrıs bağlamında Pan-Türkçü ve Yeni-Osmanlıcı boyutların eklenmesine yol açtı.
Bugüne kadar devam eden “Kıbrıs’ı hak bilme”, bütün ana akım siyasal oluşumların ortak paydası haline geldi ve bu emperyal politikanın “meşruiyeti” Kıbrıs’ın bir zamanlar Osmanlı toprağı olmasında aranır oldu.
Artık hiç kimse Kıbrıslı Türklerin Kıbrıs ülkesinde nüfusun dörtte birini oluşturduğunu hatırlamak bile istemiyor.
“Kıbrıs Türk’tür Türk Kalacaktır” sloganı da duygusal yoğunluğunu Osmanlı İmparatorluğu’ndan devşirmektedir. Nitekim Türk milliyetçileri, Kıbrıs’ın tarihte hiçbir zaman Yunanistan’ın parçası olmadığını ileri sürerek Kıbrıslı Rumların self-determinasyon/Enosis talebine karşı çıkarken, adanın Türk toprağı olduğunu, çünkü bir zamanlar Osmanlı İmparatorluğu’na ait olduğunu ileri sürüyorlar.
Yani, bir coğrafya parçasının nereye ait olacağına orada yaşayan insanların karar verdiği modern dünyada Türk milliyetçileri hala imparatorluk diliyle konuşuyorlar.
Kısacası, Kıbrıs’ta Osmanlıcı eğilimlerle Pan-Türkçü akımların yolları kesişti.
Nitekim Derin Devlet dediğimiz yapının Kıbrıs mesaisi bir yandan Pan-Türkçülüğe dayanırken, diğer yandan da Neo-Osmanlıcı bir yaklaşımdan beslenmektedir. TMT’de görev yapan yetkililerin en belirgin özelliği “Türkçü” ve “Osmanlıcı” olmalarıdır. Bozkurt armasıyla savaşan Kıbrıslı Türklere “Mücahit” denilmesi tesadüf değildir. “Bozkurt” Türkçülüğü, “Mücahit” ise Müslüman Osmanlı İmparatorluğunu temsil ediyor. Osmanlı, İslam’ın kılıcıdır ya...
Fakat Kıbrıs bağlamında Neo-Osmanlıcı-Pan-Türkçü-Sentez “en parlak” günlerini günümüzün AKP-MHP ittifakıyla yaşamaktadır. Üstelik, Kıbrıslı Türklerin büyük çoğunluğu “yeteri kadar Türk, yeteri kadar Osmanlı-Müslüman” sayılmayarak!
Kıbrıs’a yansıtılan Neo-Osmanlıcı-Pan-Türkçü-Sentez kan, din ve mazi gibi unsurlar üstünden coğrafyayı Türk ulusunun organik bir parçası olarak kurgularken, Kıbrıs’ın beşeri coğrafyası bütünüyle yok sayılıyor.
Bu yaklaşım en iyi ifadesini, Osmanlıcılık ile Pan-Türkçülüğü sentezleyen Ahmet Davutoğlu’nun sözlerinde buluyoruz: “Kıbrıs’ta tek bir Türk, tek bir Müslüman olmasa bile Türkiye’nin Kıbrıs meselesi olmalıdır!”