Kıbrıs’ta Osmanlı – Türk Eserleri (1)
Kıbrıs’ta Osmanlı – Türk Eserleri (1)
Tuncer Bağışkan
2006 yılından itibaren çeşitli eğitim kurumları, rehberlik hizmetleri ve eski eser bilgilendirme çalışmaları çerçevesinde sözel olarak ele alıp anlattığım “Kıbrıs’ta Osmanlı- Türk Eserleri” konusuna altı hafta süreyle köşemde yer vermenin yararlı olacağını düşündüm. Böylece yıllardır sözellikten kurtulamayan bu çalışmamın da kalıcılığının sağlanması mümkün olabilecektir.
KIBRIS’A GERÇEKLEŞTİRİLEN İSLAM AKINLARI
Kıbrıs’a İslam akınlarının düzenlenmeye başladığı M.S 647/49 yılından itibaren Bizans idaresinde olan adanın zaman zaman İslam ülkeleri tarafından vergiye bağlanıp limanlarının bir deniz üssü olarak kullanıldığı bilinmektedir. Ancak o sıralarda adanın tam anlamıyla ele geçirilip yönetilmesi gibi bir istek oluşmadığından, Kıbrıs’ta yaygın olarak özgün İslam eserlerinin yapılması yerine, mevcut kiliselerin camiye dönüştürülerek kullanılması daha uygun görülmüştür. Nitekim şimdiki Lefke Yukarı Cami’nin olduğu yerde bulunan Ay. Yorgi Kilisesi’nin Araplar tarafından camiye çevrilerek kullanıldığı bilgileri edinilmektedir. Bugüne kadar gerçekleştirilen arkeolojik kazılarda bulunan kalıntılara dayanılarak, Arapların Kıbrıs’ta bazı binalar yapmalarının yanı sıra Baf limanındaki bazı antik sütunlar üzerine Arap harfleriyle yazılar yazarak bunları mezar taşı olarak kullandıkları bilgileri edinilmiştir. Aşağı Baf’taki Banagia Limeniotissa Kilisesi ile Chrysopolitissa Kilisesinde gerçekleştirilen arkeolojik kazılar sonucu, bunların işyeri veya cami olarak kullanılmış olabilecekleri tahmininde bulunulurken, Panagia Limeniotissa bazilikası (kilisesi) nartexine sonradan eklenen bir yapıya ait temellerin ise gözetleme kulesi, fener kulesi, ya da minare olabileceği tahmininde bulunulmuştur. Banagia Limeniotissa bazilika kazılarında 6 adet Arapça taş kitabe bulunurken, Chrysopolitissa kilisesi kazılarında ise 4 adet Arapça taş kitabe bulunmuştur. Bunların bazıları Baf Müzesinde sergilenirken, bazıları ise yerlerinde bulunmaktadır. Şu da bir gerçektir ki, İslam akınları sırasında Araplar tarafından Kıbrıs’ta yapılan, ya da yapılma olasılığı yüksek olan binalar, daha sonraki Bizans, Lüzinyan, Venedik, Osmanlı ve İngiliz Sömürge dönemlerinde tamamen yıkıldıklarından günümüze kadar gelebilmiş değillerdir.
1174 yılında adayı ziyaret eden Arap gezgin Abu'l Hasan Ali al-Harawi ise, Larnaka limanından Kıbrıs’a ayak bastıktan sonra bir ‘Şark Kilisesi’ (Ortodoks kilisesi) duvarında yapı malzemesi olarak kullanılan bir mezar taşı gördüğünü ve bu taşın üzerinde “Bu Urve bin Sabit’in kabridir ve Ramazan ayının içinde Hicri 29 yılında vefat etmiştir, ve orada Minhan’ın kızı Ümmü Haram’ın kabri vardır. Allah ondan razı olsun, ve en doğrusunu Allah bilir.” yazılı olduğunu kaydetmiştir. Arap yazarlardan Al-Baladhuri ise, M.S 653 yılında Muaviye’nin Kıbrıs’a 12000 asker gönderdiğini ve buraya bir cami inşa edildiğini yazmıştır.
KIBRIS’TA OSMANLI İDARESİ
Osmanlı İmparatorluğu 1516-1517 yılları ile sonrasında, Suriye, Mısır, Rodos ve Cezayir’e ek olarak Tunus’u da topraklarına katılmasıyla bir güç olarak ortaya çıkmıştı. Bu nedenle Doğu Akdeniz’deki hakimiyet alanı arasında sıkışıp kalan ve bir korsan yatağı haline gelen Venedik idaresindeki Kıbrıs’ı İmparatorluk topraklarına katmak istemesi, böylelikle de bu bölgedeki hakimiyetini tam anlamıyla pekiştirmesi kaçınılmazdı. Nitekim II. Sultan Selim’in saltanat döneminde (24.9.1566 – 15.12.1574) Kıbrıs’ın savaş yoluyla ele geçirilmesi harekatı 1 Temmuz 1570 tarihinde Limasol civarına çıkartma ile başlamış, Mağusa’nın alındığı 1 Ağustos 1571 tarihinde ise tamamlanmıştır. Savaş sonrası boş ve bakımsız kalan arazilerin işlenmesi için Anadolu’dan Kıbrıs’a sürgün fermanlarıyla nüfus göçürülürken, Kıbrıs’ta görevlendirilen devlet memurları da aileleriyle birlikte adaya gelip yerleşmişlerdir. Kıbrıs’a göçürülen zanaat erbabı kişiler genellikle kentlere yerleşmişlerdir.
Ada’nın ele geçirilmesi sonrasında Latinlere ait topraklara büyük oranda el konmasına karşın, bazı Latinlere arazileri geri iade edilmiş, yerli halkın ise arazilerini işlemelerine izin verilmiştir. Hatta Kıbrıs’ın alınmasına yardımcı olan bazı yerli halkın para ve tımarla ödüllendirildikleri, bazı Venediklilerle Rumların savaş sırasında, hatta ilerleyen dönemlerde bile, Osmanlılara katıldıkları ve savaş sonrasında bunların aileleriyle birlikte İslam dinine geçtikleri değişik belgeler ile savaş günlüğü Ruus ile Mühimme defterlerinde kayıtlıdır. Bu arada Lüzinyanlar ile Venedikliler tarafından hakları ellerinden alınan Ortodoks Kilisesine, ele geçirilen diğer topraklarda olduğu gibi, ayrıcalıklı bazı haklar tanınırken, bunlara XVIII’inci yüzyılda başka haklar da eklenmiştir. Böylece Kıbrıs’taki idari yapılanmaya paralel olarak üretim ile imar faaliyetlerine de başlanmış olur.
Kıbrıs’ın Osmanlı İmparatorluk topraklarına katılması sonrasında yayınlanan 23.11.1573 tarihli ferman uyarınca, Lefkoşa, Kıbrıs Beylerbeyisinin ikametine açılmak suretiyle Osmanlı Yönetiminin merkezi haline getirilmiştir. Bu fermanda, Lefkoşa’nın idari merkez haline dönüştürülmesi için önce imar edilmesinin gereği vurgulanırken, imar çalışmalarını yerinde izlemek ve yönlendirmek üzere Beylerbeyinin Lefkoşa’da oturmasının gerekli olduğu belirtilmektedir. Verilen bu direktifle Beylerbeyilik Lefkoşa’daki Lüzinyan sarayına taşınmış ve ada sathında sürdürülen imar, iskân ve idari faaliyetler Beylerbeyi tarafından buradan yönetilmeye başlanmıştır. Böylece ada, bir yandan iskan edilirken, bir yandan da sosyal ve kültürel gelişmeyi sağlayacak olan mimari eserler ile kurumların birer birer oluşturulmasına da başlanmış olur.
NÜFUS, OLUŞAN KİMLİK VE VAKIF GELENEĞİ
Osmanlılardan önce ada, Rum, Latin, Ermeni, Maronit ve diğer etnik azınlıkların birlikte ve/veya yan yana yaşadıkları kozmopolit bir yapıya sahip bir Hıristiyanlık merkeziydi. Ancak adanın Osmanlı İmparatorluğu topraklarına katılmasıyla birlikte gayri Müslimlerden oluşan mevcut kozmopolit yapıya, İslamiyet’i benimseyen Osmanlılar da eklenmiştir. İslamiyet içerisindeki Bektaşi, Mevlevi, Nakşibendi, Kadiri, Rufai, Melami ve Halveti gibi Sufi tarikatlarının ise oluşan yapıya değişik renkler kattıklarına şüphe yoktur. Böylece Kıbrıs Osmanlı dönemiyle birlikte çok daha farklı bir kimlik ve görünüm kazanma sürecine girilmiştir. İslamiyet’i benimseyen Osmanlıların yeni egemen oldukları ülkelerde kurdukları düzende yerli halklarla birlikte yaşadıkları, kimliklerinin bir gereği olarak onlara karşı olabildiğince adil ve hoşgörülü davrandıkları ve onlara bazı haklar tanıdıkları bilinmektedir. Feodal bir sisteme sahip olan Venedikliler Kıbrıs’ı askeri ve ticari bir üs, ya da bir koloni olarak kullandıklarından, Kıbrıs’taki sosyal, ekonomik ve kültürel konularla pek ilgilenmemişlerdi. Bu nedenle Osmanlı idaresinden itibaren bu konularla ilgilenilmesi gereği ortaya çıkmıştır.
Osmanlı dönemiyle birlikte, halkın ihtiyaç ve yararını gözeten geleneksel Osmanlı vakıf geleneği de Kıbrıs’a taşınmıştır. II. Selim’in meydana getirdiği kurumlar konusunda Nevîzade Atâi şöyle demiştir: “978(1571) senesinde adanın fethi tamamlanıp idari ve ilmi makamlar laik olanlara verildi. Kılıç ile fethedilen Kıbrıs adasında yaptırılan mescitler, camiler, medreseler, kiliseler ve çeşit çeşit hayır kurumları, tarif ve tasnif edilemeyecek kadar çoktur”. Dini hizmeterin yerine getirilmesi için gereken cami, mescit ve Haremeyn (Mekke ve Medîne’deki hac ibâdeti için kullanılan yerler) gibi tesisler ile dini önemi büyük olan türbe gibi yerlerin imarı, bakımı ve onarımı için kurulan vakıfların yanında, bu gibi tesislerde görevlendirilecek imam, müezzin ve türbedar gibi kişilerin geçimini sağlamak için de vakıflar kurulmuştur. Sosyal, kültürel, beledi ve eğitim hizmetlerinin sağlanması için kurulan vakıflar arasında, içilecek suyun sağlanması için yapılan kuyu, su kemeri ve çeşmeler, temizlenmek için yapılan hamamlar, ibadet için yapılan Tekke, mescit ve camiler, eğitim için oluşturulan mektep, medrese ve kütüphaneler, ticaret için yapılan çarşı ve bedestenler, konaklamak için yapılan hanlar ve daha niceleri yer almaktadır.
KALELER
Osmanlı idaresinin ilk günlerinde, sur yapımı için Venediklilerin Lefkoşa ile Mağusa’da yıktıkları sayısız anıtsal binalardan geriye kalan harabelerle ve savaşın yıkıntılarıyla karşılaşılmıştır. Bu nedenle yoğun bir imar faaliyetine başlanması zorunluluğu doğmuştur. Osmanlı İdaresinin ilk on yılında adanın emniyet ve huzurunu sağlayacak mevcut kaleler tamir edilerek kullanılırken yeni kalelerin yapımına da ayrı bir önem verilmiştir. Kıbrıs’ın fethi sırasında orduda yapıcı ustalarının bulunduğu, Kıbrıs’a bağlanan Anadolu Sancaklarının kale tamiri için sipahiler gönderdikleri ve gelmeyen İçel ile Zuama sipahilerinin bir kısmının Lefkoşa kalesinin tamirine ‘bedel akçası’ gönderdikleri resmi kayıtlarda yer almaktadır. Adanın fethini takip eden 1572 yılı itibariyle Kıbrıs’ın imarı, özellikle de kalelerin tamiri için askerlerin dışında duvarcı, marangoz gibi zanaat erbabı da Kıbrıs’a sevk edilmiştir. Yine Kıbrıs’a Beyler Beyi olarak ilk tayin edilen Muzaffer Paşa’nın, kale inşaatında bir mimara gereksinim duyulması üzerine, “mimarlığa yarar üstat bir kimsedir” diye önerdiği ‘Bostan’ adlı bir mimarın 12.7. 1571(18 Saffer 979) tarihinde 20 akçe maaşla Kıbrıs’ta kalelere mimar olarak atandığı Başbakanlık Arşivi Ruus defterinde kayıtlıdır. Ayrıca I. Selim’in 21 Eylül 1571 tarihli sürgün hükmüyle Kıbrıs’a sürülecek 5721 hane arasında ‘benna’ (bina inşaat ustası) ile taş ustalarının bulunması da öngörülmüştür.
Osmanlı kuşatması sırasında en çok Mağusa Kalesi’nin surları hasar gördüğünden, tamiri için Mağusa kale beyi Hamza Bey eliyle, kalenin bina emini Monla Ağa’ya Kıbrıs hazinesinden 63.063 akçe ödenmiştir. Öngörülen tamiratlarda Cambulat burcu onarılmış, Derviş Paşa burcu temelden inşa edilmiş ve 24 Safer 980 (6 Ağustos 1572) tarihili buyrukla Mağusa Kalesi’nin köprüsü tamir edilmiştir. Hatta 1735 yılındaki yersarsıntılarıyla yıkılan Mağusa Kalesi’nin tamir edildiği de kaydedilmektedir. Bunlardan ayrı olarak Limasol Kalesi (Cankurtaran Kalesi - Lefteri Kalesi) de 180.738 akçe harcanmak suretiyle tamir edilerek garnizon ve hapishane olarak kullanılmaya başlanmıştır. Tuzla’daki (Larnaka) kale ise 1014 H (1605) yılında I. Sultan Ahmet’in Lalası olan Kıbrıs Beylerbeyi Ferhat Paşa tarafından inşa edilmiş ve 1625 yılında Rumeli Beylerbeyi Mehmet Paşa zamanında yeniden elden geçirilmiştir. Aşağı Baf Kalesi’nin (Akça Kale) tamiri 16 Kasım 1570 tarihli bir buyrukla gündeme getirilmiş olmasına karşın, ancak 1001 H (1592) yılında Hafız Ahmet Paşa tarafından inşa edilebilmiştir.
Kalelerin yanı sıra, Kıbrıs’a sürgün olarak gönderilenler için Mağusa surlar içinde zindanlar da yapılmıştır. Bunların en önemlisi Namık Kemal’in 9 Nisan 1873 tarihinden 7 Haziran 1876 tarihinde kadar 38 ay hapis kaldığı zindandır.
CAMİYE ÇEVRİLEN KATEDRAL VE KİLİSELER
İslamiyet’i benimseyen Osmanlıların ele geçirdikleri şehirlerin en büyük mabedini, mimari ve sanat özelliklerini mümkün olduğunca koruyarak, mihrap, minber, minare ve şadırvan gibi eklentilerle camiye çevrildikleri bilinmektedir. Bu nedenle ilk olarak Lefkoşa’daki St. Sophia, St. Augustin, St. Katerin, Yenicami ve Mağusa’daki St. Nikolas Katedralleri camiye çevrilerek ibadete açılmıştır. Şu anda Kıbrıs’ın güneyinde kalan camilerden 11 tanesinin Bizans kiliselerinden camiye dönüştürüldükleri belirlenirken, bunlardan beş tanesinin alçı sıvalarının altında ortaçağa ait freskler bulunmuştur. Kıbrıs genelinde 22 kilise camiye dönüştürülürken, yıkılan 9 kilisenin yerlerine de birer cami inşa edilmiştir. Kıbrıs genelinde kilise ve/veya katedrallerden camiye dönüştürülen yapılar ise şunlardır: St. Sophia Katedrali’nden dönüştürülen Lefkoşa Ayasofya Camisi, St. Mary Augustin Kilisesi’nden dönüştürülen Ömerge Camisi, Carmelite (Karmel) kilisesinden dönüştürülen Ali Paşa Camisi (Sarayönü Camisi), St. Katherin Katedrali’nden dönüştürülen Haydarpaşa (Ağalar) Camisi, katedralden dönüştürülen Yeni Cami, bir Ortaçağ şapelinden dönüştürülen Laleli Cami, Stavro tou Missericou kilisesinden dönüştürülen Araplar Camisi, Aziz Basil kilisesinden dönüştürülen Petra (Taşköy) Camisi, St. Nicholas katedralinden dönüştürülen “Mağusa Ayasofyası” (Lala Mustafa Paşa Camisi), St. Peter ve St. Paul Kiliselerinden dönüştürülen Sinan Paşa Camisi (Buğday Camisi), Mağusa Stavros Kilisesinden dönüştürülen Mustafa Paşa Camisi (Esirler Camisi), Aziz Katerina kilisesinden dönüştürülen Mağusa Tabakçılar (Tabakhane) Mescidi, Ayios Yerogios kilisesinden dönüştürülen Paşaköy (Asha) camisi, Aziz Therapon kilisesinden dönüştürülen Çatoz (Serdarlı) Camisi, Ayia Marina Kilisesinden dönüştürülen Galatya Camisi, Azize Ekaterin kilisesinden dönüştürülen Klavya (Alaniçi) Camisi, M.S XVI. Yüzyıl Agios Georgios kilisesinden dönüştürülen Piskobu (Yalova) Muslu Çavuş Camisi, bir Bizans veya Venedik dönemine (XV. yüzyıl) ait Ayia Sophia kilisesinden dönüştürülen Baf Cami-i Kebir (Büyük-Ulu Cami, Mehmet Bey Ebubekir Camisi), Bizans dönemine ait Ayios Andronikos kilisesinden dönüştürülen Poli Camisi, Ortaçağ veya Bizans dönemine ait Ayia Sophia kilisesinden dönüştürülen Dimi (Ovalık) Camisi, XVI. Yüzyıla ait Azize Katherina kilisesinden dönüştürülen Pelatusa Camisi ve Bizans dönemine ait Ay. Nikolaos kilisesinden dönüştürülen Hirsofu (Altıncık) Ahmet Subaşı Camisi.
Bazı hallerde yıkılan, ya da harabe haline gelen Latinlere ait kilise veya katedrallerin kalıntılarının üzerlerine camiler de yapılmıştır. Bunların arasında Ortaçağ Carmelite kilisesinin kalıntıları üzerine yapılan Sarayönü Camisi (Saray Camisi - Orduönü Mescidi), bir kilisenin kalıntıları üzerine yapılan Akkavuk (Abu Kavuk Mehmet Paşa) Mescidi, bir erken Hristiyanlık bazilikası kalıntıları üzerine yapılan Kırklar Tekkesi, Ayios Andronikos Kilise kalıntıları üzerine yapılan Ayios Andronikos (Yeşilköy) Camisi, Ayia Marina Kilise kalıntıları üzerine yapılan Galatya Camisi, Kutsal Haç Kilisesi’nin üzerine yapılan Larnaka Cami-i Kebir (Larnaka Ulu Cami), Ortaçağ kilise kalıntıları üzerine yapılan Tuzla Camisi ve St. Katherine Kilise kalıntıları üzerine yapılan Limasol Cami-i Kebir (Büyük Cami– Ulu Cami) ve Girne kalesindeki bir odada oluşturulan Kaşrun (Kastru) camisi yer almaktadır.
-Devam edecek-