1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Kıbrıs’ta Osmanlı – Türk Eserleri (3)
Kıbrıs’ta Osmanlı – Türk Eserleri  (3)

Kıbrıs’ta Osmanlı – Türk Eserleri (3)

Kıbrıs’ta Osmanlı – Türk Eserleri (3)

A+A-

 

Tuncer Bağışkan

TEKKELER

Kentlere Türk-İslam karakteri kazandıran mimari yapılar arasında bir kültür merkezi olarak hizmet veren tekkelerin ayrıcalıklı bir yeri vardır. Osmanlı İmparatorluğu’nun Kıbrıs’a egemen olmasından sonra Anadolu’daki Mevlevi, Nakşibendi, Kadiri, Bektaşi, Rufai, Melani, Hanbeli,  Celveti ve Halveti tarikatına bağlı tekkeler ile zaviyelerin inşa edilmesine başlanmıştır. Adanın ele geçirilmesine fiilen katılan tarikat mensupları kullanılmayan yerlere iskân edilerek buralara mensubu bulundukları tarikatlara ait tekke ve zaviyeleri kurmuşlardır. Bu tarikatların birçoğu dinsel uygulamalarında kullandıkları yöntemlerle insanların İslam dinini benimsemelerine veya İslam dini içinde kalmalarına katkı sağlamaktaydı. Bu tarikatlara bağlı dervişler, cami ile imamları olmadığından Sünni İslam’ın ulaşamadığı kırsal yerlerde yaşayan insanlara Müslümanlığı taşıyan tek kişilerdi. Kasabalardaki tekkeler ayni zamanda öksüzler ile fakirlerin sığınma, açların ise karınlarını doyurma yerleriydi. Bu tekkelerin bazıları Osmanlı idaresi tarafından desteklenirken, bazıları ise özel kişilerin oluşturdukları vakıflarla sürdürülmeye çalışılıyordu. Ancak bu tarikatlar II. Sultan Mahmut’un Osmanlı İmparatorluğu’nu yeniden yapılandırmaya başladığı 1826 yılından itibaren bir başkalaşım, değişim ve yok oluş sürecine girmişler, Atatürk devrimleri sonrasında ise Kıbrıs tarihinden silinmişlerdir.

II. Sultan Mahmut’un Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünü önlemek amacıyla Anadolu’da giriştiği bir dizi reformlar sırasında, modern yapılanmaya karşı olan Yeniçeri Ocağı ile onlarla olan yakın ilişkilerinden dolayı Bektaşiliği yasaklama, tekke ile zaviyelerini yıktırma, kapatma, binalarını kendine yakın tarikatlara devretme, mallarına el koyma ve Bektaşi babalarını sürgüne gönderme, ya da idam etme yoluna gidilmiştir. Bir süre sonra bu reformlar Kıbrıs’a da yansır. Böylece adada bulunan çoğu Bektaşi tekkeleri ile zaviyeleri camiye çevrilmiş, idareleri Nakşibendi ile Kadiri tarikatı dervişlerine verilmiş ve dolayısıyla Bektaşilik yer altına çekilmek zorunda kalmıştır. Bu nedenle çoğu Bektaşiler zorunlu olarak Nakşibendiliği icra etmeye başlarlar. İlkin sözde başlayan bu birliktelik daha sonraları bir Nakşibendi/Bektaşi anlayışına dönüşür. II. Sultan Mahmut reformlarının bir devamı olan ve 1839 yılında yürürlüğe konan Tanzimat reformları ise, sadece Bektaşi tekkelerini değil, ayni zamanda Vakıf kurumunu da temelinden sarsar. Eskiden ülke genelindeki değişik bölgelerde oluşturulan ve vergiden muaf olan bağımsız vakıflar, merkezileştirilme adına, İstanbul’daki Evkaf Bakanlığına bağlı Evkaf Dairelerine devredilir. Böylece eskiden oluşturulan vakıflar, sağladıkları gelirleri tekkelerinin idamesi için kullanamayacak durumuna düşerler. Eskiden tekkeye bağışlanan tüm gelirler genellikle tekke şeyhleri veya şeyhlerin ailelerinin kontrolü altında iken, reformla birlikte bu kişiler gelirlerinin tamamını yitirmek suretiyle ekonomik olarak çöktüklerinden, tekkelerinin bakımı, görevli dervişlerin günlük gereksinimlerinin karşılanması ve fakirlerin doyurulup giydirilmesi işlevlerini yerine getiremeyecek duruma düşerler. Bunlara ek olarak İstanbul Evkafı’nın Kıbrıs’taki Vakıflar İdaresi’ne tayin ettiği müdürler merkezden uzak olmanın avantajını da kullanarak, bazı vakıfların mütevelli heyeti üyelerini görevlerinden uzaklaştırıp yerlerine kendi adamlarını atarlarken, bazı vakıf mallarını da kendilerinin, üçüncü şahısların veya akrabalarının üzerine geçirirler. Tekke ile camilerin ziyaret edilmesinin Osmanlı valisinin yazılı iznine tabi olduğu, 1834-1839 yılları arasında Amerikan misyoneri olarak Kıbrıs’ta görev yapan Lorenzo Warriner Pease’nin anılarında kayıtlıdır.

İngilizlerin adanın idaresini ele geçirdikleri 1878 yılı ile hemen sonrasında, birçok tekke ile dini tesis maddi kaynaksızlık nedeniyle bakımsız ve harap durumdaydı. Hatta buralarda görev yapan çoğu dervişlerin dilendikleri arşiv belgelerinde kayıtlıdır. Osmanlının yürürlüğe koyduğu reformların yıkıcı etkisinden kurtulan tek tarikat, idareye yakınlığıyla bilinen Mevlevilik olmuştur. 1860 yılında Sultan’dan bir berat elde ederek vakıflarının idaresini ellerinde tutmayı başaran Mevleviler, maddi olanaktan yoksun diğer tarikatlara ait bazı tekeleri de ellerine geçirerek bunları Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşüne, hatta sonrasına kadar ellerinde tutma becerisi göstermişlerdir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla birlikte tüm Sufi tarikatları gibi Mevlevilik de yasaklanır. Ancak Mevlevi tarikatının varlığını sürdürebilmesi amacıyla merkezi Konya’dan Halep’e aktarılır. O sırada Kıbrıs Mevlevihanesi de Halep’e bağlandığından Halep’ten gönderilen şeyhler tarafından yönetilmeye başlanır. Ancak Lefkoşa Mevlevi Tekkesi’nin son şeyhi Şamlı Selim Dede’nin 9 Aralık 1953 tarihinde vefatından kısa bir süre sonra bu tarikat da tarihe karışır.

Kıbrıs’nın şehir merkezleri ile yakın çevrelerinde zamanla gelişen tekkeler, kendilerine özgü bir yapıya sahiptiler. Bu yapılar genellikle, adına inşa edildikleri şahısların makamları veya türbeleri, ibadet ile merasim mekânları, derviş hücreleri, misafirhane ve şeyh dairelerinden oluşmaktaydı. Bu tekkelerin arasında Aziziye, Mevlevi, Yediler, Hz. Ömer, Hala Sultan, Piri Ali Dede, Zuhuri, Kutup Osman Efendi ve Kırklar Tekkeleri yer almaktadır. Tamamen yıkılanlar arasında ise Tabur İmam (Kadiri), Ağlayan Dede, Raham Baba ve Türabi Tekkeleri bulunmaktadır. 

ADAK YERLERİ

İslâmiyeti benimseyen Araplar ile Osmanlıların dinlerini yaymak için ele geçirdikleri ülkelerde şu veya bu şekillerde adak yerleri oluşturdukları, dağıtılan mezarlardan bazılarını adak amacıyla kullandıkları, yerel nitelik taşıyan kutsal kişilerin özelliklerini yarattıkları kutsal kişilere verdikleri ve oluşturulan türbelerin bazılarının "makam türbesi" oldukları bilinmektedir. Genellikle Lefkoşa, Mağusa ve diğer bazı yerlerde adak amacıyla kullanılan mezarlar Kıbrıs’ın Osmanlılar tarafından ele geçirilmesi sırasındaki sokak çarpışmalarında şehit olanlara bağlandıklarından ‘şehida’ (fetih şehidi) adıyla bilinmektedir. Bu mezarların yazıtlı mezar taşları olmadığı gibi, adları da yazılı kaynaklarda geçmediğinden, haklarında söylenilenler nesilden nesile aktarılan rivayetler ile rüya yoluyla bazı kişilere verdikleri iddia edilen mesajlara dayanmaktadır.

Kıbrıs genelinde adak amacıyla kullanılan bu gibi yerlerin önceleri bir mezar olarak ortaya çıktıkları, zamanla bazılarına ek olarak, ev, türbe, mescit, türbedar evi ve misafirhane gibi yapılar yapılmak suretiyle büyütülerek son şekillerini aldıkları anlaşılmaktadır. Kısacası batıl bir inanışla bu gibi yerler birer hastane, mezarlarda yatanlar ise birer ‘doktor’ görevi görmekteydi. Bu gibi yerlerin ziyaret edilip adak adanması, ya da hastaların elbiselerinden kesilen kumaş parçalarının mezarlara, türbelerin pencere demirlerine, ya da çevrelerindeki ağaçlara bağlanması halinde, hastaların sağlıklarına kavuşacakları, hastalığın orada bağlı kalacağı, ya da bu yerlere adak adayanların dileklerinin gerçekleşeceği inancı yaygındı. Bu nedenle adak adayanlar sağlıklarına kavuşurlar, muratlarına ererler ve bunun nedenini de mezarın manevi gücüne bağlarlardı.

Bugüne kadar adak amacıyla kullanıldığını saptadığımız önemli mezarlar arasında, Lefkoşa Mevlevi Tekkesi’ndeki Ahmet Paşa, Aziziye Tekke türbesi, Yenicami Menteşzade İsmail Ağa türbesi, Arabahmet Camisi avlusundaki Kuşadalı Kutb-ül  Arif'in  mezarı, Bayraktar türbesi, Ömerge camisindeki makam türbesi, Yediler türbesi, Kara Baba türbesi, Büyük Han mezarı, Emir Hamamı'ndaki Ahmet Paşa mezarı, Abdi Çavuş adak yeri, Ahırvan Dede (Ahi Revan Dede-Vah Veli) türbesi, Ethem Dede türbesi, Evkaf İdaresi arkasındaki türbe, Fanoremeni Şehidası,  Gaş Gaş (Kaçkaç - Akkaş) Dede türbesi, Abdi Çavuş adak yeri, İzzet Efendi Sokağı adak yeri, Köprübaşı Şehidası, Kurt (Kutup) Baba türbesi, Girne Kapısı mezarlığındaki adak yerleri, Mahmut Paşa adak yeri, Musalla Burcu adak yeri, Şeyh Said Paşa adak yeri, Abu Zahra (Zehra Dadı) türbesi, İttik Dede (İsmail Çavuş) türbesi; Gönyeli’de Goggoz Dede ile Ahırvan Dede türbeleri; Hamitköy’de Seyran Dede adak yeri; Girne Boğaz’ında İnpınar adak yeri; Ağırda’da Sakallı Dede adak yeri; Girne Kalesi’nde Kaptan-ı Derya Cezayirli Sadık Paşa’nın mezarı; Girne’de Kavaklı Dede adak yeri; Temros’da (Zeytinlik) Garip Dede şehidası; Mağusa’da Canbulat türbesi ile Garip (Öksüz) Dede adak yeri; Çatoz’da Durmuş Dede türbesi; Limasol kazasında Evdim Şehitliği ve Alehtora’da Hüzürü Sultan türbesi bulunmaktadır.

MEZARLIKLAR,  MEZAR TAŞLARI VE TÜRBELER

Ölülerine saygı duyan Anadolu insanları onları sürekli olarak yanlarında görmeyi arzuladıklarından, evleriyle çevrelerini birer mezarlık haline getirmişlerdir. Zamanla kentler ile köylerde birden fazla mezarlık ortaya çıkarken, Lefkoşa surlar içinde çok geniş alanlara yayılan yaklaşık 14 mezarlık alanının oluştuğu belirlemesinde bulunulmuştur. Lefkoşa kent içi mezarlıklarının uygunsuzluğu nedeniyle 1869 yılında yürürlüğe giren "Mezarlıkların Kent Dışına Çıkarılması Yasası" gereğince kapatılıp Lefkoşa'nın giriş kapıları karşısına kurulan Girne Kapısı, Baf Kapısı ve Mağusa Kapısı mezarlıklarına yaygın olarak gömü yapılmaya başlanmıştır. Ancak bu arada surlar içerisindeki bazı mezarlıkların gömü amaçlarıyla kullanılmasına da devam etmiştir. İngiliz Sömürge Dönemi’nin ilk yıllarında Lefkoşa adeta bir mezarlıklar kenti görünümündeydi. Salgın hastalık tehdidi yaratan bu mezarlıkların tamamı 1936 yılına kadar dağıtılıp yerlerine yeni inşaatlar ile yeşil alanlar yapılmış, kimi mezarlıklar ile cami avlularındakiler ise yerlerinde kalmışlardır. Bu nedenle adanın değişik yerlerindeki mezarlıklar ile bu mezarlıklarda bulunan Anadolu geleneğini yansıtan türbeler de günümüze kadar gelmişlerdir.

Kıbrıs’ın Osmanlı İdaresine girmesinden sonra, Anadolu’da olduğu gibi, zenginlerin, sancak beylerinin, üst düzey yöneticilerin, hocaların, saygın kişilerin ve mallarını Evkaf’a vakfedenlerin mezarlarına sanat değeri yüksek olan Osmanlı mezar taşı geleneğinde mermerden yapılmış lahit ile mezar taşları konmaya başlanmıştır. Mezarların başuçlarına konanlar “Baş Taşı”, “Hece Taşı”, “Binek Taşı” ve “Çelengi Taşı” adlarıyla bilinirken, ayakucuna konanlar ise “Ayak taşı” adıyla bilinmektedir. Günümüze kadar gelebilen Osmanlı dönemi mezar taşlarında yapıldıkları dönemin özelliklerine, bölgenin doğal yapısına, ölenin ekonomik durumuna, cinsiyetine, köylü veya kentli olmasına ve mesleğine göre bir çeşitlilik dikkati çekmektedir.  Bunlar Anadolu’daki benzerleri gibi bezemeli ve yazıtlıdırlar. Erkeklere ait baş taşlarının uç kısımları, ölenin görevi ile mesleğine göre kavuk, sarık ve fes başlıklı, kadınlara ait olanlar ise genellikle çiçek (gül, lale), stilize çiçek, yaprak, ağaç (servi, hurma v.s), saksı içinde çiçek, çentik ve yaba motifleriyle kabartma, ya da oyularak bezenmişlerdir. Bezemeler genellikle klasik, Türk ampir ve barok stilindedir. Ölülere mezarların ayakuçlarında dua okunması adet olduğundan, genellikle yazılar baş taşının iç kısmına yazılırdı. Ancak mezarların başuçlarından yol geçmesi durumunda, mezarların kolaylıkla bulunabilmeleri için yazılar baş taşlarının yola bakan dış kısımlarına da yazılırdı. Kıbrıs’ta ayrıca koçbaşlı ve büst şeklinde mezar taşlarına da rastlanmaktadır. Ay. Andronikos (Yeşilköy), Balalan ve Galatya mezarlıklarında bulunan büst şeklindeki mezar taşları bunlara birer örnek teşkil etmektedir.

Kıbrıs’ta mezar taşı yapımına uygun mermer yatakları olmadığından, bazı zenginler “Con Mermeri” adıyla bilinen ve pahalı olan mezar taşlarını İstanbul veya İzmir’den getirtirlerdi. Bunların üzerlerine girift olarak bilinen çok sıkışık “İstifli Nesih Hatla Manzum yazılar” yazılmaktaydı. Ayrıca o günlere ait mezar taşlarında Sülüs, Rik’a, Talik ve az olarak Küfi yazıları da kullanılmıştır.

Kentlerdeki mezar taşlarına yazılar genellikle kabartma olarak yazılırlarken, kırsal kesimdekilere genellikle kazınarak yazılmışlardır. Günümüze az sayıda ulaşan XVIII. yüzyıla ait sarık ve kavuk başlıklı mezar taşlarında kısa yazılar bulunurken, günümüze çok sayıda ulaşan XIX. Yüzyıla ait olanlar daha dekoratif, yazıları ise daha uzundur. Yazılar genellikle “Hüvel Baki” (Allah kalıcıdır) veya “Hüvvel Hayyül  Baki” (‘kalıcı  olan  Allah’tır’) söz dizeleriyle başlamakta ve esas metinden sonra “Ruhuna Fatiha” veya “Ruhu için Rizalillahi Fatiha” söz dizeleriyle son bulmaktadır. Eski mezar taşlarında iki ile yirmi satır arasında değişen esas metin kısmı, düz veya diyagonal olan paralel iki hat arasında yer almaktadır. Birbirleriyle benzeyen metinlerdeki tek değişiklik ölenlerin adları ile ölüm tarihleridir. Bu ise, mezar taşlarının önceden hazırlandığına, isteğe göre bunlara ölenlerin adları ile ölüm tarihlerinin eklendiğine işaret etmektedir. Bazı yazıtların sonuna ebcet hesabı ile (şiir yoluyla) ölüm tarihi de düşülmüştür.

Osmanlı dönemine ait mezar taşlarının çoğunluğu imzasız olduklarından hattat ve hakkakları belli değildir. Kıbrıs’ta adları bilinen ve vakıf hayratlar üzerine güzel yazılar yazan hattatlardan sadece Sait Ateli, Dürri, Sevvede Arif, Seyit Feyzullah Dede ile Seyyit Feyzullah el-Mevlevi adlarını da kullanan Mevlevi şeyhlerinden Fevzi Dede, Müftü Raci Efendi, E’s Seyyit Ahmet Şükri Efendi, Hattat Ali Haydar, Zihni Efendi, Zihni Efendi’nin oğlu Naif Zihni Efendi ve Müftü Raci Efendi, El Haç Mustafa Ağazade Hattat Musa Efendi’nin adları bilinmektedir. Bu hattatlardan El Haç Mustafa Ağazâde Hattat Musa Efendi’nin 63-1-34 envanter numarasını taşıyan 1813 (1228 H) tarihli mezar taşı Mevlevi Tekkesi’nde sergilenmektedir. Bu konuda sağlanan bilgiler kesin olmamakla birlikte, Kıbrıslı şairlerden Kenzi, Sukhuti İsmail Ağa, Müftü Hilmi, Mevlevi şeyhi Handi (Lefkoşa Mevlevihanesi şeyhi Kıbrıslı Hızır Dede Efendi) ve Kaytazzade Nazım Efendi’ye ait şiirlerin, yukarıda sözü edilen hattatlar ile hakkaklar tarafından taşlara yazılmış olabileceği varsayılmaktadır.

Birinci Dünya savaşında genellikle Çanakkale’de esir alınıp Kıbrıs’taki esir kamplarına getirildikten sonra vefat edenler için Mağusa’da yeniden oluşturulan şehitlikte de bazı mezar taşları bulunmaktadır.
Devamı haftaya

Bu haber toplam 10001 defa okunmuştur
Adres Kıbrıs 181. Sayısı

Adres Kıbrıs 181. Sayısı