1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Kıbrıs’ta Şiddet Tarihine Bir Bakış (1)
Kıbrıs’ta Şiddet Tarihine Bir Bakış (1)

Kıbrıs’ta Şiddet Tarihine Bir Bakış (1)

Taksim politikasıyla birlikte Türkiye Özel Harp Dairesi üstünden Kıbrıs Türk toplumunu askeri olarak örgütlemeye yöneldi ve kuruluş çalışmalarına önceden başlayan TMT silahlandırıldı.

A+A-

Niyazi Kızılyürek
[email protected]

 

Milletler ve milliyetçilik çağında geleneksel dini kimliklerinden sıyrılarak dinamik etno-kültürel toplumlara dönüşen Kıbrıslı Türklerle Kıbrıslı Rumların ada üstünde giriştiği egemenlik ve statü kavgasının şiddet sarmalına dönüşmesini irdelerken vardığım temel sonuçlarından biri, Kıbrıs’ta Rumlar ve Türklerin “etnik nefret” veya “farklı etnik kimlikler” yüzünden çatışmadığıdır. Amaç uyuşmazlığı, egemenlik mücadelesi, statü kavgası ve buna bağlı olarak gelişen hınç duygularının mobilizasyonu, eşitsiz modernleşmenin etnik gruplar arsında yarattığı gerilimler, özsaygı, tanınma talebi, anavatanların karışmacılığı ve koloni idaresinin böl-yönet politikası gibi etkenler etnik grupları karşı karşıya getiren temel nedenler arasında yer alıyor.

Buradan hareketle, primordialist(ilkçi) ve özcü okumalarla etnik kimlik farklılığını çatışma nedeni olarak görmenin veya “tarihi düşmanlıktan” söz etmenin dayanaksız olduğunu söyleyebiliriz. Karşıtlık esasen amaç uyuşmazlığı ve buna bağlı olarak statü kavgasından kaynaklandı. Tarihin aynı coğrafya parçası üzerinde buluşturduğu etnik gruplar, milletler ve milliyetçilik çağında ortak bir siyasi tahayyül geliştirmedikleri gibi, çatışan milli amaçlara yöneldiler ve karşı karşıya geldiler.

 Helen milliyetçiliğinin mobilize ettiği Kıbrıslı Rumlar, Kıbrıs’ın Yunanistan ile birleşmesi için eğitimden siyasete kadar hayatın bütün alanlarını kapsayan bir kampanya ile anavatan Yunanistan’a iltihak etmek için mücadeleye giriştiler. Fakat Türk-Yunan savaşından (1922) sonra, 19. yüzyılın ortalarından itibaren Megali İdea doktrini temelinde yükselen irredantist Helen milliyetçiliği gerileyip Yunanistan mevcut sınırları içine çekilmek zorunda kaldı. Ve Atina, 1950’li yıllara kadar Kıbrıslı Rumların Enosis mücadelesini yeteri kadar kucaklayamadı.

Kıbrıs’ta Helen milliyetçiliğinin yükselişe geçtiği bir dönemde Yunanistan’ın kendi içine kapanmak zorunda kalması, “Merkez” ile “Çevre” arasında önemli gerilimlerin yaşanmasına yol açtı. Büyük Britanya’ya bağımlı olan Yunanistan’ın Enosis talebini ileriye taşımada tereddüt göstermesi, Kıbrıs Rum toplumunun önde gelen lider kadrosunu silahlı mücadeleye sevk eden önemli nedenlerden biri oldu. Yunanistan ancak 1950’li yılların ortasında kelimenin tam manasıyla Kıbrıslı Rumların Enosis talebini sahiplenebildi ve 1955 yılında EOKA’nın Enosis amacıyla başlattığı anti-sömürgeci silahlı mücadeleye tam destek verdi. 

Osmanlı döneminin sona ermesiyle (1878) toplumsal yaşamın bütün alanlarında Kıbrıslı Rumların gerisinde kalan Kıbrıslı Türkler, adanın Yunanistan ile birleşme ihtimalini bir varoluş tehdidi olarak algılıyor ve Enosis’e kararlılıkla karşı çıkıyorlardı. Adanın İngilizlere kiralamasıyla “Millet-i Hakime” konumunu kaybeden Müslüman Türk toplumu, modernleşen Kıbrıs’ta eskiden yönettiği Hıristiyan-Rum toplumu karşısında son derece güçsüz bir konuma sürüklenmiş, Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılma sürecinde büyük bir güvensizlik duygusuna kapılmıştı.

Aynı dönemlerde Kıbrıs Rum toplumu önemli kalkınma hamleleri gerçekleştiriyor ve siyasal örgütlenme çabalarını yoğunlaştırıyordu. Kıbrıs Türk toplumu “komşularına” öykünen ama aynı zamanda kendini “komşularının” tehdidi altında hisseden, İngiliz sömürgeciliğinin korumasına muhtaç bir toplum görüntüsü çiziyordu. Nitekim Kıbrıslı Türkler uzun süre sömürgeciliğin devamından medet ummuşlarve sömürgeci İngilizlerin Enosis karşıtı tutumundan yararlanma yoluna gitmişlerdi.

Kıbrıslı Türkler Türk milliyetçiliğinin ve Kemalist modernleşme projesinin etkisi altında toplumsal yaşamın çeşitli alanlarında başlattıkları reform arayışlarıyla “çağdaşlaşmak” için gayret sarf ediyor olsalar da, Kemalist milliyetçiliğin irredantizme kapalı olması “Anavatan Türkiye’nin” etkisini kültür alanıyla sınırlandırıyordu. Kıbrıslı Türkler, Lozan antlaşmasıyla Kıbrıs’ta bütün haklarından vaz geçen Türkiye’nin siyasi ve askeri desteğini elde etmek için 1950’li yılları beklemek zorumda kaldılar.

Türkiye, Hatay örneğini dışarıda bırakırsak, ilk defa 1950’li yıllarda Misakı Milli sınırları dışında yaşayan “akraba” bir etnik grubun çıkarlarını ileri sürerek eski bir Osmanlı toprağı üstünde hak iddia etmeye başladı. Bu, milliyetçiliğin performansını Türkiye’nin sınırları içine hapseden Kemalist milliyetçilikten esaslı bir kopuşu simgeliyordu.

Türk stratejik düşüncesinde Kıbrıs’ın önemi “Türkiye’nin güvenliğini tehdit eden Yunan adaları zincirine yeni bir halkanın eklenmesini önlemek ve Kıbrıs Türk toplumunun milli haysiyet ve varlığını korumak” olarak değerlendiriliyordu. Nitekim Özel Harp Dairesi’ne bağlı TMT’nin ilk komutanı Rıza Vuruşkan Kıbrıs’ın stratejik önemini bu sözcüklerle tanımlıyordu. Kıbrıs’a dönük aktif ve atak bir politika izleyen dışişleri bakan Fatin Rüştü Zorlu da 1955 yılında yaptığı bir değerlendirmede benzer şeyler söylüyordu: “Türkiye’nin beslenmesine yarayan Antalya, Mersin, Yumurtalık, İskenderun gibi cenubi şarki limanların Kıbrıs adasının himayesi altında bulunduğunu” belirten Zorlu, “eğer bu adaların hakimi aynı zamanda Batı’daki adaların da hakimi olursa, Türkiye’yi fiilen muhasara etmiş olacaktır” diyordu. Zorlu, Yunanistan’ı kast ederek, “hiçbir memleket bütün emniyetini ne kadar dost ve müttefik olursa olsun tek bir devlete bağlayamaz” diyordu.

Türkiye yukarıda belirtilen stratejik kaygılarla Kıbrıs Sorunu ile ilgilenmeye başladığında, önceleri adanın İngiliz sömürgesi olarak kalmasını savunuyordu. Daha sonra İngiltere’nin adadan ayrılması durumunda Kıbrıs’ın Türkiye’ye bırakılmasını talep ediyordu. Bunun mümkün olmadığı anlaşılınca, İngiltere’nin de kışkırtmasıyla adanın Türkiye ve Yunanistan arasında taksim edilmesi gündeme getirildi.

Taksim politikasıyla birlikte Türkiye Özel Harp Dairesi üstünden Kıbrıs Türk toplumunu askeri olarak örgütlemeye yöneldi ve kuruluş çalışmalarına önceden başlayan TMT silahlandırıldı. İngiltere’nin Taksim tezinde samimi olmadığı anlaşılınca, TMT adanın bölünmesini sağlamak amacıyla şiddet eylemlerine başvurmaya başladı ve bu süreçte EOKA ile karşı karşıya geldi. Nitekim etnik şiddet ilk defa bu dönemde (1958) baş gösterdi ve bu “şiddet mevsiminde” Kıbrıslı Rum yöneticiler Türk faktörünü keşfettiler. Enosis doğrultusunda atılacak adımların adayı bölme riskini içerdiğini idrak ettiler.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu haber toplam 3477 defa okunmuştur
Gaile 423. Sayısı

Gaile 423. Sayısı

İlgili Haberler