KIBRIS’TA ‘SON SÖZ’Ü KİM SÖYLER?
Diplomaside böyle işler olur. Devletin –ya da hükümetlerin- söylemek isteyip de söyleyemedikleri başkalarına söyletilir. Kömürü avuçlamak yerine ‘maşa’ ile tutmaktır bu bir nevi…
Bazen medya üstlenir ‘söylenmek isteyeni ikinci ağızdan söyleme görevi’ni…
Bazen sivil toplum…
Akademisyenler ya da…
Dış politikaya yön verenler, orkestra şefi gibi hangi enstrümanın ne vakit çalacağına karar ve işaret verir. Kemanın vaktiyse keman, yan flütünki ise yan flüt, kontrbas ise kontrbas çalar.
Diplomasi konusunda bizde böyle bir deneyim, birikim yok ama Türkiye bu konuda oldukça marifetli…
‘Bayram değil seyran değil, eniştem beni neden öptü’ dedirten ‘Kıbrıs’ta Son Söz’ adlı konferans bu becerikliliğin yeni bir örneği oldu.
**
Etkinlik –güya- Türkiye Barolar Birliği tarafından düzenlendi. Lakin gerek konuşmacı takımı, gerek organizasyonun şekli-şemaili ve en önemlisi de ‘sonuç bildirgesi’ konferansın hangi ‘mutfak’ta pişirildiğini ve de ağızdaki ‘ıslanmış bakla’nın ne olduğunu iyice belli etti.
‘Made by Foreign Ministry of Republic of Turkey’ diye yazacak halleri yoktu ‘ürün’ün etiketine tabii de, zaten bir onu yazmadıkları kaldı.
Kumaşın cinsi de, biçen ve de diken terzinin tarzı da, ‘marka’yı anlatmaya yetip arttı.
Türkiye hükümeti, kendi söyleyemediklerini bu konferansa davet edilen ve –her ne tesadüfse- tümü de aynı sazı çalan ‘tek sesli taksim korosu’ elemanları çıkan ekiple çeşitli yer, kurum, devlet ve de kişilere kendince ‘mesaj’ verdi.
Bunlar arasında elbette Kıbrıs Rum liderliği de var, ama sadece o değil… Aynı zamanda –ve çok daha belirgin ve de sert tonda- Kıbrıs Türk liderliğine de ‘böyle yapamazsın, yaptırmam’ diye özetlenebilecek mesajlar verildi.
“Kıbrıs’ta ‘son söz’ü ben söylerim” dedi özetle Ankara’daki iktidar sahipleri!..
**
Bir kere ‘son söz’ü söyleme vakti gelmişse eğer, bunun enine boyuna izah edilmesi lazım.
Bu toplumun –tanınmamış olsa da- kendine göre demokratik mekanizmaları var. Seçilmiş bir Cumhurbaşkanı var, meclisi var, medyası var, sivil toplumu var, kamuoyu var…
Var mı?
Konferansın ‘sonuç bildirgesi’ne göre yok!..
Ne diyor ‘muhtıra ’ya benzeyen bu bildirge: ‘Doğu Akdeniz’in yeni jeostratejisi ve jeoplolitiği içinde Türkiye ve Kuzey Kıbrıs, Kıbrıs stratejisini gözden geçirmek ve temel değişikliklere gitmek zorundadır’ diyor.
‘Zorunluluk’ var yani… Başka ‘seçenek’ yok!..
“Kıbrıs konusu, sadece ‘Doğu Akdeniz’in kontrolünde kimlerin etken olacağı’ değil, doğrudan Türkiye’nin ve Kıbrıs Türk Halkının güvenliği ve refahı konusudur. Özetle Kuzey KKTC’nin, Mavi Vatan’ın ve Ana Vatanın da kaderini etkileyecek önemi haizdir” diyor.
Yani ‘Kıbrıs sorunu sizin değil, bizim meselemiz, bizim çıkarımız, bizim refahımız, bizim güvenliğimizdir’ diyor. Yani bize ‘söz hakkı’ yok!..
Ve uzayıp gidiyor ‘-meli’ ‘-malı’ şeklindeki emir kipleri…
**
Ankara’da düzenlenen ‘Kıbrıs’ta Son Söz’ konferansı, Nisan ayındaki seçimlere ve Kıbrıslı Türklerin iradesine dönük yeni bir müdahaledir.
Ankara’nın dış politikasına yön verenler –her yolu mubah sayarak- toplumu bir kalıba sokmaya, seçimlere ve hatta partilerin aday gösterme süreçlerine alenen karışıyorlar.
‘Ankara ile uyum’lu olanlar ‘cici’, olmayanlar ‘tu kaka’ ilan ediliyor.
‘Son sözü ben söylerim’ mesajıyla Kıbrıslı Türkler dünya nezdinde çok daha silik, ciddiye alınmaz, güçsüz ve iradesiz bir görüntü veriyor. Bizzat Ankara’nın eliyle!..
**
İdama götürülmezden önce ‘son arzu’su ve ‘son söz’ü sorulur mahkuma…
“Ben son sözümü çoktan söyledim” der idam mahkumu…
Sahi, bu toplum ‘son söz’ünü referandumda söylememiş miydi?