“Kıbrıs'ta taksimin kalıcılaşması her iki toplumu da sarsmaz mı?”
Nikolaos STELYAS
Türkiye'nin ikinci Cumhurbaşkanı ile ortak bir tutkum var. Bu tutkunun adı Heybeliada. Kabataş'tan motorla yaklaşık bir saatlik uzaklıkta İstanbul'un ve Türkiye'nin saklı bir cenneti var. Yemyeşil bir Prens Adası. Helence ismi Halki. Osmanlı dönemi boyunca bu isim ile anılan ada, cumhuriyet ile beraber gelen Türkleştirme çabaları ile Heybeliada ismini kazandı.
Cumhuriyetin ilanından sonra, İsmet İnönü, Ankara'nın havasından bunaldığında soluğu Heybeli'de almaya başladı. 40'lı yıllarda, Yunanistan'a göç ettirilen bir ailenin köşkünü bir şekilde kontrolü altına alan İnönü tam anlamıyla bir Heybeli sevdalısıydı. Bu tutkusu ölümüne dek sürdü.
60'lı yılların ortalarında, başbakanlık makamına geri döndüğü dönemde, İnönü Heybeli'yi ziyaret etmeye devam etti. Onun için Yaz tatillerinin vazgeçilmez istikametiydi Heybeli... Adayı ziyaretlerinden bir tanesinde, Refah Şehitleri Caddesi'ne yakın bir noktada, Türkiye Başbakanı'nın kulağına İstanbul şivesiyle Helence takıldı. Adalıların konuştuğu Helenceyi duyar duymaz, İnönü yakındakilerine modern Türkiye tarihine giren bir sual sordu: 'Bunlardan kaldı mı?'
'Bunlardan kaldı mı?' Kanımca Türkiye'nin son yüzyılına ışık tutan bir soru. Ötekileştirilen, yerinden yurdundan edilen, asimilasyon faaliyetlerinin odağında olan 'bunlar' ve 'onlara' karşı duyulan tepki...
Geçtiğimiz hafta okurlarımla paylaşmış olduğum 'Kötü sürprizlere hazırlanma vakti' başlıklı yazıya gelen tepkilere göz attığım bir esnada aklım İnönü'nün o tarihi hayıflanması geldi. Kıbrıs Türk kimliğinin bu ada toprakları üzerindeki geleceğinin tartışıldığı bir dönemde, nedense 'Bunlardan kaldı mı' sorusu bana çok manidar geldi.
'Niko İstanbul Rum'udur, o yüzden doğal olarak Maraş'ın Rumlara verilmesini Türk limanlarının açılmasını ister', diyor okurlarımdan bir tanesi. Geçtiğimiz hafta bu yorum üzerinde kafa yordum. Bu yorum üzerine altını çizme ihtiyacı duyduğum en az üç nokta söz konusu. 'Niko İstanbul Rum'udur' söylemi bu noktaların birincisini teşkil ediyor. İstanbul'da emekleme safhasından bugüne dek 'azınlık' yaftasına layık görülen birisi olarak şimdiye dek hiçbir etnik ve dini tanımlamaya göğüs germediğimi vurgulamak gerekiyor. İstiklal'in arka sokaklarındaki kitapçılarda tarihle, sosyolojiye ile, evrensel sosyalizm ve Freud ile tanışan birisinin kendisini dini ve etnik bir kimlikle yaftalaması beklenemez. Niko eşittir Rum (gavur) denklemi bir masaldan ibaret olduğuna göre 'Niko doğal olarak Maraş'ın Rumlara verilmesini ister' denklemi de anlamını yitirmektedir. Lakin, Niko ölü kent Maraş'ın Rumlara değil sakinlerine, adalılara teslimini arzulamaktadır. Aynı zamanda bu teslimin müzakere masasındaki görüşmelere bağlı olduğunu çok iyi bildiğinden, bu teslimatın bir al-ver süreci içerisinde vuku bulacağını öngörmektedir. Maraş sürecinde hem Türk hem de Rum tarafı bir şeyler kaybederken, kazanan Kıbrıs olacaktır. Ancak gelişmeler bu yönde değildir ve Niko bunu çok iyi bilmektedir.
Geçtiğimiz hafta vurguladığımız üzere müzakere sürecinde çöküş sürecine girilmiş durumdadır. Birileri bizi fena şekilde aldatmaya yönelik adımlar atarken, görünen köy kılavuz istememektedir. Müzakere masasında iki toplum tarafından 'bu sorunu çöz' komutu ile oturtulanların kafasında Kıbrıs Sorunu bitmek, sonuçlanmak üzeredir. Batılı bir kaynağın ifadesi ile 'komediye dönüşen orta oyununda son safhaya gelinmektedir'.
Türkiye'deki seçimlerden sonra başlayacak seçim süreci sonrasında bu küçük adayı sürprizler beklemektedir. Gönül ister ki bu sürprizlerin mahiyeti bizi yanıltsın ve hızlıca bir çözüm sürecine girelim. Ancak şu an elimizde olan veriler tam ters istikameti işaret etmektedir. Alternatif, B ve C planlarının gündemleştiği bir sürece girmekteyiz.
Kıbrıs'ta taksimin kalıcılaşması her iki toplumu da sarsmaz mı? Elbette sarsar. Rum tarafı büyük bir şok geçirir, 1974'teki askeri mağlubiyetin artçı depremleri önümüzdeki aylarda Rum toplumunu esir alır. Taksimin kalıcılaşmasının faturası esas olarak Kıbrıs Türk toplumunun geleceğine ve bünyesine zarar verir. Benim bakış açım bu yönde. Burada sayamayacağım birçok nedenden dolayı ilhak ve tanınma opsiyonlarının geçersizliği temelinde, böylesi bir senaryoda Kıbrıslı Türklerin tek bir seçeneği kalacaktır: Yollarına Türkiye'nin bir çeşit serbest ticaret bölgesi olarak devam etmeleri. 1974 yılından bugüne dek hızla değişen sosyal ve siyasi kompozisyon ile Anadolu'nun yükselen sermayesi karşısında Kıbrıs Türk sermayesinin aciziyeti göz önünde bulundurulduğunda sormamız gereken esas soru şu olmalıdır: Kıbrıslı Türkler kimliğinin bu topraklarda bir iddiası ve geleceği söz konusu mu?
Gidişat, ne yazık ki, 'bunlardan kaldı mı' sorusunun gelecekte daha çok sorulacağı bir döneme girildiğini göstermektedir. Bu topraklarda kaybolan bir kültürel kimliğin nostaljisiyle yaşamak istemiyorsak, bir an evvel üzerimizdeki ölü toprağını atmak zorundayız. Milliyetçi Rumlara, ilhakçı Kıbrıs Türk siyasetçisine rağmen Kıbrıs Türkçesi bu adada ilelebet yaşamalı...
(GAZETE 360 – Nikolaos Stelyas – 5.8.2014)