Kıbrıs’ta Türkçe Ezan ve Nazım Hoca-6
Ve sonunda Nazım Hoca, Türkçe ezan karşısında gerçekleştirmiş olduğu eylemden dolayı mahkemeye veriliyor. 1950 yılının Mayıs ayı anlaşılacağı gibi özellikle Ayasofya Camii’den okunan Türkçe ezanla birlikte Nazım Hoca’nın (Şeyh Nazım Kıbrısi) tepkisiyle Kıbrıslı Türklerin “inanç tarihinde” yerini almış oldu. Konuyla ilgili iki haberi paylaşalım...
“Mehmet Nazım Efendi Mahkemede
12 Mayıs Cuma günü Ayasofya Camii’nde mensup müezzin tarafından dinî ayin icrası sırasında Arapça ezan okumak suretiyle vazifeye fuzuli müdahalede bulunduğunu evvel yazdığımız Mehmet Nazım efendi aleyhine polis tarafından rahatsızlık davası getirilmiştir.”
“Nazım Hocanın Muhakemesi
12 Mayıs, Cuma günü Ayasofya Camii’nde Cuma namazında mevcut usule göre Türkçe ezan okunurken, vazifesi olmadığı halde Arapça ezan okumak suretiyle dini ayine müdahale ederek rahatsızlık yapan Nazım Hoca’nın 23 Mayıs tarihinde yapılan ilk duruşmasını müteakip tehir olunmuş olan davasına dün de Lefkoşa Kaza Mahkemesi huzurunda devam edilmiştir.
Dünkü muhakemede Ayasofya başmüezzini Hafız Şefik Efendi’nin Hâkim Fehmi Bey huzurunda vermiş olduğu şehadet dinlenmiş ve bunu müteakip şehadetine müracaat olunmak üzere Fetva Emini Hakkı Efendi’nin evine gidilmiş ve neticede dava 9 Haziran’a tehir edilmiştir.”
Nazım Hoca hakındaki dava bir yandan ertelenir ve sonuçlandırılmazken, diğer yandan Türkiye’de Adnan Menderes hükümetinin Türkçe ezan okunması uygulamasındaki “zorunluluk” halinin kaldırılması kararı da sorgulanmaktaydı. Bu durumda Başbakan Adnan Menderes, “Türkçe Ezan” kanununu yeniden değiştirerek Arapça da okunabileceği kararının, Atatürk devrimlerine ters düşüp düşülmediği şeklindeki bir soruya şu açıklamayı getiriyordu...
“Ezanın Arapça Olarak Okunması Meselesi
Bu konu üzerinde sorulan suale Başbakanın cevabı
Ankara, 5 Haziran: Ezanın din lisanında okunabilmesi hususunda Zafer gazetesi başmuharriri Mümtaz Faik Fenik’in sorduğu bir suale Başbakan Adnan Menderes aşağıdaki cevabı vermiştir:
Her taassub cemiyet hayatı için zararlı neticeler doğurur. Cemiyet hayatında esas değişikliklerin yapılabilmesi evvelâ karşılıklı zihniyetlerin yıkılmasına bağlıdır. Bu hakikatın iyice kavranmış olması neticesidir ki Büyük Atatürk bir takım hazırlayıcı ön inkılâplara başlarken taassub zihniyeti ile mücadele etmek lüzumunu hissetmişti. Ezanın Türkçe okunması mecburiyeti de böyle bir zaruretin neticesi olarak kabul edilmelidir. Zamanında çok lûzumlu olan bu mecburiyet ve tedbir diğer tedbirlerle birlikte bu günün hür Türkiyesine zemin hazırlamıştır. Ezanın Türkçe okunmasına mukabil cami içinde bütün ibadet ve duaların din dilinde olması garip bir tezat teşkil eder gibi görünür. Bunun izahı arzettiğim gibi geçmişteki hadiselerin hatırlanmasına ve taassub zihniyetine karşı mücadele zaruretinin kabul olunmasına bağlıdır.
Aradan bunca yıllar geçtikten ve katiyetle zarurî görülen tedbirlere artık ihtiyaç kalmadıktan sonra bunda ısrar, bu sefer vijdan hürriyetine karşı taassub teşkil eder. Şimdi meselenin lâiklik ve vijdan hürriyeti bakımından halline sıra gelmiştir. Dinin siyasete karıştırılmamak ve (dinî ibadetler amme nizamına ve umumi adaba aykırı olmamak şartıyle) herkesin dini ibadetlerinin serbestçe yerine getirilebilmesi vijdan hürriyeti icabındandır.
Vijdan hürriyeti de diğer hürriyetler gibi vatandaşın tabii hakkı olarak kabul olunmadıkça lâyık (lâik ea) devlet prensibinin tahakkuk ettirilmesine imkân görülemez. Parti progamımızda da vijdan hürriyeti ve lâiklik esası bu anlayışa göre tesbit edilmiştir. Lâiklik esasının da muhafazası bugün için ancak prensiblere bağlı kalmakla münkündür.
Bu izahımın milletimize malolmuş inkılâplarımızın tamamıyle korunacağı manasını taşıdığını da ayrıca tefsire lüzum görmemekteyim. Hükûmet olarak ezan meselesi hakkında görüşümüz bundan ibarettir. Ancak kanun hükümleriyle de alâkalı olan bu meselenin gurubumuzca lüzum görüldüğü takdirde kanunda değişiklik yapmak bakımından Meclis gurubumuza arzı ve kurulumuzca alınacak karara göre hareket olunması pek tabiidir.”
10 Haziran’da ise Nazım Hoca’nın söz konusu davasının karar günü gelmişti. Verilecek olan karar, toplum nazarında da önemli bir yer tutmaktaydı. Çünkü Atatürk devrimlerine bağlı olan Kıbrıslı Türklerin bu olay karşısındaki tepkisi büyük olmuştu. Çeşitli köşe yazılarında ele alınmış, yorumlar arasında bu hareketin “gericilik” nitelemesiyle değerlendirilmesine dikkat çekilmişti.
Nazım Hoca yargılanmış ve cezası da kesilmişti. Konuyla ilgili iki habere bakalım.
“Nazım Hocanın Davası
Karar Bugün 9’da Verilecek
Lefkoşa’da Ayasofya Camii şerifinde Arapça ezan okumaya kalkarak rahatsızlık çıkarmaktan sanık olarak muhakeme edilmekte bulunan Hoca Nazım Efendi’nin duruşmasına dün de devam edilmiş ve müdafaa şahitlerinden tatlıcı Bay Mustafa Abdülkerim ile Küçük Kaymaklılı Mehmet Ali ve Şilluralı terzi Kanber Ahmed’in şehadetleri dinlenmiştir. Mahkeme 1.30’a kadar devam etmiş ve hükmün verilmesi bugün sabah saat 9’a tehir edilmitşir.”
“Nazım Hoca Davası Dün Sona Erdi
Hocanın 6 hafta hapsine hükmolundu
12 Mayıs tarihinde Lefkoşa’da Ayasofya Camii’nde Arapça ezan okuyarak cami dahilinde dini ayin sırasında rahatsızlık yapan Nazım Hoca’nın davası dün sona ermiş ve suçlu 6 hafta hapse mahkûm olmuştur.
Hakim Fehmi Bey karar suretini şu suretle bildirmiştir:
‘Yapmış olduğun rahatsızlık, mahkeme huzurundaki şehadete bakılırsa, dini merasim yapılırken olmuştur. Hiç bir sıfatı resmiye ve salâhiyetin olmadığı halde ve bilhassa Türkçe ezan okunmakta iken, senin de Arapça okumaklığın bu rahatsızlığı yapmayı, daha evvelden hazırlanmış olduğunu göstermektedir. Bunun böyle olduğu, gerek polis ve gerekse senin müdafaa şahitlerinden de anlaşılmıştır. Bu böyle olduğuna göre, camideki bu hâdiseyi, ufak bir rahatsızlık diye alamam. Çünkü o gün imam, camide dinî merasimi tamamlıyamayarak hutbeden inmek mecburiyetinde kalmıştır. Polisin şehadetine tatamıyle inandım. Maznun şehadetlerine ise inanmadım ve bu şehadetlerde tenakuz olduğu kanaatine vardım. Bu takdirde 6 hafta hapse mahkûm edilmiş bulunuyorsun.”