Kıbrıs’ta ve Kıbrıs Türk Toplumu’nda “Egemenlik” Kavramı
Kıbrıs’ta ve Kıbrıs Türk Toplumu’nda “Egemenlik” Kavramı
Şevki Kıralp
[email protected]
Toplumumuzun siyasi gündeminde son zamanlarda sıklıkla tartışılan kavramlar arasında “egemenlik” gelmektedir. Toplumumuzda Sağ ve Sol “egemenlik” kavramını farklı şekillerde ele almaktadır. “Egemenlik”, Uluslararası İlişkilerde “güvenlik”, “güç dengesi” ve “milliyetçilik” gibi pek çok kavramla iç içe geçmiş şekilde ele alınmaktadır. Kabaca tanımlanacak olursa, “egemenlik” (sovereignty) siyasal sınırları bulunan bir toprak parçasında yasama, yürütme, yargılama, ekonomik döngüyü kontrol etme ve güvenliği sağlama yetkisi olarak ifade edilebilir. Bu yetki bir devlete aittir ve diğer devletlerin başka bir devletin “egemen” sınırları içerisinde etkin müdahalede bulunması genellikle “egemenliğin ihlali” olarak nitelendirilir (Weber 1995). Elbette, 1960 antlaşmalarının Türkiye, Yunanistan ve Birleşik Krallığa yüklediği hak ve yükümlükler benzeri istisnalar hariç. Kıbrıs Türk siyasal arenasında yıllardır Sağ görüşün en temel dayanağı “iki ayrı egemenlik” olagelmiştir. Sol ise Rum toplumu ile ortaklığa vurgu yapan “tek egemenlik” noktasında siyaset üretmiştir. Kıbrıs’taki “egemenlik” tek mi olacak iki ayrı egemenlik mi olacak, elbette bu düşünce özgürlüğü noktasında bir takım farklılıklara açıktır. Fakat 1977 ve 1979 yıllarında merhum Rauf Denktaş’ın Makarios ve Kipriyanu ile imzaladığı antlaşmalar temelinde, adada federal bir çözüm gerçekleştirilecek ve Rum toplumu ile Türk toplumunun eşit şekilde paylaşacağı bir “tek egemenlik” kurulacaktır. Bununla birlikte, Kıbrıs Türk Sağı, yıllarca federasyonu ve tek egemenliği “Rum’a azınlık olmak” şeklinde yorumlarken, Rum Sağı arasında da federasyonu “taksim”, yani “iki ayrı egemenlik” olarak yorumlayan liderler çıkmıştır. Bu yazıda “egemenlik” kavramının Kıbrıs Siyaseti’nde oluşturduğu ve eksik bıraktığı anlamları inceleyeceğim.
1960 Anayasası, Kıbrıs’ta bir “tek egemenlik” ilkesine dayanıyordu. Yani, Rum ve Türk toplumlarının ortaklaşa ve eşit olarak yürütecekleri bir “tek egemenlik”. Bu egemenliğin devamlılığı, ortaklığın sürdürülmesi ve egemenliğin “tekliği” ise garantör devletlerin himayesindeydi. 1963 yılında, Rum liderler Kıbrıs Türk toplumuna verilen ortaklık haklarını fazla bularak veto haklarını sınırlandırma girişiminde bulundular. Anayasal değişiklik talepleriyle, adadaki “tek egemenliği” Rum toplumunun iradesine paralel çalışacak şekilde düzenlemeye çalıştılar ve Türk toplumunun iradesini imtiyazlı bir azınlıktan öteye geçmeme noktasına indirgemeye çabaladılar. Rum toplumunun sayısal ve ekonomik gücü ile anayasal değişikliğin gerçekleşmesi konusunda yaptıkları baskı Türk liderliği merkezi hükümetten koparak toplumsal egemenliğe ayrılıkçı bir siyaset temelinde sahip çıkmaya itmişti. Merhum Fazıl Küçük ile merhum Rauf Raif Denktaş, Rum toplumunun askeri, sayısal ve ekonomik gücü karşısında Kıbrıs Türk toplumunun adada “egemen” halde kalmasının tek yolunun ya federasyon, ya iki ayrı egemenlik tahsisi olduğunu düşünmüşlerdi.
7’den 70’e herkes şahitlik edecektir ki, merhum Denktaş’ın siyasal söylevinin temeli “egemenlik” idi. “Rum’a azınlık olamayız”, “iki ayrı egemenlikten vazgeçemeyiz” benzeri söylemleriyle merhum Denktaş federal çözümün Kıbrıs Türk toplumunun yararına olmayacağını vurgulamaktaydı. Öncelikle, federal çözüme karşı çıkmak da desteklemek de demokrasi ve düşünce özgürlüğü bakımından herkes için temel bir hak ve özgürlüktür. Fakat burada federasyonun “egemenlik” mantığını yeterince algılamadan hareket etmemek lazımdır. Federasyonlarda merkezi bir hükümet olur. Birden fazla etnik grubun ortaklığından oluşacak federasyonlarda genellikle etnik grupların her biri bir bölgede çoğunluk durumuna getirilir. Federal bölgeler kendi iç işlerinde bir takım serbestliklerden yararlanırlar. Bununla birlikte federal devlet dış siyaseti, ekonomisi ve ulusal güvenliğinde bir bütün olarak hareket eder. Merkezi yönetimde bölgelerin siyasal seçilmişleri ortaklaşa kararlar alırlar ve büyük etnik grubun küçük etnik grubu dikkate almayan siyasetler dikte ettirmesinin önü veto hakları ile kapatılmış olur. Anlaşılacağı üzere, federal çözüm “azınlık” olmak da değildir, iki ayrı egemenlik sistemi kurmak da değildir. Çoğulcu demokrasi ilkelerine dayalı bir ortaklıktır (Lijphart 1999).
Burada, Kıbrıs Türk Sağı’nın federasyon yanlısı Kıbrıs Türk Solu’nu eleştirirken kullandığı üslupta ilginç bir nokta vardır. Gerek hükümetin büyük ortağı CTP, gerek muhalefetteki TDP hiçbir zaman “egemenlik Rum çoğunlukta olsun, bizler azınlık hakları ile yetinelim” benzeri bir görüşü savunmamışlardır. Kaldı ki, her iki parti de Türkiye’nin garantörlüğünden vazgeçme taraftarı da olmamıştır. Buna rağmen, “Kıbrıs Türk toplumunun eşitliği” esasında bir federasyon vurgusu yapan ve bu eşitliğe dayanacak bir “tek egemenliği” savunan Kıbrıs Türk Solu, “iki ayrı egemenlik” yanlısı Kıbrıs Türk Sağı’nın eleştiri oklarından kendisini kurtaramamaktadır. Geçtiğimiz günlerde Dışişleri Bakanı Sayın Özdil Nami’nin “federal ortaklık, siyasal eşitlik temelinde tek egemenlik ve tek uluslararası temsile dayalı çözüm” kavramını telaffuz etmesi Sağ görüşlü liderleri ve Sağ basını epeyi öfkelendirmişti. Öte yandan, Türkiye Büyük Millet Meclisi başkanı Sayın Cemil Çiçek’in “Kıbrıs Türk halkı bir azınlık değil, Kıbrıs’ın asli unsurudur” demesi yine Sağ görüş, özellikle de Sağ basın tarafından övgüyle karşılanmış, hatta buna “tek egemenliğin reddi” gibi anlamlar da yüklenmeye çalışılmıştır. Altı çizilmelidir ki, 1959 Zürih ve Londra Antlaşmaları’ndan buyana, ne o antlaşmaların mimarlarından olan merhum Menderes, ne de kendisinden sonra Türkiye’yi yöneten kadroların başka bir lideri, “Kıbrıslı Türkler azınlık olsun, adayı Rum çoğunluk yönetsin” gibi bir laf etmemiştir. Fakat yine hiçbir Türkiye hükümeti, Kıbrıslı Türklere görüşmeleri sona erdirip KKTC’yi tanıtma siyasetine girişme ya da Kıbrıs’ın Kuzeyi’ni Türkiye ile birleştirme yönünde bir çağrıda da bulunmamıştır. Bu nedenle, Kıbrıslı Türklerin adadaki egemenliğin ortağı olması noktasında Türkiye hükümetleri ile Kıbrıs Türk Solu arasında, en azından söylem düzeyinde bir farklılık olduğunu öne sürmek iddialı bir yaklaşım olur.
Öte yandan, “egemenlik” kavramını anlamlaştırma noktasında Kıbrıs Türk Sağı’nın bir takım belirsizlikleri vardır. Kıbrıs Türk Solu’nun “tek egemenlik” adını verdiği kavram, adadaki Rum ve Türk toplumları arasında kurulacak iki bölgeli ve Kıbrıs Türk toplumunun siyasal eşitliğine dayalı bir ortaklıktır. Ancak, Kıbrıs Türk Sağı’nın “iki ayrı egemenlik” terimiyle ne kastettiği net değildir. İki ayrı egemenlik denince akla merhum Denktaş’ın savunduğu “konfederasyon” da gelebilir, KKTC’nin tanıtılması da gelebilir, Kıbrıs’ın Kuzeyi’nin Türkiye ile birleştirilmesi de gelebilir, mevcut durumun sürdürülmesi de gelebilir. Peki, Kıbrıs Türk Sağı bunlardan hangisini savunuyor? Aralarında “tek egemenliği” reddetme haricinde bir görüş birliği var mıdır yoksa yukarıda saydığım dört farklı durum konusunda farklılaşan tercihleri mi vardır? Bu siyasetlere ulaşmadaki yöntemleri nedir (ya da bir yöntem belirlenmiş midir?) ve Türkiye’ye “iki ayrı egemenlik” fikrine ulaşmakta nasıl bir rol biçmektedirler? Federal çözümü reddetmek elbette düşünce özgürlüğü noktasında Kıbrıs Türk Sağı’nın temel bir hakkıdır. Fakat kendilerinin “iki ayrı egemenlik” deyince ne kastettiklerinin net olmayışı Kıbrıs Türk demokrasi tarihi ve 2004 referandumunda açıkça ortaya çıkmıştır. Kıbrıs Türk demokrasi tarihi boyunca, federal çözümü savunan CTP birkaç kez hükümetin büyük ortağı olarak, TDP (geçmişte TKP) ise hükümetin küçük ortağı olarak iktidarda bulunsalar da, Kıbrıs Türk seçmeni çoğunlukla Sağ partilere oy vermiş ve en az %51-55 arasında destek ortaya koymuştur. Annan referandumunda ise %65’lik bir oran federal çözüme “evet” demiştir. Buradan ortaya çıkan sonuç şudur: Kıbrıs Türk seçmeni mevcut sistemi yönetebilmek konusunda Sağ partileri çoğu zaman Sol partilerden daha yararlı bulmuştur. Fakat sistemin değişimi gündeme gelince, Sağ partilerin “iki ayrı egemenlik” projeleri ve siyasetleri net olmadığından dolayı, toplumun iradesi Sol partilerin savunduğu tezden, yani sistemin federal çözüm yoluyla değiştirilmesinden yana olmuştur.
Demokrasi sadece ve sadece farklılaşan fikirlerin barışçıl bir ortamda bir arada var olabilmesiyle yaşayabilir. Demokrasi sürdüğü sürece, bu fikirlerden birinin diğerlerine üstünlük sağlayabilmesi ise ancak demokratik propaganda ve oy verme (ki Kıbrıs Sorunu’nun çözümü seçimlere değil referanduma bağlıdır) ile gerçekleşebilir. Bu bakımdan, Kıbrıs Türk Sağı’nın federal çözüme sıcak bakmıyor oluşu da demokrasi bakımından hiç de abes değildir. Fakat Kıbrıs Sorunu’nun çözüm arayışlarının kritik bir sürece girdiği bu dönemde, Kıbrıs Türk Solu’nun federal çözüm stratejisi bellidir (ne oranda ve ne sürede gerçekleştirilebilir olduğunu tartışmıyorum): Kıbrıs Rum toplumu ve Türkiye’nin rızasını alarak müzakerelerde sonuca ulaşmak. Kıbrıs Türk Sağı’nın ise “iki ayrı egemenlik” kavramı ve projesi net değildir. Kıbrıs Türk Sağı, bu süreç boyunca “egemenliğe sahip çıkmak” kavramının hangi amacı vurguladığını (KKTC’nin tanıtılması, konfederasyon kurulması, Kuzey’in Türkiye’ye bağlanması ya da mevcut statünün sürdürülmesi gibi) ortaya koymalı, bu amaçlara ulaşmaktaki stratejilerini toplumla paylaşmalı ve en önemlisi “federal çözüm yine aksarsa ne yapacağız?” sorusuna bir cevap üretmelidir.
-----------------------------------
Kaynakça:
Lijphart, A. 1999. Lijphart, A., 1999. Patterns of Democracy: Government forms and performance in thirty-six democracies. New Haven: Yale University Press.
Weber, C. 1995. Simulating Sovereignty: Intervention, the State and Symbolic Exchange. New York: Cambridge University Press.