1. HABERLER

  2. RÖPORTAJ

  3. “Kıbrıs’ta yaşananlar tabir-i caizse Türk Yunan ilişkilerini zehirledi”
“Kıbrıs’ta yaşananlar tabir-i caizse Türk Yunan ilişkilerini zehirledi”

“Kıbrıs’ta yaşananlar tabir-i caizse Türk Yunan ilişkilerini zehirledi”

Prof. Dr. Ali Dayıoğlu’nun Prof. Dr. Baskın Oran ile birlikte kaleme aldığı son kitap, aslında bir anlaşmanın ihlalinden öte, Türkiye ve Yunanistan’da azınlıkların neler yaşadığını gözler önüne seriyor.

A+A-

Simge ÇERKEZOĞLU

100. Yılında Lozan İhlalleri kitabı her ne kadar ilk anda akademik bir çalışmayı çağrıştırsa da özünde Türkiye ve Yunanistan’da yaşayan azınlıklara dair önemli detayları içinde barındırıyor. Prof. Dr. Ali Dayıoğlu’nun Prof. Dr. Baskın Oran ile birlikte kaleme aldığı son kitap, aslında bir anlaşmanın ihlalinden öte, Türkiye ve Yunanistan’da azınlıkların neler yaşadığını gözler önüne seriyor.  Tüm bunlar yanında Kıbrıs konusuna, ada ötesi bakış açısı kazandırıyor. Milliyetçiliğin bedelini bizler çok ağır ödediğimizi düşünürken, Türkiye ve Yunanistan’da yaşayan azınlıklar zorunlu sürgünlerle yaşananlardan nasibini aldığını okuyoruz. Kitabın sonuna geldiğimizde gerek Yunanistan gerekse de Türkiye’nin, ulusal bütünlük kaygısıyla, bu vatandaşlarından adeta kurtulmak için ellerinden geleni  yaptığını anlıyoruz.   

 

“İnsana dokunan konular üzerine çalışmak ilgimi çekti”

Daha önce de Kıbrıs’ın Ötekileri isimli kitabını okuduğum Ali Dayıoğlu ile sohbetimize uluslararası ilişkiler üzerine çalışma sürecini konuşarak başlıyoruz...

“1988 yılında Türkiye’ye eğitim için gittim. O yıllar doğu blokunun, Berlin Duvarı’nın çöküş dönemiydi. Sanırım bu siyasi gelişmelerden etkilendim. Bunun yanında azınlıklar özellikle ilgilendiğim konu oldu. İnsan hakları ve azınlık hakları üzerine yüksek lisans yaptım. Uluslararası ilişkilerde insana dokunan, insana dair konular üzerine çalışmak ilgimi çekti. Hala da öyledir. Elbette şimdi birçok akademisyen İsrail, Mısır, Kıbrıs’a özelinde enerji konusunu tartışıyor, konuşuyor. Bu konular da önemli ancak benim çok ilgimi çekmiyor. Yine o yıllarda, reel sosyalist rejimlerin çökerek etnik çatışmaların başlaması ve azınlıkların çoğunluk tarafından ezilmesi beni çok etkiledi. Böylece bu konulara eğildim. Eski Yugostavya’da yaşananalar, Ruanda’da yaşananlar, soykırımlar beni çok etkiledi. Böylece azınlık hakları meselesine giriş yaptım. Elbette hocam Prof. Dr. Baskın Oran çok değerli bir akademisyen, objektif olarak Batı Trakya Türkleri ile ilgili ilk kitap yazan kişidir. Ben de hep onunla birlikte çalıştım. Onun etkisi de bende çok büyüktür. Doktora tezimde de Bulgaritan Türkleri’ni yazdım. Bu konuda derli toplu yazılan tek bir kitap ve yayın yoktu. Özellikle 1984-1989 yıllarındaki zorunlu asimilasyonun ardından daha çok ezilen Türkler penceresinden bakılıyordu olaya. Ben daha objektik, konuyu geçmişten günümüze getiren çalışma tasarladım. Pek çok kez Bulgaristan’a gidip alan araştırması yaptım. Böylece azınlıklarla ilgili gerekli teorik alt yapıyı oluşturunca bu alanda çalışmaya devam ettim. Çok da doğru bir karar verdiğimi düşünüyorum. Kuzey Kıbrıs’ın Ötekileri kitabım da bir ilkti. Çok şey öğrendim. Kuzeyde Rumların, Maronitlerin, Aleviler, Kürtler ve gurbetlerin neler çektiği aslında çok da bilinmiyordu. Özellikle gurbetler çok enteresandı. Belki bu çalışmayı daha da derinleştirebilirim.”

brcnaybrs-34.jpg

“Lozan anlaşması Türkiye Cumhuriyeti’nin doğum belgesidir”

Yeni Kitap 100. Yılda Lozan İhlaleri ismiyle yayımlandı. Yine Prof. Dr. Baskın Oran ile birlikte yapılan bir çalışma ... Kitaba dair sohbetimize Lozan Anlaşması’nın önemiyle başlıyoruz.

“Lozan Anlaşması’nı önemli kılan Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu tescilleyen uluslararası belge olmasıdır. Türkiye Cumhuriyeti’nin doğum belgesidir diyebiliriz. Ayrıca birinci dünya savaşı sonrası imzalanana anlaşmaların neredeyse tümü yenen ve yenilenler arasındaydı. Sevr anlaşması da bunlardan biriydi. Fakat milli mücadelenin başarıyla sonuçlanması üzerine Sevr anlaşması kadük kaldı, uygulanamadı. Bunun yerine de Lozan Barış Anlaşması imzalandı. İlk başta yenilen fakat daha sonra milli mücadele ile başarıya ulaşan ulusun karşı tarafla yaptığı ve kuruluşunu tescil eden bir anlaşma olması nedeniyle çok önemlidir.”

 

“Varlık vergisi Türklere yapılan sermaye transferidir”

Tabii kitabın odak noktası Lozan anlaşmasına göre yaşanan ihlaller...  Özellikle azınlık ihlalleri yönünden konuyu okuduğumuzda çok dramatik olaylarla karşılaşıyoruz. 

“Lozan Anlşama’nda azınlıkların korunması başlığı altında bir bölüm var. Özellikle 45.madde bu konuda Yunanistan ve Türkiye’ye bazı yükümlülükler verir. Türkiye ülkesindeki gayri müslümler ile ilgili birtakım yükümlülükler altına girer, Yunanistan da ülkesindeki Müslüman’larla ilgili birtakım yükümlülükler altına girer. Üç temel nedenden dolayı azınlıklarla ilgili yükümlülükler ihlal edilir. Bunlardan biri hem Yunanistan hem de Türkiye bakımından ortak olan nedendir. Her ikisi de ulus devlet yaratmaya çalışmıştır. Her iki ulus da yüz yıllık arayla birbirleriyle savaşarak kendi ulus devletlerini kurdular. Burada kurulan ulus devlet çoğunluktan farklı etno dinsel kimliklerden hoşlanmayan, bunları kendi ulusunun parçası olarak görmeyen devler türüdür. Aslında anti demokratiktir. Burada etno dinsel unsur kendisi dışında gördüklerini ya asimile eder yada onlardan kurtulmaya çalışır. Bunu da zorunlu göç veya öldürerek yapar. Türkiye ve Yunanistan’da ulus devlet olarak ortaya çıktı. Ulusal devlet olarak değil. Ulusal devlet farklı kimlikleri asimile edip  onlardan kurtulmaya çalışmaz, entegre etmeye çalışır. İkinci gerekçe ise Türkiye için geçerli. Sermayenin aslında gayri müslimlerden Müslüman’lara transferi. Çünkü görece zengin olan, burjuva kesimi gayri müslimlerdi. Bu sermaye trasferini gerçekleştirebilmek için 1934 Trakya olayları 1941-1942 Yirmi Kur’a İhtiyatlar olayı, 1942-1944 varlık vergisi uygulaması, 6-7 Eylül 1955 toplumu, 1964 kararnamesi ve ardından gelen sürgünü gibi olaylar yaşandı. Ayrıca 1936 beyannamesi temel alınarak özellikle 1960’lı yıllarda gayri müslim vakıfların mallarına, taşınmazlarına el konmaya başlandı... Bu olaylar aslında Türklere yapılan bir sermaye trasferiydi. Yunanistan’da bu olmadı tabii. Çünkü oradaki Türkler köylerde yaşayan, zengin olmayan kesimlerdi. Üçüncü neden ise, Kıbrıs olaylarıdır. Kıbrıs’ta yaşananlar iki ülke ilişkilerini tabiri caizse zehirledi. Ne zaman Kıbrıs’ta olaylar alevlense her iki devlette soydaşlarının çektiklerinden kendi vatandaşlarının canını yakarak intikam almaya çalıştılar. Soydaşlarının çektiği ızdırabın bedelini kendi vatandaşlarına ödettiler. Kıbrıs’ta 1963-1974 yılları arasında yaşananlar ve Kıbrıslı Türklere yönelik saldırılar hemen etkisini İstanbul veya Bozcuadadaki Rumlara yapılan baskı olarak kendini gösterdi. Bu sefer de orada baskı yapıldı diye Yunanistan Batı Trakya’daki Türklere yönelik baskılar yapıyor. Kitapta da bunlar uzun uzun, olaylar üzerinden anlatılıyor.”

brcnaybrs-43.jpg

“Kıbrıs’taki milliyetçilik azınlıkların canını çok yaktı”

Kendisini azınlık ihlalleri bağlamında etkileyen bir anektodu Ali Dayıoğlu bizimle paylaşıyor...

“Yaklaşık on iki yıl önce Varşova’ya Agit’in İnsani Boyut toplantısına katıldık. Bu İnsani Boyut toplantılarında AGİT neznindeki büyük elçiler salonda sıralanır ve sivil toplum örgütleri de kendilerine insan hakları ihlali uygulayan devleti herkesin önünde eleştirir. Salonun girişinde de sivil toplum örgütleri tanıtım amacıyla broşürler, CD’ler dağıtıyordu, hak ihlallerini anlatan raporlarını sunuyorlar. Oraya girdiğiniz zaman detaylı bilgi edinme şansınız oluyordu. Benim için çok önemliydi. Özellikle Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ihlallerini ortaya koymak için gitmiştik. Etkinlikte İstanbul Rum’ları ile ilgili doküman ve CD’ler buldum. Okumaya başladım. 60’lı yaşlarda hanımefendi, örgütün de temsilcilerinden biri, yanıma gelerek  bana nereden katıldığımı sordu. Kıbrıs deyince de Rumca konuşmaya başladı. Kuzeyden olduğumu söyleyince Türkçe konuşmaya başladı. Daha sonra birlikte bir şeyler içtik ve Tarabyalı Rum bir ailenin kızı olduğunu bana analattı. İstanbul’dan ayrılmak zorunda kaldıklarını söyleyerek, Kıbrıslı Rumlarla ilgili ciddi eleştiriler ortaya koydu. Kıbrıslı Rum’ların Kıbrıslı Türklere yaptıklarından dolayı Türkiye de biz istemedi. Ülkemizden ayrılmak zorunda kaldık dedi. Aslında bu örnek Kıbrıs’taki karşılıklı miliyyetçiliklerin aslında her iki ülkedeki azınlıkların canını çok yaktığını gösteriyor.”

 

“Varlık vergisi gibi konularda Türkiye daha fazla ihlal yaptı

Kitapta da Türkiye‘de gayri müslimlere yapılan en büyük haksızlığın varlık vergisi olduğu öne çıkıyor... Pek çok kitaba, filme konu olan bu olayları daha derinlemesine konuşuyoruz...

“Ben kitabın genel yapısında iki ülkenin azınlıklar ve Ege ihlalerini ortaya koydum. Azınlıklar konusunda anlaşmadaki azınlık haklarından bahsettik. 37. ve 43. maddeler her iki ülkeye de yükümlülükler verir. Biz de nasıl ihlal edildiğine baktık. ilk başta kitabı ortadan ikiye bölmeye çalıştık. Karşılaştırmalı  bir şekil vermeye çalıştık ama kimi maddeleri Yunanistan kimi maddeleri Türkiye çok daha fazla ihlal etti. Aslında dengeye koyduğunuz zaman tencere dibin kara, seninki benden kara durumu vardır. Varlık vergisi gibi konularda Türkiye daha fazla ihlal yaptı tabii. Vergi adaleti dediğimiz, eşit gelire eşit vergi alma çok bilinen bir kural. Türkiye’de öyle olmadı. Gayri müslimler on katı vergi ödedi. Filmlere dizilere bunlar konu oldu. On beş gün içinde ödemek zorundaydılar. İkinci onbeşte faizler yükseliyor. Ondan sonra da mallarınız açık artırmaya konuluyor ve insanları da Aşkale veya Sivrihisar’a çalışma kamplarına gönderiyorlardı. Birçoğu ekonomik sıkıntıya düştü. Aşkale’de ölümler oldu. Dolayısı ile varlık vergisi Türkiye Cumhuriyeti tarihindeki en büyük sermaye transeridir. 1942 ise Yirmi Kur’a İhtiyatlar olayı yaşandı. Bu olayda vatandaş oldukları için gayri müslimler askerlik yapıyordu. Ancak askerliğini yapmış olsalar dahi 18 ile 45 yaşındaki gayri müslim erkeklerin tamamı tekrar askere alındı. Amele taburlarına gönderildi. Yol yapma, inşaatta çalışma gibi... Çünkü ikinci dünya savaşı sırasında gayri müslimler güvenilmez unsur olarak görüldü, askerlik ası altında bir anlamda toplama kamplarına göndrildi, ikincisi ise sermaye transferidir. Bu yaşlar bir erkek hayatının en verimli, en güçlü zamanlarını yaşar. Hepsini ekonomiden çekerek, iş hayatını Türklere bıraktılar. Bunun yanında azınlıklar için her zaman  Türk kültürüne inatla adapte olmadıkları yönünde algı yaratılmıştı.  Askerlik ile onları bir anlamda türkleştirmeye çalıştılar. Askerlik yapanlar bilir, her Türk asker doğar deyişini günde onlarca kez tekrarlarsınız.”   

brcnaybrs-39.jpg

“Kürtlerin asimile olmama nedeni yerli halk olmalarıdır”

Tabii Türkiye’de sadece gayri müslim olarak adlandırdığımız Yunanlılar dışında başka halklar da yaşıyordu. Oysa bugün baktığımızda geriye Kürtlerden başka kimsenin kalmadığını görüyoruz...  

“Başat etno kimliğe adapte olabileceği düşünülen gruplara genelde dokunulmaz, sadece asimile edilir. Gayrü müslimlerin ulusa entegre olmayacağı düşünüldü. Müslümanların ise daha kolay olabileceği düşünüldü. Kürtler dışındaki tüm grupları asimile etmeyi başardılar. Kürtlerin  ise asimile olmamasının birkaç  nedenler var. Bir kere onlar dışındaki gruplar sayıca çok azdı. Kürtler ise belli bir bölgede ve yoğunluktaydı. Bir de en önemli neden Kürlerin otokton, yerli halk olmasıydı. Türklerden önce Anadolu’ya gelmiş olmalarıdır. Diğer halklar ise bu topraklara göç yoluyla gelmişlerdir. Yerlinin azınlık ve milliyetçilik bilinci göçle gelenden her zaman için çok daha güçlüdür. Kıbrıs’a gelen bir göçmenin buraya duyduğu bağlılıkla, kök bir Kıbrıslının buraya duyduğu bağlılık aynı olamaz, olamaz.” 

Bu haber toplam 4701 defa okunmuştur