Kılıçdaroğlu’ndan Dış Politikada Değişim Sinyali
Türkiye’de Cumhurbaşkanlığı seçiminin AK Parti adayına en uygun zamanda yapılması için hazırlıklar devam ediyor!
Aslında hükümet partisi ve liderine kalsa seçime gerek bile yoktur!
Yani bu seçimin demokratik koşullarda yapılacağını varsaymak için ortada inandırıcı herhangi bir gerekçe bulunmamaktadır.
Çünkü şu anda hükümet partisi ve liderinin denetiminden muaf olan tek alan yasama organındaki muhalif parti gruplarıdır.
Hükümet partisi ve basındaki yandaşlarının iddialarının aksine, siyasi partilere dönük anti-demokratik yıpratma kampanyası da hızla devam ediyor.
Ortaya çıkan tabloyu içeriden ya da dışarıdan bakarak değerlendirenler arasında, Türkiye’de yargının bağımsız, kamu yönetiminin de yansız davrandığını söyleyen neredeyse kimse yoktur.
Türkiye’nin artık demokratik bir rejim oluşturmayı hedeflemediği yaygın bir kanıdır.
Basını bile büyük oranda denetim altına alan bir siyasi liderliğin güvenlik kurumlarındaki etkisinin boyutlarını tahmin etmek pek de zor değildir.
Koskoca ülkede ulusal medyada sürekli görüş açıklayan ve çoğunlukla hükümetin yaptıklarını her koşulda doğrulamayı misyon edinen bir grup ‘gazeteci’ ya da ‘entellektüel’ dışında kimse konuşmaya cesaret etmiyor ya da konuşturulmuyor.
Hatta, tüm zorluklara rağmen konuşmaya çabalayanların ‘neyi, nasıl konuşacakları’ bile empoze edilmeye çalışılıyor.
Ama siyasal liderliğin aldığı bunca kısıtlayıcı önlemlere rağmen, seçimlerde oy sandığından çıkacak sonucu kontrol edememe gibi bir korkusu da açığa çıkmıştır.
Seçimlere ilişkin kaygı duyulması gereken en önemli konu ise sayın Erdoğan’ın bir seçim yenilgisini kabullenmeye ne kadar hazır olup olmadığıdır.
Mevcut şartlarda, Türkiye muhalefetinin iyimser tutumu bile, oy sandığından çıkacak sonucun siyasal iktidarı belirlemedeki rolünün sorgulanmasına engel olamıyor.
Zaten Tanzimat’tan beri yüzünü Batı uygarlığına çevirmiş ve 1950’li yıllardan itibaren de Batı usulü liberal demokrasiyi yaşatma denemesi yapan Türkiye’nin bu iktidar döneminde otoriter devletlerle kurduğu ortaklıklar uzun zamandır kuşkuyla karşılanmaktaydı.
Kimileri bu otoritaryan yönelişi Türkiye hükümetinin ulusal çıkarları korumadaki taktik hamleleri olarak görse de, dış siyasetteki bazı köklü değişiklikler kuşku duymayı gerektirmektedir.
Bu değişikliklerden en önemlisi, Batılı demokrasilerle olan ittifak ilişkisine rağmen Türkiye’nin otoriter devletlerle uzun vadeli birliktelik kurma çabalarıdır.
Türkiye hükümeti, artık ‘iyi komşuluk ilişkileri’ maskesinin bile gizleyemediği bir dış politika sapması içindedir.
Bunun sonucu olarak, Türkiye, ‘Şangay İşbirliği Örgütü’ne üyeliğin eşiğine getirilmiş ve Rusya-Ukrayna savaşında da ‘tarafsızlık’ maskesi altında Rusya’nın saldırganlığının sürdürülmesine katkı yapma görevini üstlenmiştir.
Türkiye, tüm Batılı demokrasilerin, Rusya’nın saldırganlığını savaşmadan önleme çabalarını baltalayacak şekilde, Rusya’ya ekonomik ve psikolojik destek sunmaktadır.
Rusya’nın doğal gazını, Ukrayna işgal altındayken, Türkiye üzerinden AB’ye pazarlama girişiminin de bu ekonomik ve psikolojik desteği sürdürme çabasından başka bir anlamının olmadığı açıktır.
İşte bu nedenle, CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun, ABD ziyareti sırasında yaptığı açıklama tarihsel bir öneme sahiptir:
‘Savaşta Ukrayna’nın yanında yer almamız gerektiğini düşünüyoruz.’
CHP lideri, her ne kadar da Türkiye-Rusya ekonomik ilişkilerini eleştiri konusu yapmasa da, bu savaşta Ukrayna’nın yanında yer aldıktan sonra, şu anda Rusya’yla olan ekonomik ilişkilerin sürdürülemeyeceğini her halde bilmektedir!
Dolayısıyla, Kılıçdaroğlu’nun ABD’den verdiği mesaj, Türkiye muhalefetinin, Erdoğan liderliğindeki Türkiye hükümetinin dış politikadaki sapmalarına artık tahammül göstermeyeceği ve bir liderlik değişiminin mümkün olması durumunda, Türkiye’nin, demokratik dünyanın değerlerine geri dönüş yapmaya hazırlandığının ilan edilmesi anlamına geliyor.
Kılıçdaroğlu, ayni şekilde, Türkiye’nin Rusya gibi otoriter bir devlete bağımlılığını perçinleyeceği için Akkuyu nükleer enerji santralinin de gerekliliğini sorgulamamaktadır.
Böylece, Erdoğan liderliğindeki Türkiye’nin dış ekonomik ve siyasi ilişkilerinde köklü değişikliklere gidilemesi gerektiği, Kılıçdarolu tarafından kabul edilmiştir.
Ama Türkiye’nin dış siyasetinde, Kılıçdaroğlu’nun dile getirmediği ve Türkiye’nin otoriter dünyaya yönelişini simgeleyen başka sapmalar daha vardır.
Mesela, Kıbrıs’ta iki toplum liderlikleri arasındaki uzlaşmaları ve BM parametrelerini reddederek, Ukrayna’daki saldırganlığı nedeniyle uluslararası toplumdan izole edilmekte olan Rusya’ya yamanarak Kıbrıs’ta bir sonuca ulaşabileceğini düşünen Türkiye hükümeti, aslında Rusya’ya yeni bir çıkış kapısı sunmaktadır.
ABD’de yaptığı açıklamada, Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği perspektifine sahip çıkan Kılıçtaroğlu, herhalde, Erdoğan’ın Kıbrıs üzerinden AB ve uluslararası toplumla sürdürdüğü çatışma siyasetinin yol açtığı tehlikeleri fark etmiştir.
Zaten, Erdoğan liderliğindeki Türkiye’yi Rusya’ya daha da bağımlı hale getiren etmenlerin arasında, Batı ile çatışma siyaseti önemli bir yer tutmaktadır.