Kim [bu] Bay Schmitt?
Akıntıya karşı yüzmek yerine kendimizi akıntıya bırakıp, bizleri götürmesine müsaade ederken, sadece gideceğimiz yer mi değişiyor...
Hakan Karahasan
[email protected]
Kitle kültürü eleştirisi, bireylerin standartlaşması, tek boyutluluk gibi sözleri, özellikle Frankfurt Okulu’ndan bu yana daha bir dikkatli okuyup, değerlendirme fırsatına sahip oldu birçoğumuz. Lakin kapitalizmin sürekli öne çıkardığı “bireyselleşme” çağında, bireylerin söylendiği gibi birey olup olmadıklarına bakıldığında, ister istemez Frankfurt Okulu’nu ziyaret edip, “iletişim ya da sosyal medya çağı”nda durumun nasıl olduğuna bakmak gerekiyor. Elbette Frankfurt Okulu filozoflarından bu yana kapitalizmin geçirdiği değişimi göz önünde bulundurarak.
Sebastien Thiery’nin yazdığı, Ebru Kara’nın çevirdiği ve Nehir Demirel’in yönettiği Lefkoşa Beledye Tiyatrosu’nun son oyunu olan “Kim Bay Schmitt?” bizlere bir kimliksizleştirme hikâyesini anlata dururken, aslında kapitalizme yönelik kısa ama önemli bir eleştiri. “Bir Kibrit Kutusu Beyaz Peynir” oyunuyla son derece esprili bir üslupla yaptığı kapitalizm ve tektipleştirme eleştirisinin devamını bu oyunla sürdürüyor Nehir Demirel. Bu açıdan bakıldığında, Demirel kapitalizmin bireyselliği nasıl yok ettiğini anlatırken seçtiği oyun son derece etkileyici bir şekilde aktarıyor mesajı. Gerek kendi yazdığı oyun olan “Bir Kibrit Kutusu Beyaz Peynir,” gerekse de “Kim Bay Schmitt?” oyunu ile aslında acıklı olan bu durumu, kara mizah sayesinde bizleri güldürürken düşündüren bir şekilde, gayet başarılı bir şekilde yapmakta. Oyunculuk açısından son derece başarılı olan oyunda gerek başrolü oynayan Osman Ateş, gerekse onunla başrolü paylaşan Özgür Oktay yanında, yardımcı oyuncuların öykü boyunca giriş çıkışları, mimik ve vücut hareketleri, deyim yerindeyse olayın anlatımını gayet güzel bir şekilde tamamlıyor.
Bir sabah kahvaltı yaparken çalan telefonla başlayan oyun, ilk başta her şeyin bir şaka olduğu izlenimini uyandırıyor. Başka bir deyişle, çalan telefonda karşıdaki sesin Bay Schmitt’i aradığını söylemesi üzerine, bir yerde bir tuhaflık mı var sorusunu soruyoruz kendimize. Telefonun sürekli çalması üzerine anlıyoruz ki, aranan Bay Schmitt adlı kişi ile kahramanımız aynı kişiler değil. Daha doğrusu, olup olmadığını oyun boyunca öğrenme şansına sahip oluyoruz… Ev kapısının kilitli olup, ev anahtarının kapıya uymaması, yemek odasında asılı olan kurt köpeği resmi, kütüphanede değişen kitaplar, kendi evlerinde telefonları olmadığı halde telefonlarının olması gibi birçok örnek, oyunun başından bizlere bir şeylerin “ters” gittiğini anlatıyor. Neyin ne olduğunu anlamaya çalışırken, Bay Schmitt olmadığını öne süren kahramanımıza ilk başlarda eşi de destek veriyor. Tüm bunlar olurken, kendisini Kafka’nın “Dava”sındaki gibi “tuhaf” bir durumda buluyor kahramanımız (Jean-Claude). Kendisinin Bay Schmitt olduğu, lakin olduğu kişinin farkında olmadığı için kendisine kendisinin kim olduğunu hatırlatmak için yoğun bir çaba sarf edilmektedir. Polisten psikoloğa, “oğlundan” meslek hayatına kadar… İlk başlarda tüm bunlara direnmeye çalışırken, Eugene Ionesco’nun sözüyle eşine tavsiye veren Nicole’a (Nadine) göre somon balıkları gibi olmak, akıntıya karşı yüzmek, mümkün değil. Eşinin tavsiyesini dinleyen Jean-Claude, o noktadan sonra önceleri Bay Schmitt’in kim olduğunu anlamaya çalışırken, sonrasında kendisinin Bay Schmitt olduğunu içine sindiremese de, öyleymiş gibi davranmaya başlıyor.
Nehir Demirel’in oyun broşüründe ifade ettiği gibi: “İnsanlar yalan söylemeye alıştıkça, gerçek yılan olup onları sokarmı… Yalana dili varmayanı da, zehirli insan sürüsü ısırıp parçalarmış… ta ki onlar yok olana kadar.” Oyuna bakıldığında, Jean-Claude’dan Bay Schmitt’e doğru var olan dönüşüme bakıldığında, Demirel’in sözleri akla geliyor. Peki ya “uyum sağlayanlar”? Ayakta kalanlar? Akıntıya karşı yüzmek yerine kendimizi akıntıya bırakıp, bizleri götürmesine müsaade ederken, sadece gideceğimiz yer mi değişiyor, yoksa akıntıya kendimizi bırakmakla, aynı zamanda kendimiz kendimiz olmaktan çıkıp, sistemin bizi istediği bir nesne haline mi dönüşüyoruz? Sistemin istediği gibi olduğumuz zaman, kendimizi diyebileceğimiz ne kalıyor geriye?
Lefkoşa Belediye Tiyatrosu’nun “Kim Bay Schmitt?” ile bizlere sorduğu soruları gülerken düşünmek, düşünürken de ‘iğneyi kendimize, çuvaldızı başkasına batırmak’ gerektiğini hatırlayarak, yaşadığımız her gün bizleri ezmekte olan kapitalizmin aslında bizleri birey olarak gördüğü yanılsamasının kimliksizleşmenin ta kendisi olduğunu bilmekte fayda var. Tek perdelik kısa bir oyun “Kim Bay Schmtt?” Ama kısa olan süresi sizleri yanıltmasın. İrdelediği konuyu, kısa ve gayet başarılı bir şekilde ele an bir oyun “Kim Bay Schmitt?”