Kimileri batan gemide boğulurken kimileri kurtarma botu ile karaya doğru yol alıyor…
Karantina sürecinde beni en fazla rahatsız eden hususlardan biri : “Virüs, ayrım yapmadan herkesi etkiliyor” cümlesinin dilden dile, sorgulamadan tekrarlanmasıydı. Hâlbuki konuyu salt tıbbi açıdan incelesek bile, aslında iddia edildiği gibi, ne sebeplerde ne de sonuçlarda bir eşitlikten bahsedilebiliriz. Bulaşma ihtimalini azaltan hijyen koşullarını sağlamak, ihtiyaç hâlinde maske kullanmak, bağışıklık sistemini güçlü tutmak adına dengeli beslenmek gibi en asgari koşulları sağlamak için gereken maddi güç, toplumun büyük bir kesimi için mevcut değildi ve hâlâ değil. Diğer bir ifade ile sağlıklı bireyler olabilmek ve hastalıktan uzak kalmak bile, aidiyet kurulan ekonomik sınıflara göre farklı sonuçlara varmamıza neden oluyor. Hele ki özel sektör çalışanıysanız, tüm bu ihtiyaçlarınızı karşılamak için, eğer işvereniniz elini cebine götürmemişse veya küçük esnaf olarak tek başınıza çalışıyorsanız, devletin verdiği 1,500 TL ile hayatta kalma cambazlığını geliştirmeniz gerekir.
Meselenin bir diğer boyutu da, iş güvencesinde yaşanacak ihlâllere karşı devletin ne tavır aldığıdır. Hepimizin bildiği gibi, hükümet edenler bu konuda kibar bir şekilde ricacı olmuştur. Buna rağmen istisnalar dışında pek çok iş yeri kepenk indirmiş pek çok işçi kapı dışarı edilmiştir. Sendikal örgütlenmenin gereken boyutta sağlanamamasından ötürü yalnızlaştırılmışlar, adeta sistemin dişlileri arasında kalıp ezilmeye mahkûm edilmişledir. Tabi ki özel sektör içinde de eşit koşullarda etkilenme söz konusu değildir. Maske alacak parası olmayan ile tüm çalışanlarının gereken ihtiyaçlarını karşılamayacak diye iş küçültmeye giden işverenlerin, aynı koşullarda etkilendiğini söylemek mümkün değildir.
Söz konusu durumu, salgın sebebiyle alınan tedbirlere bağlamak, saflık olur. Bu ülkedeki ekonomik yıkım bugün başlamadı. Mevcut hadise, sadece duvara çakılma hızımızı arttırdı. Her kriz döneminde olduğu gibi eksikliklerimiz çıplak bir şekilde yüzümüze vuruyor. Yıllardır dile getirilen, kamusal sağlık ve eğitime yatırım yapılmamasının cezasını fazlasıyla ödüyoruz. Hastanelerin yetersizliği, evde kalma süremizi arttırırken, online eğitim verme kapasitesi anlamında devlet – özel okullar arasındaki kalite farkı da ortaya çıktı. Yanlış anlaşılmasın, kastım öğretmenlerin bunu başaramamış olması değildir. Devleti yıllardır yönettiğini iddia eden yöneticiler, okullara sağlanacak alt yapıya önem vermedikleri için, bu durumda olduğunu söylüyorum. Peki ya evinde akıllı telefon, bilgisayar hatta televizyon olmayan çocukların durumuna ne demeli? Demek ki üretilen yöntemlerde, çeşitli toplumsal grupların gözetilmediği, sanal eşitlik rüyası ile hareket edildiğini söylemek de mümkün.
Bahsi geçen tüm hususları, yani eğitimi – sağlığı ve özel sektörde çalışma koşularını, bir bütün olarak değerlendirdiğimiz zaman, ortaya “sosyal adalet” gibi bir kavram çıkıyor. Filozof İonna Kuçuradi, “İnsan Hakları: Kavramları ve Sorunları / İnsan Hakları ve Hukuk – Devlet – Siyaset Felsefesi Yazıları” isimli kitabında toparladığı yazılarının birinde bu konuyu inceler. Kuçuradi şöyle diyor: “Sosyal adaletsizliğin temelinde, bir ülkede gelir dağılımındaki uçurumun yattığı kanısı yaygındır. Oysa bu, sosyal adaletsizliğin önemli ama yalnızca bir görüntüsü olabilir. Sorunun insan haklarıyla ilgisine bakıldığında, sosyal adaletsizlik çok daha geniş boyutlu bir olgu, dolaylı korunan bütün temel haklarla ilgili bir sorun olarak karşımıza çıkıyor… Beslenme, sağlık, eğitim, çalışma gibi haklar, bu tür haklardandır”. Yukarıda da değinmeye çalıştığım gibi, aslında toplum arasında eşitliğin sağlanması için devletin sosyal ve ekonomik ilişkileri düzenleme biçimi, yönetirken kullandığı koruma mekanizmaları, uyguladığı yöntemler ve bu yönde harekete geçirdiği kurumlar, büyük bir öneme sahiptir. Eğer bu koşuları devlette sağlayabiliyor (ki bizim için o bile tartışmalı) ve özel sektör üzerinde gereken denetimi sağlayamıyorsa, o zaman sosyal adaletin gerçekleştirildiğini söylemek mümkün değil. Tüm bunlar rica ve uyarılar ile yapılamaz. Yeri geldiğinde özel hastaneleri kamulaştırabilmeli, özel okulların sunduğu hizmeti kamunun tamamı yararına kullandırabilme yöntemleri geliştirmelisiniz. Hele bir insanın ekmek parasını patronunun iki dudağı arasına hapsetmek ve rahatça bu konuda karar alabilmesine imkân tanımak, sömürüye göz kırpmaktan başka bir anlam ifade etmez.
Aydınlatılması gereken bir diğer nokta, Maliye Bakanı Olgun Amcaoğlu’nun 17 Mart 2020 tarihinde “Ay sonunda kasada ne varsa paylaşacağız” cümlesini içeren açıklamadır. “Hayırsever” vatandaşların desteği ile belediyeler yardım dağıtmasaydı, yaşanan mağduriyetin katlanacağı ortadadır. Kuçuradi paylaşım konusunda, tam bize uygun bir saptamada bulunur. “Üçüncü Dünya ülkelerinde sosyal adaletsizlik yaratan bir başka neden de, ülkelerdeki siyasal yönetimlerin, bir şeyi daha başaramamasıdır: sıkıntıları, eksiklikleri, ‘yok’ları yurttaşlar arasında eşitçe paylaştırmayı”. Tam da felsefe insanının yapması gerektiği gibi düşünerek, konuyu varlık değil de yokluk üzerinden okumuş ve gerçekliği daha net bir şekilde ortaya koymuştur. Eğer siz farklı ekonomik ve sosyal sınıftan gelen insanları, haklarının korunması bakımından eşit kabul ederseniz, yoksulların ve korunmasızların deneyimini görünmez kılarsınız. Böylece hepimizin aynı gemide olduğunu iddia edebilir, batışta hepimizin yok olacağını söyleyebilirsiniz. Hatta bu yalana siz de inanırsınız. Ama kimileri boğulurken kimilerinin kurtarma botlarına binerek karaya doğru yol aldığı gerçeğini ortadan kaldıramazsınız.