1. YAZARLAR

  2. Hasan Yıkıcı

  3. Kimin umurunda?
Hasan Yıkıcı

Hasan Yıkıcı

Kimin umurunda?

A+A-

Onlar kokuyorlar...
Onlar pisler...

*  *  *

Onlar hırsızlar...
Onlar tacizciler...

*  *  *

Onlar memleketi kirletiyor...
Onlar tehlikeli...

*  *  *

Onlar güvenilmez...
Onlar bizi yok ediyor...

*  *  *

Onlar bizim olduğumuz yerlere gelmesinler…
Cafelere, barlara ve hatta sokaklarda da yürümesinler.

*  *  *

Onlar huzurumuzu bozuyorlar...
Onlar rahatsızlık veriyorlar…

*  *  *

Varlıkları bile yeter bunun için…

*  *  *

Onlar insan değil…
Onlar kat kat yükselen inşaatlarda çalışacak...
Onlar şaşalı evleri temizleyecek...
Onlar lüks arabaları yıkayacak…

*  *  *

Onlar yaşamayacak...
çalışacak…

*  *  *

Onlar kazanmayacak...
Sömürülecek...

*  *  *

Onlar haklarını aramayacak...
Çünkü onların hakkı yok...

*  *  *

Onlar yaşamlarını yaşamayacak...
Çünkü yaşamları yok...

*  *  *

Onlar hissetmeyecek...
Çünkü duyguları yok...

*  *  *

Onlar konuşmayacak...
Çünkü dilleri yok...

*  *  *

Onlar anlatmayacak...
Çünkü ifadeleri yok...

*  *  *

Onlar sadece itaat edecek, ezilecek ve sömürülecek.
Bunun için varlar, bunun ötesinde bir anlamaları yok...

*  *  *

Onlar insan değil...
Köle...

*  *  *

Onlar inşaatlarda ölenler,
İnsanca yaşam hakları ellerinden alınanlar
sömürülenler…

*  *  *

Onlar aynadaki yansımanız…
Karanlık, kötücül ve ırkçı yanınınız…

*  *  *

Onlar kimin umurunda?

 

Bu ada yarısında en fazla sömürü ve hak ihlali nerede var diye sorarsanız, çalışma hayatındaki yabacı işçilerin durumuna bakmanız yeterlidir.
Sömürü mü? 
Hem de en katmerlisinden...
İnsan hakkı ihlali mi?
Hem de en ağırından...
Irkçılık mı? 
Hem de en rezilinden...
Ayrımcılık mı? 
Hem de en normalleştirilmişinden? 
Hor görme mi? 
Hem de en acımasızından...

*  *  * 

Yabancı işçiler bu ülkeye daha gelmeden köleleştiriliyorlar...
Pasaportlarına iş veren tarafından el konuluyor... 
Çalışma izinleri iş verenlerin iki dudağının arasında oluyor...
Çoğu inşaatların şantiyelerinde, köhne ve pis yatakhanelerde, iş verenlerin atıl durumundaki barakadan çakma mekanlarından barınıyorlar... 
Adına barınabilmek denebilirse...
Ve sayılarını bilemediğimiz kayıt dışı çalıştırılanlar...
Adını doğru koymak lazım...
Öyle abartı veya şişirmeden hem de... 
En saf haliyle yabancı işçiler bu ülkede köle olarak çalıştırılıyor,
Köle olarak muamele görüyor
ve insanlık dışı koşullarda köle yaşamları sürdürüyorlar... 

*  *  * 

Bakın daha geçen hafta bu gazetede yaptığımız yayınlar ülkemizdeki köleliğin bir özeti gibi... 
Bir inşaat... Lefkoşa'nın en parlak yerinde yükselen gösterişli apartmanlar...
Önünde reklam panoları…
Üzerinde “Herkes buraya taşınıyor” yazıyor… 
Ve bu gösteriş budalalığı altında yatan bir insanlık trajedisi...
Çünkü reklam panoları yalan söylüyor…
Hakikat o renkli sloganların ardında saklı…
Çünkü “herkes burada sömürülüyor”
Çalışma izinleri olmayan, maaşları ödenmeyen, pasaportlarına el konulan, ülkeye gelmeleri için borçlandırılıp paralarına el konulan, pislik içindeki inşaat şantiyesinde yaşamaya mecbur bırakılan, usta başları ve amirleri tarafından açık şiddet gören, tam tamına kölelik koşullarında tahakküm altına alınan yüzlerce işçi... 
Evet herkes burada sömürülüyor…

*  *  *

Bir yaşamları, duyguları, benlikleri yokmuş gibi davranılan, varlıkları yok sayılan, yaşamdan kovulmuş, kendi haline mahkum edilmiş köleler... 
Ve bu Lefkoşa'nın tam göbeğinde oluyor... 
İnşaat çevresindeki reklam panolarının sevimli düşler sattığı bir yol üzerinde her gün o işçilerin huzursuz suskunlukları yankılandı.
Ve en son, gerçekten kaybedecek hiçbir şeyi olmadıklarının farkına vardılar; insan yerine konmak için kendiliğinden eylem yaptılar...
Ne bir sendika, ne bir parti, ne de bir dernek vardı yanlarında...
Çünkü ancak kaybedecek hiçbir şeyi olmayanların öfkesi değiştirecek bir şeyleri...  
Ve 250 yabancı işçinin, -yoksa kölenin mi demek lazım-, 
bir eylemi ile bu ülkedeki insanlık trajedisi ortaya çıktı...
İnsanlık trajedisi mi doğru terim, 
insan ticareti mi yoksa 
insanın köleleştirilmesi... 
İşte hepsi bu... 
Para basan üniversiteler, memleketi betona bulayan inşaat şirketleri, hizmetçili zengin villalar… 
Hepsi sömürü ağının birer parçaları…
 
Patronların ucuz emek düşkünlüğünün, devlet yöneticilerinin sermaye aşkının ve insan ticaretinin görmezden gelinmesinin kesişim noktasında düğümleniyor bu trajediler... 
21.yy'ın köleleştirilen kesimleri, yabancı işçiler... 

*  *  *

Yabancı işçilerin trajedisi, Kıbrıslı Türkler'e de yabancı.
Çünkü gittikçe kapalı bir topluluk haline dönüşen Kıbrıslı Türkler, bu ülkedeki emek sömürüsüne ve yabancıların üzerinden şekillenen insanlık trajedilerine de yabancılaşmakta... 
Köleleştirme bugün sadece patronların ucuz emek gücü arzusundan kaynaklanmıyor.
Bunun tamamlayıcı bir unsuru da toplumsal olarak yabancı işçilerin yaşadıkları hak ihlalleriyle yüzleşmekten kaçınılması.
Ama daha da acısı, yabancıların, Kıbrıslı Türk kimliğine, yaşam biçimine ve varlığına yönelik bir tehdit olarak görülmesi, onlardan iğrenilmesi, kamusal yaşamdan dışlanması ve onları sadece sahte lüks yaşamların tamamlayıcı unsuru olarak görülmesi... 
Bir temizlikçi, bir hizmetçi, bir paketçi veya bir bakıcı…
Çünkü her sömürü ve köleleştirme süreci, aynı zamanda toplumsal kabullerle de şekillenmekte. Ne yazık ki ne toplumsal ve bireysel anlamda ne de politik anlamda yabancı işçilerin haklarını ve insan olmaktan kaynaklı ihtiyaçlarını önemsen bir toplum değiliz. 
Az sayıdaki insan hakları aktivistleri ve hukukçuları dışında da, yabancı insanların maruz kaldığı trajedileri veya insan ticaretini önemseyen yok. 
Bu ada yarısında gittikçe sıkışan ve kapanan Kıbrıslı Türkler aynı zamanda gittikçe de beyaz bir Kıbrıslı Türk kimliğine bürünmekte. 
Kendisinden farklı olanı hor gören, kendisinin sahip olduğu yaşam koşullarına sahip olmayanları aşağı gören, ülkedeki yabancıları varlığına bir tehdit olarak algılayıp onları sadece kendi lüks yaşamlarının birer uzantısı olarak algılayan bir karaktere bürünmekte. 
Bunun adı açık veya gizli ırkçılıktır. Belki de bununla yüzleşmekten başlayabiliriz bazı şeylere... 

*  *  * 

Evet, onlar kimin umurunda? 
Bakın avukat Öncel Polili'nin yürüttüğü bir dava var...
Yine malum inşaatta, bir işçi... 
İş veren temsilcisinden şiddet görüyor. 
Darp ediliyor...
Polise şikayette bulunuyor... Dava açılıyor…
Ve davada mağdur olduğu halde içeriye atılıyor...
Neden mi?
Çünkü çalışma izni yok! 
Çünkü işvereni kaçak çalıştırıyor!
Çünkü patronunun gözünde insan olmaktan kaynaklı bir değeri yok! 
İşte yaşanan trajedi de tam da bu! 
Hem sınıfsal hem de ırkçı…

*  *  *

Bu yazının yazıldığı gün, “İnsan ticareti”nin suç olarak ceza yasasına girmesi  Meclis komitesi tarafından oy birliği ile onaylanarak Meclis genel kuruluna sevk edildi. 
Çok önemli bir adım… 
Yıllardır insan hakları savunucularının dillendirdiği, aynı zamanda da bu ülkenin hukuki zaafı olan bir meselede nihayete eriyor… 
Bu konuda çalışanları, emek verenleri alkışlamak lazım…
Ama bu sadece bir başlangıç noktası olmalı…
Meselenin toplumsal boyutunda kat edeceğimiz daha çok yol var… 
Özellikle yabancılar konusundaki ırkçı tavırlar ve Kıbrıslı Türk örgüt, parti ve sendikalarının sessizliğini, umursamazlığı ve vurdum duymazlığını dillendirmekten çekinmemek lazım...
Her örgütün, her partinin ve sendikanın bir ajandası var...
ve o ajanda da yabancı işçilerin yaşadıkları trajediler yok...
Peki bir de şöyle sorsak...
İşvereninden tokat yiyen bir Kıbrıslı Türk olsaydı, bir siyasinin, bir partilinin ya da bir sendikalının çocuğu, yakını ya da üyesi olsaydı ne olurdu? 


 

Bu yazı toplam 2212 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar