Kimliğimizi ve yurttaşlığımızı özgürleştirmenin zamanı geldi
İki yıkıcı dünya savaşından sonra Avrupa devletlerini ve halklarını savaştan korumak için Kömür-Çelik anlaşmasıyla başlayan Avrupa Birliği’nin kuruluş süreci, 1990’lara kadar oldukça iyi ilerliyordu. Bu süreçte Ortak Pazar kuruldu, ekonomik birliğe ve ortak para biçimine geçildi. Sınırlı da olsa siyasi birliğe dönük hamleler de yapıldı. Bir Avrupa Anayasası yapılamadı ama üye devletlerin egemenliklerini kısmen paylaştıkları yarı-federatif bir yapı ortaya çıktı.
Avrupa’nın önde gelen entelektüellerinden Fransız düşünür Edgar Morin’ın 1980’li yıllarda kaleme aldığı “Avrupa’yı Düşünmek” adlı önemli eserinde belirttiği gibi, “Yeni Avrupa bilincinin bir ortak kader bilinci” olduğunu bütün halklar kavramış görünüyorlardı ve her şey iyi gidiyordu.
Ne var ki, bu iyimser gidişat son yıllarda bozulmaya başladı. Irkçılık, yabancı düşmanlığı, milliyetçilik gibi negatif olgular Avrupa Birliğini tehdit eder boyutlara vardı. 1980’li yıllarda iyimser bir tablo çizen Edgar Morin, Avrupa’nın “düşünmeye ihtiyacı olduğunu, çünkü kötünün de kötüsünün geri gelmesinin mümkün olduğunu” söylemeye başladı.
Gerçekten de milliyetçilik heyulası yeniden Avrupa’nın üstünde dolaşıyor. Ortak kader bilinci dumura uğradı ve ulus devletlerin egemenliğinde ısrar eden milliyetçi elitler Avrupa Birliği’nin şahikası olan dayanışma ruhunu zedeledi. Üye ülkelerde yükselişe geçen milliyetçilik bir yandan içe kapanma eğilimini güçlendirirken, diğer yandan da Avrupa Birliğinin temel prensipleri olan dayanışma ve egemenlik paylaşımını hedef alıyor. Mülteci kabul etmeyen, yabancıdan korkan, Müslümandan ürken elitler, milli kimliklerin tehdit altında olduğunu ileri sürerek, düpedüz “vatan millet, sakarya” edebiyatı yapıyor.
Önümüzdeki Avrupa Parlamentosu seçimlerinden güçlü çıkmak için harı harıl çalışan aşırı sağcı gruplar karşısında telaşa kapılan Sol, demokrat ve liberal kesimler Avrupa Birliğinin değerlerini korumak için çareler arıyor.
Geçtiğimiz günlerde Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron feryadı andıran bir çıkışla “yeni bir AB’nin yaratılmasından” söz etti. Avrupalı yurttaşlara hitap eden ve 22 dilde yayınlanan çağrısında Macron, “Avrupa Birliğine en çok ihtiyaç duyulduğu bir dönemde, AB’nin hiç olmadığı kadar tehdit altında olduğundan” söz etti. Milliyetçi elitlerin yurttaşlara yalan yanlış bilgiler aktararak Avrupa karşıtlığını körüklediğini belirten Macron, bu milliyetçi ret cephesinin hiçbir alternatif önermediğini vurguladı. Bir konferans toplayıp Avrupa’nın yeni yol haritasını çizmesi gerektiğini ileri süren Macron, önümüzdeki seçimlerde demokrasiyi ve AB değerlerini korumak için AB yurttaşlarını harekete geçmeye çağırdı.
Avrupa Birliğinde bunlar yaşanırken ülkemizin gidişatı kimseyi kıskandırmıyor. En iyimserimiz bile Kıbrıs Sorununun çözümü için iyimser olamıyor. Son yıllarda yapılan müzakerelerde sağlanan yakınlaşmalar unutulmuşa benziyor. Çözüme yaklaştığımız halde birden bire geriye çark ederek görüş birliklerini sırtımızdan bir yükü atar gibi boşluğa attık. Nikos Anastasiadis, Kıbrıslı Rumların Kıbrıslı Türklerle siyasi eşitlik ilişkisi içinde federal bir devlet çatısı altında yaşamasının önüne set çekti. Avrupa’nın diğer ülkelerinde egemenlik paylaşımına karşı çıkan milliyetçi elitlerin tutumuna benzer bir tavırla, Kıbrıs’ta iki toplumun güç ve iktidar paylaşımına karşı çıkıyor ve “küçük olsun, benim olsun” cimriliğiyle yaşıyor. Elinde bulundurduğu devletin iki-toplumlu bir devlet olarak kurulduğunu unutuyor ve 1964-Ganimeti tek toplumlu devletle yetinmek istiyor.
Kıbrıslı Türklerin ahvaline gelince. Kıbrıslı Türkler hem AB yurttaşlar topluluğunun bir parçasıdırlar hem de Kıbrıs ülkesinde devletlilik olgusunun bir unsurudurlar. BM ve AB üyesi olan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin asli kurucularındandırlar ve bu devletin federal bir devlete dönüştürülerek ortaklık haklarını yeniden tesis edebilme imkanına sahiptirler.
Durum böyle olduğu halde, Kıbrıslı Türklerin AB yurttaşı olduğu adeta unutturuldu. Kıbrıs ülkesinde devletlilik olgusunun parçası olduğu da... Yıllarca devam eden yanlış politikalar ve milliyetçi saplantılar sonucunda Kıbrıslı Türkler adeta görünmeyen bir topluma dönüştüler ve dünyadan bakıldığında görünmeyen bir coğrafyaya mahkum edildiler.
Onları tek gören ülke ise, öznelik kapasitelerinden her gün bir yaprak daha söküyor...
Maalesef Kıbrıslı Türkler “Kayıp Özne” olma yolunda süratle ilerliyorlar...
Fakat çaresizliğe boyun eğmek zorunda değildirler.
Hem Avrupalıyız hem de Kıbrıslıyız. Yani, hem AB vatandaşıyız hem de Kıbrıs ülkesinin bütününde hak sahibiyiz. Bu kimlik ve yurttaşlık özelliklerimizi özgürleştirmenin zamanı geldi.
Kıbrıslı Türkleri insan yerine koymak istemeyenlere verilecek cevabımız var.
2019’un Mayıs ayında yapılacak Avrupa Parlamentosu seçimlerine kitlesel olarak katılıp Avrupalı olduğumuzu dünya kamuoyuna göstermeliyiz. AB’nin tek yurttaşlar kurumu olan Avrupa Parlamentosu’nun oluşumuna müdahil olmamız, varlığımızı görünür kılmamız anlamına gelecektir. Avrupa Parlamentosunda görünür olmamız, Nikos Anastasiadis’e de “biz buradayız” ve Kıbrıs ülkesinin parçası olmamızdan kaynaklanan haklarımızın peşindeyiz mesajını verecektir.
Kıbrıslı Türklere “soydaşsın sen soydaş kal” diyenlere de net bir mesaj gidecektir.
Biz AB yurttaşıyız, ülkemiz de bütün Kıbrıs’tır.
Bu özelliklerimizi federal çözüm iradesiyle de yoğurarak, bu küçük ve mütevazi toplumun önünü açabilir, yeni bir dönem başlatabiliriz...