Kimliğini yanında taşı!
Ercan’dan fazla turist Ledra’dan geliyor, Lokmacı’dan geçiyor ve karanlık içiyor.
* * *
Kahvemi yudumlarken irkildik, bu kez ellerinde bıçak ve kırık şişelerle hesaplaşan “haraç çeteleri” değil, silahlı kamuflajlı çevik kuvvet vardı.
Flaşlar patlıyordu ve ihtişamlı bir “güç gösterisi” yapılıyordu, insana “medeniyet nerede” dedirten!
* * *
Galiba yanlış anlaşıldı.
“Güvenlik” için sokakların sıkıyönetim misali eli silahlı özel tim kaynaması gerekmiyor.
Çok mu zor “sivil” giyimle buralarda olmak, o denetimi ürkütmeden yürütmek, suçluyu kaçağı ayıklamak, kabadayıyı yüzsüzü saptamak, haraççıyı tefeciyi yargılamak.
* * *
Boğazımda düğümlenen kahvenin birkaç saat evveline dönelim.
Giritli Petros “Hoş geldin arkadaşım” diyerek karşılamıştı bizi...
Türkçeyi dizi izleyerek öğrenmiş, çocukluğumun söylencesi o meşhur dondurma, onun ellerinden külahla dolmuştu.
“Afiyet olsun arkadaş.”
Ledra’da insanlar ve ışıklar birlikte akıyor; kendinden sıyrılmış kalabalıklar rengarenk bir akarsu gibi çağlıyordu.
Gitar çalan gencin karşısına elinde saksafonu bir başkası geçmiş, notalar yıldızlara koşuyordu.
Eleftheria Meydanı’nı evi belleyen yabancılar kuytulara sığınmıştı.
Büyük ekranda ışıldayan maçı merak ettim, yanaştım. İskoçya-Kıbrıs oynuyordu.
“Farkımız bu dedim”, çünkü adanın kuzeyi bir başka özneyi yaşıyordu.
Maça baktım, hiçbir heyecan hissetmedim, orada tanıdık yüzler aradım, yoktu.
Geri dönüşte “gol be gol” diye masaya vurdu elini, muhaceret memuru!
“İki oldu” dedi, göz ucundaki telefonun ekranına bakarak.
Türkiye, Fransa’yı ikilemişti.
“İyi iş” dedim, bravo...
* * *
Ve yürüdüm.
Asmaaltı’na karanlık çökmüştü.
Kahve söyledim.
Polisler geldi, peşlerine takıldım, sokak ortasında kimlik sordukları gencin korkudan beti benzi atmıştı.
“Kimliğini yanında taşıyacaksın” dedi Çevik!
* * *
Bir tek “kartı” kalmıştı sanırım, kimliğin.. Ve “huzur”un operasyonu vardı geride...