1. YAZARLAR

  2. Mert Özdağ

  3. “Kimse bilerek ve isteyerek bir kriz yaratmadı. Kriz zaten vardı”
Mert Özdağ

Mert Özdağ

“Kimse bilerek ve isteyerek bir kriz yaratmadı. Kriz zaten vardı”

A+A-

BİRİKİM ÖZGÜR'DEN MEKTUP VAR!

 

CTP-UBP Hükümeti'ne dair dünkü yazımla ilgili CTP Lefkoşa Milletvekili, Maliye Eski Bakanı Birikim Özgür'den mektup geldi, aynen yayınlıyorum:

Değerli Mert Özdağ,

27 Eylül 2017 tarihli köşe yazınızda CTP-UBP hükümetinin akıbetine ilişkin tespitler yaptınız.

Bu tespitler arasında önemli ölçüde mali konular var.

  1. “2015’in sonunda 13. maaş krizi yaratıldı” diyorsunuz. Bu kriz, uzun yıllar boyunca zaten hep vardı. 2013 seçimlerinde biz CTP olarak kendi kendini yönetme ideali doğrultusunda ilk eşik olarak yerel gelirlerle cari harcamaların karşılanması hedefini toplumumuzla paylaşmış, bu hedefe 4 yıl içinde ulaşacağımızı iddia etmiştik. Yerel gelirlere ilişkin yapısal düzenlemelerle 2015 itibariyle % 83 olan yerel gelirlerle cari harcamaları karşılama oranını % 90’ların üzerine çıkardık. Bizim yaptığımız düzenlemelerin pozitif sonuçlarının yanı sıra döviz krizinin halkın alım gücünü düşürmek pahasına mevcut hükümet tarafından tefeci anlayışı ile fırsata dönüştürülmesi, kamu çalışanlarının vergi dilimi ile oynanarak bu kâğıt üzerinde gelir vergisi gelirlerinin artırılması gibi birtakım alicengiz oyunlarıyla yani yapısal düzenlemelerle değil halkın cebine el atılarak bu oranın daha da yukarılara çıkarıldığı görülüyor. Ancak 2015’teki yaklaşık % 10’luk açık, tam da yılın sonunda kamu yönetiminin en büyük ödeme mükellefiyeti olan 13. maaşlarla ilgili sorunun temelini teşkil ediyordu. Yılsonuna yaklaşırken göz göre göre gelen bu krizle ilgili alternatifleri değerlendirdik: 1) Türkiye Cumhuriyeti ile imzalanan 3 yıllık protokol kapsamında Kıbrıslı Türklere reformların hayata geçirilmesi şartıyla sunulan reform destek ödeneğindeki 191 milyon TL’yi temin edebilmek için reform yapmak, 2) Kamu maliyesinin en büyük sorunu olan iç borç stokunu daha da büyütecek şekilde borçlanma yolunu seçmek veya 3) 2016 yılındaki yerel gelirlerle 2015 yılının 13. maaş mükellefiyetini ödemek. Biz “asla borçlanmayız, bu mali yapıyı bozar” dedik. Geriye en kritik reform hamlesi olan su yönetimi ve işletmesiyle ilgili, entegre su yönetimini sağlayacak ve altyapı yatırımlarının özel finansmanla gerçekleştirilmesini olanaklı kılacak olan su işletmesinde kamu-özel işbirliği modelinin yürürlüğe sokulması ya da 2016 yerel gelirleriyle 13. maaşın ödenmesi alternatifleri kalıyordu.  Nitekim su konusunda gerekli adımlar doğru zamanlamayla atılamayınca 2015 yılının 13. maaş mükellefiyetleri 15 Ocak 2016 tarihinde yerel gelirlerden karşılandı. Özetle, bu konuda kimse bilerek ve isteyerek bir kriz yaratmadı. Kriz zaten vardı.
  2. 2016 yılında Mart sonu itibariyle yaşanan maaş krizi ile 2016-2018 dönemini kapsayan Mali ve İktisadi İşbirliği Anlaşmasının imzalanmaması arasındaki ilişki çok nettir. Mevcut koşullarda KKTC’nin cari harcamalardaki sıkıntıları bir yana, altyapı yatırımları, ekonominin büyütülmesine ve istihdamı artırmaya dönük programların finansmanı, savunma giderleri ve benzeri kritik noktalarda dış finansman ihtiyacı kesin bir olgudur. Dış finansman arayışları kapsamında KKTC, TC’nin kapısını çalmaktadır. Talep bizden gitmektedir. Türkiye de “biz size destek sağlarız ancak siz de zaman içinde bu ihtiyacı asgari düzeylere çekecek adımlar atın” demektedir. Bazı spesifik alanlarda eğer önereceğiniz politika değişikliklerinin kısa, orta ve uzun vadedeki hedeflere yakınlaşmayı sağlayabileceği hususunda argümanlarınız somut değil ise o masada kendinizi güçlü bir biçimde ifade etme şansınız azalır. Böylesi koşullarda olup biteni dayatma, darbe ve benzeri kavramlarla açıklamaya çalışmanız halinde ise bu kez dış finansman arayışından uzaklaştığınız yani aslında ülkeyi mevcut koşullarında yönetip daha iyi bir noktaya taşıma niyetinizin olmadığı, sadece günübirlik siyasetle iştigal ettiğiniz şeklinde bir algı yaratırsınız. Siyaseten mekanizma bu şekilde çalışır.

Çok değer verdiğim, yazılarını beğenerek okuduğum, gelecek vaat eden genç bir gazetecinin yaşanan süreçlere dair saptamaları benim için en az siyasi mekanizmaya ilişkin tespitlerim kadar önemlidir ve olayları çok yönlü bakarak yorumlayabilmek bakımından da bana hayati veriler sunar. Benzer bir yaklaşımla siyasi mekanizmanın içindeki bir birey olarak kişisel saptamalarımın size farklı bir bakış açısı sunabilmesini umar, çalışmalarınızda başarılar dilerim.

Birikim Özgür

CTP Lefkoşa Milletvekili, Maliye Eski Bakanı

 


Solun, federalistlerin sesi, hassasiyetleri, kaygıları?

Başımızdaki en büyük dert “UBP-DP” ikilisinin dünyayı okuma konusunda, Kıbrıs sorununa bakışı noktasında çok net bir algı sorunu var.
Hala eskilerden kalmış sözler, kalıplaşmış statik klişe siyasetlerin ürünü sloganlar bu iki partinin penceresi olmaya devam ediyor.
Deyim yerindeyse değişmeyen-değişemeyen bir sağ cenah var karşımızda!
Bu güne kadar söyledikleri en büyük yalanı, “KKTC bağımsız bir devlettir” yalanını ısrarla ‘siyasi bir alternatif’ olarak ileri sürmekten sıkılmıyorlar. 
Hal böyle olunca da merkez sağdaki pozisyonlarını artık terk ederek daha sağa, sağın da sağına kaymaktan başka çareleri kalmıyor. Yani radikalleşiyorlar…

Eğer yeniden müzakereler başlamazsa (ki henüz başlamayacağı anlaşılıyor) KKTC’nin bağımsızlığını filan konuşmayacağımız aşikar.
Zaten sürecin her krize girdiği dönemlerde ilhak tartışmalarının alevlenmesinden bunu çok rahat görebilirsiniz.
Zira liderler her gerildiğini patlak veren ‘ilhak’ söylemleri tesadüf olamaz.
Eğer KKTC denen yapı “bağımsız” bir devlet olsaydı ve gerçekten tanınma gibi bir gailesi olsaydı; böylesi kriz günlerinde bağımsızlık konuşulur, bu konu tartışılırdı.
Ancak herkesin de görebildiği gibi bağımsızlık yerine ilhak gündeme geliyor ki; bu da bir rastlantı olamaz elbette…
Akıncı’nın müzakerelerdeki güvensizliği perçinleyen ‘Enosis çıkışını’ ve son dönemdeki bağımsız KKTC tavrını yazımın başında bahsettiğim sağ partilerin daha da sağa, hatta radikal sağa kayması ile boşalttığı merkez sağa oturma- o alanda siyaset yapma tavrı olarak yorumluyorum.

*  *  *

Zira Akıncı’nın son tavrı aslında merkez sağa yaslanan bir siyasettir.
Bunu eleştirmek, ya da kötü göstermek için söylemiyorum.
Tam aksine Kıbrıs Türk sağının boşalttığı bu alanın Cumhurbaşkanı tarafından hakkıyla doldurulduğuna işaret etmek adına bunları yazıyorum.
Mustafa Akıncı tam da merkez sağa yönelik siyasetleri ortaya koyup çok daha geniş bir kesimden, hatta oy almadığı kesimden destek alacak bir siyaset izliyor.
Peki çözüm cephesi?
“Zeytin dalı” ile başlayan bir sürecin Enosis’le devam etmesi hatta doğalgaz inatlaşmasına kadar da ilerleme ihtimalini doğurması ve müzakerelerin yerle bir olması tabii ki kaygılandırıyor herkesi…
En çok da federalistleri…
Federalistlerin yeni bir çıkış yapması gerektiğine inanıyorum.
Bu kaygının çok daha fazla ve gür bir şekilde dile dökülmesinin zamanı gelmiş ve geçmeye başlamış bile…
Ortada KKTC gerçekliğinden dem vuran Akıncı ve Tahsin Ertuğruloğlu var şimdi!

Demem o ki, masadaki şimdiki ses, solun değil sağın sesi, bu çok açık…
Hatta “anavatanla” da harmanlanmış bir ses bu…
Peki solun, federalistlerin sesi, hassasiyetleri, kaygıları?
 

 

 

Bu yazı toplam 2306 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar