Kimsesizler Sınıfı
Başman şirketler grubu direktörü Ali Başman’ın açıklamalarıyla büyük bir tartışma alevlendi geçtiğimiz günlerde. Belli ki toplum nezdinde kendisi zaten bu tarz açıklamalar yapma hakkı tanınmayan bir elit zümrenin temsilcisi. Hal böyle olunca zaten halihazırda içi öfkeyle dolup taşan ahali bir de elit abalı bulmuş ki kendisine, eline linç klavyesini alanı tut tutabilirsen. Bu adaletsiz düzenden en büyük payı alan sınıfın temsilcisi olarak sen misin bize düşen küçük adaletsizliklere göz koyan…
Kapanışı ise Belediye Emekçileri Sendikası yaptı ve halkı Başman grubunu boykot etmeye davet etti. Her ne kadar sendikanın adında “emekçi” sıfatı geçiyor olsa da “emekçi” tanımından aynı şeyi anlamadığımızı hemen ifade etme ihtiyacı içerisindeyim. BES tarafından yapılan açıklamanın özünde bu ülkenin gerçekleri gizliydi aslında. “Bizden” olan en alt sınıfın kamudaki / belediyelerdeki güvenceli işçiler olduğunu, geri kalanların bizden olmadığını söylüyordu açık açık. Yapılan açıklama ile anlıyoruz ki; Başman’a karşı halkı boykota davet etmenin bedelini Ali beyin kendisinden önce orada çalışan emekçilerin ödeyeceğini düşünmekten aciz olunduğu gibi, sermaye çevreleri tarafından yapılan tüm adaletsiz işlerde gerekli vergiyi topla(ya)mayan ve denetimleri yerine getir(e)meyenlerin bizim yönetsel kurumlarımız ve yöneticilerimiz olduğunu algılamaktan yana da bir acizlik var ortada. Bu tarz açıklamalar aslında ülkemizde hem sendikaların hem de temsil ettikleri kesimin ideolojik değerlerden ve amaçlardan yoksun nasıl bir yozlaşmaya yüz tuttuklarını da gözler önüne seriyor.
***
Kıbrıs’ın kuzeyinde uzun zamandır “gerçek Kıbrıslıların” sadece kamu görevlisi veya özel sektörde işveren konumunda olduğu gibi bir algı yaratılmış, kimlikçi bir “kıbrıslılık” sosuna da bulanıp bizlere servis edilmektedir. Bu algı “zaten bizden değildir” diyerekten özel sektör çalışanlarını sömürülebilir kılıyor. Özellikle içinde bulunduğumuz pandemi süreci sayesinde özel sektörde kökü nereden olursa olsun, ister vatandaş olsun ister olmasın emeğini kiralayarak çalışan insanlarımızın ne kadar güvencesiz ve yarını belli olmayan geleceksiz şartlar altında çalıştığı apaçık bir şekilde gözler önüne serildi. Dahası tüm bu pandemi süreci boyunca yaşanılan hiçbir tartışmada seslerini duyuramayışlarından tutun da, BES’in açıklamasının gereken tepkiyi görmemesine kadar olan süreç ile bir kez daha anladık ki onları temsil eden bir oluşumdan da yoksun haldedirler. Halbuki azımsanmayacak sayılarını ve sıkıntılarının ortaklığından yola çıkarak yorumlarsak siyasete ve çalışma hayatının acımasız şartlarına karşı cevap verebilecek güçlü bir potansiyele sahip olduklarını söyleyebiliriz. Yenidüzen’de yayımlanan ilk yazımda Guy Standing’in tanımından yola çıkarak Prekarya olarak adlandırdığım bu geleceksiz ve güvencesizlerden oluşan “kimsesizler” sınıfını özellikle sol cenah için yeni sınıfsal taban olduğunu ve siyaseten dönüşüm yaratacak itkinin burada barındığını söylemiştim.
Peki bu potansiyel neden bir türlü açığa çıkamıyor? Çünkü bu yeni sınıf henüz kendi varlığının bilincinde değil. Kağıt üzerinde mantıksal bir sınıf olarak var olmasına rağmen ünlü sosyolog Bourdieu’den yola çıkarak söyleyecek olursak kağıt üzerindeki mantıksal sınıftan gerçek sınıfa, ancak siyasi bir seferberlikle geçilebilir. İşte tam da burada siyasetimizin sol cenahında yer alan tüm oluşumlara büyük ödevler düşüyor. Prekarya, sendika hareketi içinde ve onunla birlikte gerçekleştirilecek mücadeleler dahil olmak üzere, yeni mücadele biçimlerine yol açması bakımından ciddiye alınmalıdır. Bir başka deyişle sınıflar oluşmazlar, oluşturulurlar.