1. YAZARLAR

  2. Cenk Mutluyakalı

  3. Kırık kalpler durağı
Cenk Mutluyakalı

Cenk Mutluyakalı

Kırık kalpler durağı

A+A-

Elinde bir kekle yola düşmüştü.
Çalınmış senelerinin peşinde, kendi evinin kapısını çalmak için yürüyordu.
Yarım kalmış izlerin üzerine yeniden anılarını ekerek.

*  *  *

“Bu memleketi artık beğenmiyorum, çok fazla bayrak var, çok farklı bayrak var, burası artık hayırsız bir yer…”
Böyle söylemiş babası, Ermeni dostumuzun…
Sene 1964…
Ve Kıbrıslı Türklerin içinden kaçıyor, kaçırılıyor, kovuluyordu Ermeniler.

*  *  *

Fırıncı, kemancı, saatçiydiler.
Katliamlardan kaçarak gelmiş, Kıbrıs’a sığınmış, gün gele yeniden kaçmak zorunda kalmıştılar.
Kıbrıslı Türklerle birlikte büyüdü çocukları, ortak sofralar kurdular, sisli aşkın şehrinde yan yana titrediler.
O nedenle zaten 50 seneden fazladır güneyde yaşamalarına rağmen, çok akıcı bir Türkçeyle anlattılar hislerini…
Ne dilimizi unuttular, ne de yaşattığımız eziyeti.

*  *  *

“Birlikte / Together” belgeseli belki olağanüstü bir sinema tekniği içermiyor ancak alkışlanacak bir emekle, resmi ezberleri bozacak bir gerçekliğe ışık tutuyor, içimizden eksilttiğimiz kültürle hepimizi yeniden yüzleştiriyor.
Belgeselin yaratıcıları Mine Balman ve Besim Baysal tebriği hak ediyor.
Kıbrıs Türk Gazeteciler Birliği Lokali’nde izlediğim bir saatlik belgesel, adamızın yakın tarihinde ne kadar büyük aptallıklara imza attığımızı yeniden beynime kazıdı.
Keşke hayat yeniden yaşanabilse, tarih yeniden yazılabilseydi.

*  *  *

1974’te askeri müdahale oldu.
Ama 1964’te “çıkarma” falan da yokken, Ermenileri niçin evlerinden kovduk, bunu anlamak çok daha zor.
Kavganın tarafı değillerdi çünkü.
Ve doğrusu buna sebep belki “derin devlet”ti, belki “teşkilat”…
Ama bu insanları koruyamayan ve kollamayan Kıbrıslı Türkler oldu.

*  *  *

ermeniler.jpg

En az 3 bin 600 Kıbrıslı Ermeni vardı, 1960’ta…
Ve 1950’lerden itibaren yükselen milliyetçilik, onları da dağıttı.
Üstelik Türkçeyi çok iyi konuştukları için Kıbrıslı Türklerin yaşadığı mahallelere yerleşmişlerdi...
1963-1964’te bir kez daha evlerinden, hayatlarından, anılarından kopartıldılar.

*  *  *

- “Sınıfın içinde Türk gızlar vardı, Rum gızlar vardı ama baraber hepsi gıbrıslıydı…”
- “1963 fasariyalarında biz ortada kaldık, . Ne oldu, ne bitti, annayamadık…”
- “Tek bir gün dahi Ermeni bir insanın elinde kimse silah görmedi… Ama biz istenmedik… Niçin…”
- “98 yaşındaydı annem, ölmeden bir hafta önce evine gitmek istedi. Evinde olduğunu söyledik. Yok
dedi, kuzeydeki evime…”

*  *  *

Ve anıların denizinde en fazla etkilendiğim an…
“Barikatlar açıldı. Elimde bir kek, kuzeye geçtim, evi buldum. Kapıyı çaldım. ‘Bu ev benim, ben burada büyüdüm’ dedim. ‘Bugün benim 50’nci yaşım. Yaş günümü, evimde kutlayabilir miyim? İzniniz var mı?”

*  *  *

Kırık kalpler durağı, tam da bu adanın sokaklarıdır. İnsan ‘kendi evinin kapısını’ bir yabancı gibi çalar... Ve evinde, ‘izinle’ kutlar yaş gününü...


 

Bir 5 sene daha

sam-004.jpg

5 yıla bir "yıpranma payı" istedi Sami dostum, gazeteciler için!
Haklı.
İnternette araştırsanız göreceksiniz, gazetecilik dünyadaki en zor, gergin, yıpratıcı mesleklerden biri.
Peki bu talebin karşılığı bizim ülkemizde mümkün mü?
Hele bir "tamam" desin herhangi bir hükümet, bir aya kalmaz, günün sekiz saati bir koltukta oturup da sağ elini soluna denkleştirmeden mesainin bitmesini bekleyen insana dahi "yıpranma hakkı" doğar.

*  *  *

Dağda, antende çalışanlara "risk ödeneği" verilmişti, BRT’de.
Sonra herkese yansıdı bu ödenek.

*  *  *

"İyi hal ödeneği"ni Cezaevi'nden not düşmüştüm, "Araç Sürüş Ödeneği"ni Kıb-Tek'ten.
Çok alemiz bu konuda.
Hele birine bir hak verilmeye görsün, almayan kalmaz.
Uysa da uymasa da...

*  *  *

Beş yıla bir yıpranma...
25’i bitirdim, 5 cepte demek!
Bir beş sene daha sıktım mı dişi!
Yanındayız Sami gardaş...


‘Park’matik

isbank.jpg

Kıbrıs’ın kuzeyinde en fazla mevduat toplayan banka, İş Bankası’dır diye tahmin ederim.
Ya da en büyüklerinden biri.

Türkiye’de kültüre, sanata, spora, hayata ne kadar “yatırımı” vardır, burada ne kadar?
Elbette konuşmamız gereken bir konudur.
Belki başka zaman...
Ama benim meselem bambaşka.
Bu bankamız, Lefkoşa’daki genel merkezini Lefkoşa-Mağusa ana yoluna taşıdı...
Dr. Küçük Bulvarı’na...
Ve “park yeri” yok.
Her gün ana yolun içerisine kadar diziliyor araçlar...
Trafiğe de insana da saygısız, sorumsuz. Bir o kadar tehlikeli.
Ama suç bankanın değil doğrusu!
Bu izni verenin...
Kimse sormaz mı, “kardeşim, senin her gün yüzlerce müşterin var, insanlar araçlarını nereye park edecekler... Buraya banka olmaz”
Bu kadar “başıboş” olduğu için ülke koskoca İş Bankası dahi “park yeri” olmadan “genel merkez” açabilir...
Parası mı yok daha geniş bir alanda şube açacak, imkanı mı?
İşin aslı, bu ülkenin otoritesi yok...
Banka genel merkezinin üzerinde “size her kapıyı açar” diye yazıyor koskocaman...
Üst üste, alt alta araçların bile!

 


 

haftanın notcukları

 

  • Pazar sabahı kahvaltı için Lefkoşa’da en iyi üç alternatif:
    1- Tezgah, Surlariçi
    2- Eziç, Göçmenköy
    3- Matbah-ı Amire, Dereboyu

     
  • Sigaraya karşı en iyi direnme yöntemi:
    Tüccaroğlu
    Tuzsuz
    Kabak Çekirdeği (!)

     
  • Seçim zili çaldı ya, adaylar belli ediyorlar kendilerini!
     
  • Hade bakalım, şimdi eski çamların da bardak olma zamanı!
     
  • “KKTC”ye 5 kez yasa dışı giriş çıkış yapan, 19 suç dosyasına sahip adamı niye yargılıyorsunuz ki?
    “KKTC”yi yargılayın siz!
    Ülke değil han kapısı!
     
  • Ankara, Başbakanımız Hüseyin Özgürgün'ün randevu isteğini geri çevirmiş. Kızdırmasınlar, kimseye yurttaşlık vermez ha!

 

“iki keman gibi çalınabiliriz birbirimizde! Ta ki ya 'ölsün' bu ilişki, ya yeniden doğalım”

Fikret Demirağ

Bu yazı toplam 3552 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar