1. YAZARLAR

  2. Neşe Yaşın

  3. Kırılganlıklarımız gücümüzdür
Neşe Yaşın

Neşe Yaşın

Kırılganlıklarımız gücümüzdür

A+A-


İçimi kemiren bir soru var bugün. Bir yol ağzında durmuşum ve hangi yöne gideceğime karar vermem lazım sanki. Hayatın işaretlerini okuyorum ama kasıtlı yanlış okuyorum adeta. Gerçeği içim almıyor belki de…

Hüsran diye bir deneyim var dünyada… Hayallerin boyutları sınırsız çünkü… Kendimi sonsuz bir iyimserlikle doldurup hayal gemimde yol almışım ne zamandır. Peki, böyle kimyamı bozan ne şimdi? Gri bir gökyüzüne bakıyorum penceremden. Hayalimin gerçekleşmeme ihtimaliyle küskün oturuyor içimdeki küçük kız. Nasıl da tedirginim; azıcık kıpırdasam yere düşecek sanki tutunduğum rüya. Belki gerçekleşmeyeceğini tam olarak bilsem oturup uzun uzun ağlayarak rahatlayacağım. Ama hala umut var içimde.

Hüsrana uğramamak için hayalsiz mi yaşamak lazım? Şu mutlu mesut insanların güne odaklanma felsefesini anlamaya çalışıyorum. Düz bir mantıkla düşünürsek hayallerin yoksa gerçekleşmedikleri için acı çekmezsin. Hayalsiz bir yaşam çok kuru ve heyecansız değil mi ama?

Kişisel bir kederden öte bu üstümdeki ağırlık. Dünyanın ahvali akıl almaz halde… Esen rüzgârın anlattıkları kalbini karartıyor insanın. Bir yası tamamlamadan yenisi beliriyor. Her sevinci solduracak bir zehir var toprakta, suda…

Buna yenik düşmemek lazım kuşkusuz… Şimdi bulutların arasından beliren güneş mesela… İnsanın kederini ışıtabiliyor az da olsa… Birden gelebilecek müjdeli bir haber gibi…

Bir üretime odaklanmak… Çalışmak… En etkili panzehir bu çoğu zaman…

Bu benim sabahım… Dünyanın bütün diğer sabahlarında, başkalarının bu sabahında kederler kadar sevinçler de gizli biliyorum bunu… Benim de olmuştur güzel sabahlarım. Pencerelerden kanatlanıp uçmak istediğim sabahlar… Belleğin ya da hayallerin esiri olmadığım, anın büyüsünü taşıyıp var olmanın, güne ait olmanın sevincini taşıdığım sabahlar; ülkeye, şehre, dünyaya yenik düşmediğim sabahlar…

Bu sabahı da kederle, yenilgiyle tanımlamak istemem. Sadece o içimi kemiren sorular, delibozuk tahayyülün işkencesi yok mu?

İç iklimini değiştirebilir insan çoğu zaman. Mekân değiştirerek, bir kitaba, müziğe sarılıp şiire sığınarak… Ama bir kez ince ince kanamaya başlamışsa kalp, önce onunla uğraşmakta fayda var.

Başkalarına akıl vermekte ustayızdır çoğu zaman. Aslında doğaldır da bu… Kendimizi kedere kapatmışken, bizi meşgul eden sorunun içine gömülmüşken büyük fotoğrafı göremeyiz çoğu zaman. İçimizin kırığıyla uğraşırken dışarıya dair algımız da zedelenir. Çıkış yolu vardır hep ama kaybolmuşuzdur biz. Bazen dönüp dururuz aynı minval üzere… Oysa sağa döneceğimize sola dönsek mesela; çözülecektir belki de düğüm.

Başkaları bazen daha iyi görebilir bunu. Başrolde olan onlar değildir çünkü ve bir serinlik taşır bakışları.
Çoğu kederin nedeni bir tercüme hatasıdır. Yanlış tercüme etmişizdir olup biteni. İçimizin kırığı durumu netlikle görmemize engel olmuştur.

Belki de en önemlisi insanın kendi durumuna bakıp adını bir biçimde koyabilmesidir yine de. Bir sorun olduğunu görüp onunla didişmek, onu hasıraltı edip ruhun derinlerine gömmekten evladır.

Huzursuzluk güzel günleri işaret eder bazen… Değişim gerektiğinin ışığını çakar. Tedirginlik hoş olmasa da uykulu ve yenilmiş olmaktan iyidir.

İçimi kemiren sorular var bugün… Öylece oturuyorum sessizlikte “Sessizlik mi kırar kalbimi/ yoksa sessizlikte mi işitilir/ kırılan kalbin sesi?” diye yazmıştım geçenlerde.

Neden böyleyim diyorum bazen. Bazen de diyorum ki “İyi ki böyleyim”.

“İnce şeyleri” durup düşünmek için zamanı yok belki insanların… Harala gürele çağında dokunup geçiyoruz birbirimize.

İçinden geçeni görmüyor, bilmiyor, tanımlayamıyor çoğu insan. Kırılganlığını zayıflık olarak nitelenir diye ortaya koyamıyor. Zaafları anlaşılmasın diye sahte bir sesle, bir maske ile dolaşıyor. Çoğu insan kendini yitiriyor toplum denen vahşi ormanda.

Kırılganlıklarımız gerçek gücümüzdür oysa. İnsan olduğumuz, bir kalp, bir vicdan taşıdığımızın işaretidirler. Biyonik robotlar olmamız talep edilen bir çağda kırılganlıklarımızla var olmayı savunmak bir direniştir. Bütün sahtelikler, resmiyetler, hiyerarşiler, mikro ve makro iktidarlar, sistemi besleyen davranış modelleri karşısında gücü yeniden tanımlamaya dair bir direniş.

 

Bu yazı toplam 3152 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar