“Kırlangıçlar da geri dönemedi, Baflılar da, Nuri Sılay da…”
Ulus IRKAD
(Değerli araştırmacı yazar Ulus Irkad, geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz Nuri Sılay’ın Baf’a dönüş özlemini hatırlıyor… Nuri Sılay, Baf’ta “kayıp” edilen bazı Kıbrıslıtürkler’in gömü yerini biliyordu ancak bu olası gömü yerini göstermesi, çeşitli nedenlerle mümkün olamadı… Nur içinde yatsın, Baf’ın “kayıpları” hakkındaki çalışmalarımızda bize yardım etmeye çalışmıştı çok… Ailesinin acısını paylaşırken, Ulus Irkad’ın kaleme aldığı makaleyi de paylaşıyoruz… S.U.)
ÖLÜMÜN SIRRI
Stoacılıkta ölmek doğa ile tekrar bütünleşmektir. İnsanlar ölmez, doğaya ve evrene kavuşurlar o felsefeye göre. Hegel de felsefedeki gücünü aslında stoacılıktan almaktadır. İnsan ölür ve özgürleşir, özgürlüğünü de gelecek nesle, çocuklarına ve torunlarına, dünyada kalanlara bırakmaktadır öldüğünde. Ölmekle insan yokolmaz. Evren’in, Doğa’nın bir parçası olur ve daha başka şekillerde yaşar. Hayatın anlamı yaratmaktır. Yaratan ölmez... O yarattığıyla yaşar. İnsan eğer öldükten sonra anılıyorsa, o insan ölmemiştir. İnsan aslında unutulduğu zaman ölür. Ama ölmekle de hiç kimse ortadan kalkmaz. Evrenin bir parçası olur. Ölmek Hegel’e göre de özgürleşmektir.
NURİ SILAY VE SILAY AİLESİ
Nuri Sılay’ı veya Sılay ailesini 3-4 yaşlarımda Baf’ın Konya Mahallesi’nde tanıdım. O mahallede Baflı Kıbrıslırumlar ve Baflı Kıbrıslıtürkler birlikte yaşadık. Fanatikler yok muydu? Elbette vardı ama rasyonel düşünenler fanatiklere şiddet kullanmaları fırsatını vermedi. Onların şiddetini engelledi. 1955 sonrasında ve 1963 yılında o mahalleden de göçler oldu ama yıkım o kadar şiddetli değildi. Esas yıkımı 1963 ve 1974 yılında yaşadı Kıbrıslılar.
DR. İHSAN ALİ’Yİ DİNLEMEDİLER…
Dr. İhsan Ali, tüm uyarılarına rağmen Kıbrıslıları şiddetten döndüremedi. Onlara akıllarını kullanmalarını, birlikte yaşamın, çok kültürlülüğün zevkine varıp onun getireceği kazanımlardan faydalanmalarını söyledi, kimse onu dinlemedi. Dr. İhsan Ali kadar toplumunu, Kıbrıslıları, Türk ve Yunan halklarını seven bir Kıbrıslıtürk adaya gelmedi derler. İsviçre’de eğitimdeyken 6 milliyetin birarada yaşamışlığının o gerçekliğini göremedi maalesef o ütopyasıyla ve bunu gösteremedi Kıbrıslılar’a…
NURİ SILAY 1963 YILINDAN SONRA DA BAŞARILI OLDU…
Nuri Sılay’ı 1969 yılında ilkokulu bitirdikten sonra büyük dülger dükkanında çalışırken de tanıdım. Babam beni işe alışmam için yanına çırak koymuştu. Dülgerlik hoşuma gitmedi, yanında fazla kalamadım. Fakat Nuri Dayı’yla hep dost kaldım. 1955 ve 1963 yılında Konya Mahallesi’nden göç etmesine ve çarpışmaların yıkımına rağmen işi yerinde, dülger dükkanı tıkırında çalışan ve ailesine de en güzelini yaşatan bir Baflı’ydı. Rahmetli Naşide Abla ile çocuklarına en iyisini yaşattılar. 1974 yılına kadar işini düzene koydu. Küçük ebatta bir mobilya fabrikası oldu ve kazandı da. Kazandıklarının tümünü hep ailesi için harcadı, onlara çok iyi günler yaşattı.
1974 SAVAŞINDA HERŞEYİ YİTİRİŞ…
1974 savaşıyla gene her şeyini kaybetti. 1974 sonrası daha önceki refahına kavuşamadı. Tüm Maraş’a yerleşenler gibi... Veya çoğu güney göçmeni gibi… 1974 sonrası Mağusa Aşağı Maraş’ta evlerimiz yakın yakındı. Komşuyduk gene... Baf’tan anıları konuşurduk. 1980’lerde Sendikacı olarak Güney’e her geçtiğimde benden Güney Kıbrıs ve Baf hakkında haberler ister, çözüm olursa Baf’a dönme hayalleri kurardı. 2003 sonrası Baf’a düzenlenen tüm gezilere katıldı. Konya’daki komşularını buldu. Evini ziyaret etti. Arkadaşlarını buldu. Onların görüşlerini öğrendi. Baf’a dönme umudunu hiç üzerinden eksiltmedi.
ANNAN PLANI UMUDU UZUN SÜRMEDİ
Annan Planı sırasında umutları arttı. Reddedilince umutlarını yitirdi ama o dönüş umutları ölmedi. Tüm göçmenler gibi içindeki o umudu hep canlı tuttu. Baf’a muhakkak gidecekti. Bazen hayallerinde Baf’a gitti. Kızkardeşinin evine girdi. Yatağını da götürmüştü ve orada bir gece kalarak tekrar geriye dönmüştü. Aslında o rüyasında gerçekleşen bir olaydı. Sonra sessizleşti. Son dönemlerine gelmişti.
Nuri Sılay yani benim sevgili Nuri Dayım beni gördüğünde her zaman Baflıların çoğu gibi hep sorardı: “Baf’a dönecek miyiz?” Moralini kırmazdım. Beklediği yanıtın muhakkak o olduğuna emindim;
“Evet, döneceğiz, bir gün muhakkak döneceğiz.” derdim.
Nuri Sılay'ın bir gençlik fotoğrafı...
KIRLANGIÇLAR DÖNMEDİĞİNDE…
Kırlangıçlar göç ettikleri yerlere hep geri dönerler. Eğer dönmezlerse muhakkak başlarına bir şey gelmiştir. Ölmüşlerdir ve geri dönememişlerdir.
Nuri Sılay Baf’a kırlangıçlar gibi dönemedi. Baflıların çoğu gibi…
1974-14 Ağustosu’nda EOKA B’ciler onu öldürmeden, Baf’ın cengaveri ve mert genci Mustafa Çakır, 21 Temmuz 1974 günü Baf düştüğünde, Edip Akbayram’ın bu şarkısının sözlerini değiştirerek şu şekilde söylerdi;
“Cunta vurdu, Yuvamızdan ayrıldık, ayrıldık Vay...”
Nuri Sılay’ın ruhunun şu anda Baf’ın üzerinde mutlu bir şekilde uçtuğuna ve Baf’a kavuştuğuna eminim.
Anısı önünde saygıyla…
Nuri Sılay, Baf'ta bir arkadaşı ve bir BM askeri ile...
*** BASINDAN GÜNCEL…
“Suriye'nin kayıp çocukları: Acılı aileler, kayıp yakınların akıbetini bulmaya çalışıyor…”
Reda Elmawy/BBC
Suriye'de Beşar Esad yönetiminin devrilmesinden bir ay sonra, sayısız aile ürkütücü bir sorunun yanıtını arıyor: Ülkenin kayıp çocuklarına ne oldu?
10 yıldan uzun süre devam eden iç savaş derin yaralar bıraktı. Sadece ölüm ve yıkımla değil, aynı zamanda bir çoğu tutuklanan aileleriyle birlikte ortadan kaybolan binlerce çocukla.
Tahminlere göre savaşın başladığı 2011'den bu yana iki ila beş bin çocuk zorla kaybedildi ve akıbetleri bilinmiyor. Rejimin çöküşüyle aileler yanıt bulmak için yetimhaneleri, güvenlik dosyalarını ve tutuklama merkezlerini aramaya başladılar.
Şam'ın kırsal kesiminde yaşayan 45 yaşındaki matbaa ustası Hadi Muhammed Fraa, ailesini son kez görüşünü hatırlıyor. Kendisi ve dokuz aylık hamile eşi, yaşadıkları yer kuşatma altında olduğu için eşinin doğum için Şam'daki teyzesinde kalmasına karar vermişlerdi.
Ağustos 2013'te eşi üç çocuğuyla birlikte, sekiz yaşındaki Muhammed, yedi yaşındaki İslam ve üç aşındaki Yusuf ile birlikte yola çıktı. Yanlarında hükümet tarafından silahlandırılan ve eğitilen rejim yanlısı silahlı güvenlik komitesinin bir üyesi bir milis de vardı. Hadi, daha sonra onlara katılmayı planlıyordu.
Daha sonra bir kontrol noktasındaki subay Hadi'yi telefonla aradı. Eşi ve çocuklarının kontrol noktasına sağ salim ulaştığını söyledikten sonra, niye onların yanında olmadığını sordu. Hadi oraya gidip, ailesine katılabileceğini söyledi ama subay gerek olmadığını ifade etti. Sadece "güvenlik kuralları uyarınca" aradığını belirtti.
Hadi o günden bu yana ailesini hiç göremedi. 11 yıldan bu yana her kapıyı çalıp, sonuç alamadığını anlatıyor.
"Adalet Bakanlığına, sosyal işler bakanlığına ve Şam valiliğine gittim. Güvenlik güçlerine bile ulaştım. Bölgesel büro, devriye bürosu, soruşturma bürosu ve ulusal güvenlik bürosu" diyor.
Çaresiz kalınca Beşar Esad ve eşi Esma'ya bile mektuplar yazdı.
Ancak bu mektuplar güvenlik güçlerini kızdırdı ve Hadi'nin üç yıl hapse atılmasına neden oldu.
"Onlara tek istediğimin eşimi ve çocuklarımı bulmak olduğunu söyledim ama beni sorun çıkartmakla, güvenlik güçlerini şikayet etmekle ve başkan ve bakanlara mektup yazmakla suçladılar."
Hadi, hapiste kaldığı dönemde sekiz ay boyunca işkence gördü. Sorgucular, hükümet karşıtı gösterilerle bilinen İdlib bölgesiyle bağlarına ilişkin itiraf koparmak istiyorlardı.
Birçok tutuklunun işkence ya da hastalık nedeniyle öldüğünü hatırlıyor. Bu yüzden de eşini sağ bulma umudunu kaybetti. Ancak hala rüyalarında üç çocuğu ve kayboldukları zaman henüz doğmamış bebeğine kavuştuğunu görüyor.
YETİMHANELER VE SIRLAR…
Çok sayıda kayıp çocuğun akıbeti gizemini koruyor. Eski rejim döneminde bazı tutukluların çocukları yetimhanelere konuldu ve kimlikleri sahte isimlerle gizlendi.
Suriye yetimlere yardım kuruluşundan Maha Diab'a göre yetkili makamların konuyla ilgili herhangi bir bilgi sızmadığından emin olduklarını anlatıyor.
"Bu çocukların varlığından söz etmemiz bile yasaktı" diyor.
Kısıtlamalara karşın, Diab'ın ekibi gizlice çocukların gerçek kimliklerini bulmaya çalıştı.
Diab "Yaşça daha büyük çocuklar bazen verilen sahte isimleri düzeltiyordu ve aileleriyle ilgili detayları paylaşıyordu" diyor.
Rejimin devrilmesinden bu yana, yetimhaneler onlarca çocuğu ailelerini geri verdi. Ancak bunlar, binlerce kayıp çocuğun çok küçük bir kısmını oluşturuyor.
Görgü tanıkları, hapishanelerde bile çocukların sık sık takma isimlerle çağrıldığını söylüyor. Bu durum da diğer mahkumların ifadelerine dayanarak çocukların gerçek kimliklerini bulma çabalarını zorlaştır
Çocuklarının kaybolması aileleri arafta bıraktı. Bir gün onları tekrar görme umuduyla, yaslarını tutmak arasında gidip geliyorlar.
Tanınmış diş hekimi ve eski satranç şamiyonu Rania el Abbasi'nin ailesi işte böyle bir belirsizliği yaşıyor. Raina ve biri bebek altı çocuğu 2013'te gözaltına alındı. Aradan 10'dan fazla yıl geçti ve aile hala başlarına ne geldiğini bilmiyor.
Şeffaflık olmaması, uzun vadeli sorunlarla karşılaşılma korkusunu da artırdı. Rania'nın görümcesi Ahlam Yassin, "Gelecekte birileri bilmeden öz kardeşiyle evlenirse ne olacak" diyor.
“ARAMAKTAN KORKTUK…”
Hadi gibi bazıları, kayıp çocuklarını resmi kanallardan aramayı başarsa da, bir çoğu muhalefetin kontrolündeki yerlerde yaşadıkları için aynısını yapamadı.
Bunlardan biri de, Doğu Guta'daki Zamalka'dan yerel eylemci Yasir Süleyman. Şam'ın doğusundaki bu bölge 2013-2018 arası Suriye iç savaşının en uzun süren kuşatmasını görmüştü.
Yasir, Ağustos 2013'te kaybolan yeğeni Abdülhadi Muvafak Süleyman'ın başına gelenleri anlatıyor. Abdülhadi hem babasını hem de amcasının Zamalka'daki hava saldırısında ölmesinden sonra, kuşatma altındaki bölgeden çıkıp, sadece beş kilometre uzaklıktaki Şam'da yaşayan annesini yanına gitmek için yola çıktı. Ancak oraya hiç ulaşamadı ve nerede olduğu bilinmiyor.
Muhaliflerle bağlantılı olmak Yasir'inki gibi ailelerin, yanıt bulmak için hükümet makamlarına başvurmasını imkansız kılıyordu. Birçok kişinin sevdiklerinin akıbetiyle ilgili bilgi almaktan neden korktuğunu açıklarken "Hepimizi terörist olarak görüyorlardı" diyor.
Ancak rejimin yıkılmasıyla Yasir ve onun durumundaki diğerlerinin umutları arttı. Güvenlik dosyalarının ve belgelerinin açılmasıyla, uzun süredir saklanan gerçeklerin nihayet ortaya çıkması şansı var.
Yasir "Allah'a inancımız büyük ve bu belgelerin sonunda 'Abdülhadi öldü mü, yaşıyor mu?' sorusuna yanıt vermesini umuyoruz" diyor.
Suriye'nin kayıp çocukları sorunuyla şimdi sosyal işler bakanlığı ilgileniyor ve çok zorlu bir iş olduğunu söylüyorlar.
Sosyal İşler Bakan Yardımcılı görevine yeni atanan İbrahim Bakour, bakanlığın kanıt toplamak ve teyit etmek için bir komite kurduğunu doğruladı.
Bakour "Amacımız tüm belgeleri toplamak ve dünyaya sunmak" diyor.
Suriye'de kayıp binlerce kişi içinde, bir çoğunun hayatta mı sağ mı olduğu bilinmiyor. Abir Şaban'ın ailesi de yanıt bulmaya çalışanlardan.
Şam'ın doğusunda muhaliflerin elindeki Jobar'da yaşayan Abir, oğlu Ahmed'i en son Ağustos 2013'te çok sayıda can kaybına yol açan hava saldırısı sırasında gördü.
"O gün çok sayıda çocuk kayboldu. Erkek, kadın ve çocukların ceset parçalarını gördüm" diyor.
Yorulmadan aramasına karşın, oğlunun cansız bedenini hiç bulamadı. Muhalif savaşçılar Ahmed'i gördüklerini idda etti ama hala sağ olabileceği umudunu koruyor.
Abir'in çilesi, altı ay öncesinde tahıl tüccarlığı yapan kocasının rejimin bir kontrol noktasında kaybolmasıyla başlamıştı. Eşi de, oğlu Ahmed de bir daha hiç bulunamadı.
Kayıp ya da zorla kaybedilme vakaları sadece sağ bulunurlarsa ya da ölmüşlerse bile cesetleri bulununca kapanabiliyor.
Abir ve başka sayısız Suriyeli için bir gün sevdikleriyle kavuşup kavuşamayacakları sorusu şu anda hala yanıtsız.
(BBC – Reda ELMAWY – 11.1.2025)