Kırmızı değil, Yeşil…
Yavru veren muz ağacının kökünden sökmüştük küçük muz fidanını…
Yerli muz bu… İthal ‘çikita’ muzlar gibi büyük değiller ama bizim buralardan olmasının dayanılmaz bir tadı var onda…
Cılızdı, henüz dibinde kök oluşmamıştı ama diktik yine de yeni toprağına… Çoğaltmak, üretmek için… Yeşil durdu oldukça uzun bir süre… Sonra yavaş yavaş sararmaya, kurumaya başladı birkaç tane olan yaprağı… Bekledim, acaba göbeğinden bir yeni yeşil uç çıkar mı diye!.. Çıkmadı, o sararan yapraklar da eğildi, büküldü ve toprağa yattılar… Muz fidanını diktiğim yeri çapalamadım, eşelemedim toprağın altında yeşile durabilecek bir oluşum olabilir diye… Üzerine basmamaya, kedinin oralardan geçmemesine bile dikkat ettim. Umudum kaybolmamıştı, belki çocukluktu, boşuna beklentiydi belki ama oradan bir yeşilin baş vermesini beklemedim değil… Dün, o noktada büyüyen otları temizlemeden önce yine bir umutla baktım o noktaya…
Acaba!..
Evet, işte orada… Gösterdi kendini… Muzun yeşil umudunu gördüm diğer yeşilliklerin arasında… Çocuklar gibi şendim. Temizledim hemen etrafını… Hafifçe eşeledim toprağı, küçücük fidana zarar vermemek için… Etrafta bulduğum taşları dizdim etrafına, burası önemli diyerekten…
Corona’nın ve akşamüzeri olmasına rağmen dinmeyen sıcağın arasından öyle güzel bir sevinç doğmuştu ki… Umudumu yeşertmeme imkân sağlayan muzun o küçücük yeşilini o kadar sevdim ki o sevinç, gelecekle ilgili umutlarımın da yeniden yeşermesini sağladı.
***
Demek ki hiçbir zaman kaybetmemek gerekiyor umudu… İnanmak, gerekirse beklemek, sabır göstermek ve “her şey bitti” dememek…
Doğa gerektiği gibi karşılıyor beklentileri…
Siz de ona o olanakları verebilirseniz… Tahrip etmezseniz, ona küsmezseniz…
Ama yıkarsanız, hırpalarsanız, bozarsanız, onulmaz yaralar bırakırsanız karşılık vermekten çekinmez…
Kendini korumaya çalışır, seller, fırtınalar, toprak kaymaları, iklim değişikliğiyle karşılık verir… Bir de corona var şimdi… Daha önce başka örnekleri olduğu gibi… Bundan sonra da sakladığı başka örnekler olacağı gibi…
***
Akıllanmak ve doğayla barışık yaşamak gerekiyor…
Doğaya rağmen kalkınma değil, doğayla birlikte kalkınma…
Ağacı, denizi, toprağı, atmosferi yok ederek, zehirleyerek değil, ağaçla, denizle, toprakla, havayla birlikte yaşamak, onların varlığını kavrayarak, onlarsız bir hayatın olamayacağını anlayarak bir gelecek kurabilmek…
***
Dünya oluşurken ve dünya yüzeyinde dönüşümler, evrimler yaşanırken bunların hepsi birlikte oluşmuş… İnsan da onun içine katılmış… “Sen de gel, dünyanın geri kalanıyla birlikte yaşa” denmiş… Kimisi önce, kimisi sonra oluşmuş ama hep birlikte yaşamak için… Birinin diğerlerini yok etmesi ve sanki kendi başına, onlarsız yaşanırmış gibi bir hayat düşlenmemiş ama umulmayan, beklenmeyen, düşlenmeyen, doğal olmayan şey olmuş ve insan akıllı olduğunu fark edince kötüye kullanmış bu aklı ve bencilce her şeyin sahibi olmayı istemiş.
Önce diğer insanları yok etmeye başlamış dünyadaki nimetlerin tek sahibi olmak ve paylaşmamak için… Savaş biçimleri değişmiş… Tek tek, karşılıklı, kılıç kalkanlı savaşlar zamanla yerini, tanka tüfeğe bırakmış… Yetmemiş, atom bombaları, nükleer başlıklı füzeler almış yerlerini… Ülkeler yarış halinde birbirini öldürmek için silahları daha güçlü hale getirmeye çalışmışlar…
Silahlar hiçbir zaman insanın birbirini öldürmek bağlamında geçerliliklerini yitirmemekle birlikte ekonomik savaşlar diğer savaşların yanında gelişmiş bir model olarak yerini almış.
***
Yıktıkça yıktık… Yaktıkça yaktık… Böldükçe böldük… Sahip olmak için, doyumsuzca kazanmak için insanı da, doğayı da öldürmekten kaçınmadık… Karşılık almaya da devam ettik doğadan…
Bu satırlar yazılırken ülkemizin neredeyse her yerinden yangın haberleri geldi. Gönendere, Serdarlı, Tepebaşı, Kormacit-Sadrazam, ODTÜ Kampüsüne kadar dayanan Kalkanlı’daki yangınlar geniş bir çevreye yayıldı… Rüzgâr yangının büyümesine neden oldu. Türkiye’den ve ne güzel ki Kıbrıs’ın güneyinden de yangın helikopteri yardımı istendi. Helikopterler ve yangın söndürme uçakları hem Türkiye’den hem güneyden geldi… Birlikte çalıştılar.
Bu yazıyı haber merkezimize gönderdiğimde yangın henüz kontrol altına alınmamıştı. Kontrol edilebilir mi, bugüne kalır mı, zarar ne olur ortaya çıkacak ama bu yangının verdiği zararın hesabını yapmak çok zor.
Parayla hesaplanabilecek bir zarar değil bu çünkü…
***
Öte yandan yangınların tek başına veya nedensiz başlaması mümkün değil… Doğal nedenler çok kısıtlı da olsa yangına neden olabilir… Yıldırım düşmesi yangına neden olabilir ama bugünlerde yağmur gibi bir durum yok… Yanardağ patlaması yangına neden olabilir ama yanardağımız yok… İklim değişikliği yani aşırı sıcaklık bunu yapabilir ama buna da insanın bilerek veya istemeden yardımcı olması gerekir…
Sigara izmaritleri, ateş yakma, cam ve cam kırıklarının ormana atılması gibi bilinçsiz hareketler veya arazi açmak gibi bilinçli, suç olan hareketler yangınların nedeni olarak daha çok karşılaştığımız olaylar olarak karşımıza çıkıyor…
***
Bu olayların ardından bile olsa diktiğim muz fidesinin kuruma manzarası çizmesine rağmen yeşile duracağı umudundan vazgeçmediğim gibi gelecekle ilgili umudumu korumaktan da vazgeçmek istemiyorum…
Renklerin hepsi güzel ama özellikle bu sıcaklarda ateşin rengi kırmızıyı değil, umudun rengi yeşili çoğaltmak ve korumak çok önemli…