Kiryakos Cambazis: Adada Kahramanlar Yok, Sadece Kurbanlar Var
Kiryakos Cambazis: Adada Kahramanlar Yok, Sadece Kurbanlar Var
Simge Çerkezoğlu
Kiryakos Cambazis Kıbrıs konusunda pek çok araştırması ve kitabı bulunan bir akademisyen. Son kitabında ‘Kıbrıs Sorununun Çözüme Kavuşturulması, Peki Ama Nasıl?’ sorusu ile yola çıkarak, mutlu yaşamlar sürmek için birlikte yaşamamızın önemine vurgu yapıyor. Kitabın ilk tanıtımı yazarın köyü Afanya’da yapıldı, ben de oradaydım. Doğduğu köy olduğu için tanıtımı Afanya’da yapmayı tercih ettiğini düşünürken bundan daha öte kalbe dokunur bir hikâye ile karşılaştım. Ali Mustafa’nın hikâyesiyle…
“KIBRIS’TAKİ FEDERASYON BİZE ÖZEL OLACAK”
Cambazis neden federalizmi anlatan bir kitap yazma ihtiyacı hissettiğini anlatıyor.
“2014 ve 2015 yıllarında federasyonun ne olduğuna ve içeriğinin detaylarına dair pek çok konferans vermiştim. İnsanlar bu konferanslara çok ilgi gösterdiler. Bu konuda bana pek çok soru yönlendirdiler. Ben de federasyonla ilgili ilk akla gelen soruları ve bu yönetim biçiminin ne olduğuna dair bilgileri bir araya toplayarak bu kitapta yanıtladım. Tabii siz de okudunuz, bu akademik dilde bir kitap değil. Özünde bu kitap federasyonun ne olduğuna ilişkin detaylı bir el kitabıdır diyebilirim. Kitap ilk başta güneyde yayımlandı ve okuyuculardan çok olumlu geri dönüşler aldım. O nedenle Türkçeye de çevirdik ve Işık Kitabevi tarafından basıldı.”
Kitabı açtığınız anda gözünüze ilk çarpan Kıbrıslı bir Türk olan Ali Mustafa’ya ithaf edilmiş olması. Aynı detay kitabın Yunancasında da var. Yazar hem bunun nedenini hem de aldığı bu kararın ardından karşılaştığı tepkileri bizimle paylaşıyor.
“Ali Mustafa köylümdür. Çok küçüktüm ama onu hatırlıyorum. İyi ve çalışkan bir insandı. Öldürüldüğü gün Afanya’nın yanında bulunan Ornuta köyünde düğün vardı. Ali Mustafa’nın yeğeninin düğünüydü. O gün köyde olay çıktı. Kıbrıslı Rumlar Afanya’da toplanıp “Kıbrıslı Türkleri köyümüzde istemiyoruz gitsinler” diye, bazı evleri yakıp olay çıkardılar. Kıbrıslı Türkler olaylardan habersiz, sadece yanan ateşleri gördüler. Ali Mustafa’nın motoru vardı. Hemen düğünden ayrılıp, motoruna atlayıp köye geldi. Afanya’ya varınca Kıbrıslı Rumlara ne oluyor diye sordu. Aralarından biri “bu Türk” dedi ve Mustafa’yı orda vurdular. Öyle derin devletle falan ilişkisi olmayan normal bir köy insanıydı, suçsuzdu ve öldürüldü. Olay 1956 yılında, ilk çatışmaların başladığı yıl yaşandı. Mustafa da çatışmaların ilk kurbanı oldu. Hangi dili konuştuğu önemli değil, sonuçta masum bir köylüm öldürüldü. Bu kitabı ben çatışmaların ilk masum kurbanına ithaf ettim. Ölümünün üzerinden 60 yıl geçti ve bunu yaparken ailesinden de bir anlamda özür de diledim. Babasız büyümek kolay değil. Kendimi onların yerine koyduğum zaman onları anlıyorum. Elbette güneyde kitabı bir Kıbrıslı Türk’e ithaf etmemden rahatsızlık duyanlar oldu. Bizim onca kahramanımız varken neden bir Türk’e ithaf ettin diyenler de. Oysa bu adada kahramanlar yok sadece kurbanlar var. Kendi çıkarları için milliyetçiliği öne çıkaran, kurbanlar yaratanlar var.”
‘BİZE ÖZEL FEDERASYON’
Kitapta, dünyada pek çok federasyon var ama bunların hiçbiri birbirinin kopyası değil diye bir ifade var. Bu noktada Kıbrıs’taki federasyonunun nasıl olacağını, hangi yönleri ile bize özel anılacağını merak ediyorum.
“Bu federasyon bize özel olacak, kendi sorunlarımız çerçevesinde kendimize özel çözümlerimizin olduğu bir şekilde yapılandırılacak. Biz yarım asırdır ayrı yaşayan iki cemaatiz. Bu ayrı yaşamanın getirdiği sonuçlar üzerine inşa edilecek farklı bir federasyon örneğimiz var. Tabii bütün federasyonlarla da bazı ortak noktalarımız olacak. Mesela alt ve üst olmak üzere iki meclisin olması gibi… Yine de federasyonun içeriği tam olarak kesinleşmiş değil. Farklı alternatifler konuşuluyor. Dönüşümlü başkanlık veya cumhurbaşkanı ile başbakanın yönetimde olması diğer bir ihtimal. Zamanla bunlara Kıbrıslı Rum ve Türk cemaatler karar verecek. Diğer federasyonlardan bir farkı da yüksek mahkeme başkanının bir yabancı olmasıdır. Bu başkanın çok etkisi olmayacak ama iki cemaattin üyeleri bir konuda karar üretmediklerinde başkana başvuracaklar. Aslında federasyon denilen yönetim şekli diğer sistemlerden çok daha demokratiktir. Hem hukuki hem de politik olarak şehirlerden köylere kadar içerisinde birçok küçük temsiliyet vardır. Bu demokrasiye yol açarak, her kesimin temsil edilmesine olanak sağlayan bir yapı. Oysa federasyon karşıtları hep bu detayı görmezden gelerek eleştirirler. Hatta gizlemek isterler.”
“ESAS OLAN ORTAK KİMLİK YARATMAK”
Kitaptaki en çarpıcı ifadelerinden biri, seçmenlerle ilgili… Yazar diyor ki vatandaşlar seçimlerde sorumluluğu sadece seçtikleri politikacı üzerine yıkmamalılar, kendileri de tercihleri açısından sorumluluk üstlenmelidirler.
“Vatandaşlar politikacıları seçerken sorumluluk üstlenirler. Politikacıları seçenler onların yaptıklarından, yaklaşımlarından ve düşüncelerinden de sorumludurlar. Biz aydınlar olarak vatandaşlara her zaman seçtikleri politikacıların aslında kendi sorumlulukları olduğunu hatırlatmalıyız. İnsanlar bunun farkında değil ama oy verirken bile bu sorumluluğu üstlenmektedirler. İnsanları her zaman bu konuda uyarmalı, bunun bilincinde olmalarını sağlamalıyız. Bu adanın tamamındaki ortak sorun.”
“MAKARİOS SORUMLU”
Kitabın genelinde gelmiş geçmiş tüm Kıbrıs liderlerine eleştiriler yöneltilmekte… En çok da Makarios’a diyorum, biraz şaşırıyorum. Gülüyoruz…
“Tabii ki en çok Makarios’u eleştireceğim. Kıbrıs sorununun yaratıcısı esas o idi. Makarios yaşananlardan tüm liderlerin sorumlu olduğundan çok daha sorumlu. 1960 yılında Kıbrıs’ın bağımsız olması için imza attı. Bir yıl sonra ise kendi imzaladığı bağımsız devleti yıkmak için elinden geleni yaptı. Enosis için her yolu denedi. Makarios, Gibriyanu ya da Papadopulos için hep kahraman diyorlar, eğer onlar kahramansa Kıbrıs neden hala bölünmüş diye sormak gerek. Birçok kişi bana sen Rumca konuşuyorsun ama Türk politikasını yansıtıyorsun diye yorumlarda bulunuyor. Ancak ben eleştirilerden korkmuyorum ve umursamıyorum da. Bunlar eleştiriden öte saldırı ve çamur atma gibi. Hiçbir delile, argümana dayandırmadan bu sözleri sarf ediyorlar. O nedenle de önemsemiyorum.”
Öte yandan kitapta geçen, yapılacak anayasa ne kadar işlevsel olursa olsun yeni anlaşma federal devlet vatandaşları tarafından savunulmalıdır sözü de anlaşmanın zihinlerde sağlanmasının önemine de vurgu yapar nitelikte…
“Aslında bir anlaşma olsa bile bunu insanlar bir günde kabul edecek ya da sahip çıkacak diye bir şey yok. Önemli olan devleti ve federasyonu insanların benimsemesidir. Önce benimseyecekler. Birlikte yaşayalım, devletimizi geliştirelim diyecekler. Ardından devletimiz gelişsin, iyi ilişkilerimizin olumlu sonuçlarını görelim diyecekler. Tüm bunlar süreç içinde olacak. Şu an öyle bir durum yok, ama esas olan yaratılacak olan Kıbrıs devletini benimsemek, sevmek ve onu ileriye götürmek için vatandaşların tamamının benimsemesini sağlamaktır. Bu da zamanla olabilecek bir şeydir. Bu gerçek oldukça milliyetçilikten nemalanlar güçsüzleşecek ve devlete olan aidiyet duygusu artacaktır. Amerika ilk federasyonu kurduğunda, neredeyse dünya onunla dalga geçmişti. Şimdi ise bir Türk, Yunanlı ya da İngiliz Amerikan vatandaşlığı aldığında bak ben Amerikalıyım diye övünüyor. Devletle dalga geçilir durumdan, Amerika kendini bu günlere taşıdı. Esas olan ortak kimlik yaratmak. Bu ortak kimlik yaratıldığında her şey çok farklı olacak.”
“ÇOCUKLUĞUM 74 ÖNCESİNDE KALDI”
Yazar Kıbrıs konusuna ve olası federasyona çokça kafa yoran bir isim… Dolayısıyla gelecekle ilgili öngörüleri de benim için çok önemli.
“Bugünkü duruma baktığımız zaman çok da iyimser olmadığımı itiraf etmeliyim. Sen daha çok gençsin. Çabalarımız sorunun bizim neslimizde çözülmesi için ama belki sen göreceksin. Olaylar ben 9 yaşındayken başladı. O günden bu yana huzurlu bir günüm olmadı. Çözüm istemeyenler kendi çıkarlarını ileriye götürmek için her zaman çözümsüzlük üretir. Ben isterim ki devlet vatandaşlarını korusun. Birbirimizi öldürelim diye devlet hayatlarımızda varlık göstermesin. Bizim neslimiz boşa geçen zamana karşı mağlup oldu. Yenildik. Benim çocukluğum 1974 öncesinde kaldı. Bizim, üç kardeş olarak Afanya’da okaliptüs ağacının önünde çekilmiş bir resmimiz var. Ortanca kardeşim öldü, bir daha köyümüze, evimize dönemedik. Çocukluğumuz orada kaldı. Zamanla hatıralarımız güçsüzleşti. Çocukluğumuz yok oldu. Başka birlikte çekilmiş fotoğrafımız yok. Bir anda adeta büyüdük. Çocukluğumuz bizden çalındı. ”
(Röportajı gerçekleştirmemde katkılarını benden esirgemeyen çevirmen sevgili Çağdaş Polili’ye teşekkür ederim. SÇ)