1. HABERLER

  2. RÖPORTAJ

  3. “Kişileri fişliyor, devletin istismar ve şiddet politikası olmadığını görmüyoruz”
“Kişileri fişliyor, devletin istismar ve  şiddet politikası olmadığını görmüyoruz”

“Kişileri fişliyor, devletin istismar ve şiddet politikası olmadığını görmüyoruz”

Envision Diversity Derneği Aktivisti Enver Ethemer, YENİDÜZEN’e konuştu

A+A-

Fayka Arseven KİŞİ


Eşcinsel hakları mücadelesinde anahtar kelime olarak kullanılan ve “Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Transgender ve İnterseks” sözcüklerinin baş harflerini anlatan LGBTİ kavramı “çocuk istismarı” ile yine gündemde!

Lefkoşa Surlariçi’nde yaşanan “çocuklara yönelik cinsel istismar” olayı, toplumda büyük bir infial ve hassasiyet yarattı.
Envision Diversity Derneği Aktivisti Enver Ethemer, devletin “istismar, şiddet, ırkçılık, ayrımcılık, cinsel şiddet, istismar, taciz” gibi konularda önlemi olmadığına dikkat çekti.
Ethemer, “Bu bir sistem sorunudur, bunu görmek istemiyor, kişileri fişliyoruz” dedi.
Ethemer, toplumun LGBTI bireylere bakışını ve nefret söylemlerini yorumladı, “Nefret söylemi geleceğimizi sabote ediyor” diye konuştu. Ethemer, çağdaş geleceğin tüm renklerin bir arada kucaklandığı bir alanda kurulacağını söyledi.

Ciddi bir yüzleşme sorunu yaşandığına dikkat çeken Ethemer, 2014 yılında ceza yasası değişirken ortaya çıkan “ibneler de özgürlük istiyor” ya da “doğaya aykırı ilişki normal oluyor” gibi söylemlerin bunun en önemli ispatı olduğunu anlattı.
Ethemer ile Kıbrıs’ın kuzeyinde LGBTI bireylerin yaşadığı sorunları, karşılaştıkları nefret söylemlerini, geçtiğimiz hafta yaşanan istismar olayını konuştuk.

“Devletin ‘istismar, şiddet, ırkçılık, ayrımcılık, cinsel şiddet, istismar, taciz vb’ konularında önlemi olmadığını görmek istemiyoruz.”

  • Lefkoşa Surlariçi’nde, çocuklara yönelik bir cinsel istismar yaşandı, bunun ardından pek çok yorumlar yapıldı, hem tepki hem öfke var.
    Enver ETHEMER:
    Küçük yaşta doğan bir bebeğin cinsiyetine göre hangi renk giymesi ya da nasıl davranması gerektiği üzerinden şekillenen toplumsal belleğimiz her zaman bir “öteki” yaratmak ve bu ötekini “linç etmek” kültürü ile yoğruluyor. Bu da bizi tek tipçiliğe itiyor.
    Bu tek tipçi sosyal ya da toplumsal mühendislik kurgusu içerisinde “öteki” hep mağdur edilerek, çemberin dışına itiliyor, dışlanıyor. Ataerki düzen içerisine keskin olarak inşa edilen erkek ve kadın rolleri, bize, zorla toplumsal ahlak örgüsü içerisinde veriliyor. Bu noktada da  “öteki” hep tehdit oluyor.
    Pek çok meselede olduğu gibi son yaşanan üzücü olayda da devletin ve sistemin yetersizliklerini konuşmuyoruz. Devletten olan taleplerimizi erteliyoruz. Bunun sistemsel bir sorun olduğu ve bu tür olayların birçok kez yaşanmasına rağmen devletin “istismar, şiddet, ırkçılık, ayrımcılık, cinsel şiddet, istismar, taciz vb” konularda önlemi olmadığını görmek istemiyoruz. En kısa yoldan giderek, kişileri fişliyoruz.
    2014 yılında ceza yasası değişirken ortaya çıkan ‘ibneler de özgürlük istiyor’ ya da ‘doğaya aykırı ilişki normal oluyor’ gibi söylemler üzerinden hep “yüzleşememe sorunu” yaşıyoruz. Bazı şeyleri ötekileştirme, yüzleşememe ve hasır altı etme, cinselliği ve cinsellikle ilgili olan konuları konuşmama üzerine kurulu olan toplumsal düşünce şeklimizi sorgulamalıyız. Bu tip durumlarda savunma mekanizması olarak konunun özünü saptırma ve konuyu daha çok “belli bir grubu” hedef göstererek öteleme gayreti içerisine giriyoruz. Böylece önyargılar üzerinden genel geçer düşünce tekrar tekrar üremeye devam ediyor.
    Yani konunun esasını konuşmaktan çok bunun LGBTI’ ler tarafından yapılabilecek bir davranış olduğu tezine sığınarak aslında sorunun özünden kaçıyoruz.
    Toplumsal dönüşüm için taleplerde bulunmak yerine bunu bir gruba mal ederek toplumsal vicdanımızı meşru kılıyoruz.
    Çünkü ataerki ve egemen genel kimlik-ahlak anlayış tarafından hapsediliyoruz, akıl tutulmasına uğruyoruz.  
    Halbuki şunu anlamalıyız ki bu tur mağduriyetlerde hepimiz sorumluyuz. Hepimizin bir arada ve barış içinde yaşayabilmemizin, dayanışarak ortak alanı paylaşabilmemizin yolu, birbirimizin alanlarında özgürleşme ve birbirimizin üzerinde tahakküm kurmadığımız zaman mümkün olacaktır. 
    Dengelerin bozuk olduğu bir sistem hiçbir zaman kendi mutluluğunu ve refahını tam oluşturamaz; çünkü bazıları hep dışarıda kalmıştır, bazıları hep yarım hissetmiştir.
    Onun içindir ki bu istismar olayı, hepimizin konuşması, tartışması ve anlaması gereken bir olgudur. Anlaşılmadığı ve dönüşmediği zaman giderek büyüyerek kendini hep üretecek ve hep orda olacaktır.

“Pek çok meselede olduğu gibi burada da devletin ve sistemin yetersizliklerini konuşmuyoruz. Devletten olan taleplerimizi erteliyoruz.”


‘Nefret söylemi geleceği sabote ediyor’
 

  • LGBTI bireyler toplumda halen yadırganıyor. Ve çoğu zamanda nefret söylemleri ile anılıyor…
  • Enver ETHEMER: Toplumun çoğunluğunda hakim olan ve bize giydirilen elbise, bizim biz olmadığımız ve bizden başkası olmamız gerektiği mantığı üzerine kuruludur.  Bu soruda hep çocukluğuma giderim. Orda önümden sıra sıra kareler geçer.
    Giymem gereken kıyafetler, renkler, saçım, konuşmam, davranışlarım ve gideceğim yerler hep bir “merkezi” otorite tarafından denklem gibi yerine oturtulmuştur.
    Erkek çocukların babaları ile ava gitmesi ve erkekler ile futbol oynaması, kız çocukların mutfakta hamur işi ve kek yapması gibi hayatımızı düzenleyen cinsiyet rolleri hep bu otoritenin istediği insan modelini inşa ediyor.
    Bu da öteki olanı ya da bize benzemeyeni hep dışlama sonucunu doğuruyor. Bu mantık çerçevesinde yadırgama, bir çeşit reaksiyon ve “ baskılama- ötekileştirme ve ayrıştırma” yöntemidir. Önyargılar beslenerek, korkular yeniden üretiliyor. Bu da bizden olmayana homofobik, transfobik ve diğer şekillerde söylemler ile tepki göstermeyi ve dışlamayı meşru bir zemine oturtuyor.
    Tüm bunlar, görünür olanı görünmez kılmak için onu dilimiz ile cezalandırarak, nefreti rasyonel kılma eylemdir.
    Ama şunu hatırlamalıyız ki, toplumsal olarak refahımız ancak hepimizin kendi kimlikleri ile mutlu ve özgür yaşadığı bir alanın yaratılmasında yatar. Nefret söylemi bizim geleceğimizi sabote ediyor. Gelecek,  tüm renklerin bir arada yaşadığı bir alanda kurulur. Aksi durum militer, faşist ve “tam olmayan” bir gelecektir.

“Toplumsal dönüşüm için taleplerde bulunmak yerine bunu bir gruba mal ederek toplumsal vicdanımızı meşru kılıyoruz.”


“Tek tip düşüncenin ürettiği dışlama politikası var”

  • LGBTI bireylerin potansiyel suçlu olarak görülmesini, yorumlanmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
  • Enver ETHEMER: LGBTI bireyler önyargılar, kalıp yargılar ve çeşitli söylemler ile toplumsal alanda “bozuk”, “ bizden olamayan”, “sapık” ve bunun gibi sıfatlarla yaşamın dışına itilmeye ve kendileri olmak yerine başkası olmaya baskılanıyorlar. Bu durum tek tip düşüncenin ürettiği bir dışlama politikasıdır. Bu tip sistemlerin gördüğü tek şey “penisi olan erkek” ile “vajinası olan kadının” ikili cinsiyet sistemi içerisinde kodlanan dar ve kati rolleridir. Bunun dışında kurgulanan veya imgelenen her şey “sapma” “sapan ve doğal olmayan” gibi yaklaşımlarla yıkılmak istenir. Bu da LGBTI bireylerin “bu tür sıfatları taşıyan” bir sosyal gruptan ibaret olduğu gerçeğinin vurgulanması ile örtüşüyor. Yani burada toplumsal egemen bellek “LGBTI bireyleri” diğeri olarak ve “ikili cinsiyet sistemini saptıran”, “doğal olmayanı yaşayan” , “hastalıklı ve sapkın” bireyler olarak tanımlayarak kendi kendinin ahlaksızlığını  ve ikiyüzlülüğünü aklıyor.

“LGBT bireyler için görünür olmak veya kimliğini özgürce yaşamak hep tehdit olarak algılanmış ve büyük bir risk olmuştur.”

  • Toplumda LGBTI bireylere yaşam hakkı tanınıyor mu yoksa her şeyden çekinerek mi hayatını yaşıyor? “Mediha teyze ben lezbiyenim" panoları ile toplumda tartışma başlatılmış ve adeta bir linç kampanyasına dönüşmüştü. Sizin amacınız ise farkındalığı artırmaktı. Kampanya sürecini nasıl yorumlarsınız?
  • Enver ETHEMER: Kıbrıs’a uzun süre sonra döndüğümde ilk karşılaştığım soru “evli misin” değil isen “ne zaman evleneceksin” gibi çok pragmatik ama çok da baskıcı bir soru idi. Mediha teyze ve Kamil dayı ya da geniş çevrenin yaşamsal denklemi heteronormatif (yani sadece hetero erkek ve kadın) modeli üzerinden kurgulandığından evlenme eylemi de bu tür bir sürecin bir parçası olarak görülüyordu. Bu süreçte sadece erkek ile bir kadının yaşamaya hakkı vardı. Bunların evlenip üremesi ve üreyerek de yine hetero-bireyler meydana getirmesi gibi düzlemsel bir mantık çizgisi vardı. Bunun dışında olanlar yukarda belirttiğim sistemin farklı araçları tarafından sürekli olarak “dışarda olan” ve “çemberin dışında kalarak sapan kişiler” oldukları söylemleri ile karşı karşıya kalmışlardır. Bu süreç LGBTI bireyler için aileden başlayarak okulda ve sosyal alanda sorunlarla doludur. Görünür olmak veya kimliğini özgürce yaşamak hep tehdit olarak algılanmış ve büyük bir risk olmuştur. Devletin korumasının olmadığı ve bu kişileri tanımadığı, hep bir ataerki ve korku kıskacında yaşayan LGBTI bireyler saklanmayı tercih ederek hayatlarının devamlılığını sağlamak zorundadırlar.  Kamusal ya da toplumsal alanda daha çok görünürlük ve pay isteyenler ise sürekli olarak nefret söylemi, dışlanma ve mağduriyetler yaşamak zorunda bırakılıyor. Sistemin parametreleri homofobi destekleme üzerine kurulu. Çünkü sistemde tek itip bir erkek ve kadın var. Onun için sistemin bir yansıması olan Mediha teyzeye sen “ben gayim”, “ben lezbiyenim” dediğiniz zaman sistem vahşi dişini gösteriyor. Militer, kendinden olmayana yaşama şansı vermeyen, kendinden olmayanı yok etme üzerine kurulu “saldırı” mantığı, ya nefret söylemi ya da bu billboardlara saldırdı. Bu temsili olarak aslında bizim düşlemimizden uzak bir noktada olduğumuzu gösteriyor. Bizden olmayanlara tanıyabileceğimiz alanın küçüklüğünü gösteriyor. Çeşitliliğimize sarılmak yerine onu öldürmek istiyoruz.
Bu haber toplam 4635 defa okunmuştur
Etiketler :