1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Kişiselin siyaseti, hissiyatın tahakkümü, aklın kötümserliği
Kişiselin siyaseti, hissiyatın tahakkümü, aklın kötümserliği

Kişiselin siyaseti, hissiyatın tahakkümü, aklın kötümserliği

Kişiselin siyaseti, hissiyatın tahakkümü, aklın kötümserliği

A+A-

 

Simten Coşar
[email protected]


Türkiye’de bir ayı aşkın bir süredir kurumsal siyaset arenasında birçok şey yapılırken hiçbir şey olmuyor. Koalisyon hükümeti kurmak için uğraşıyormuşçasına temsil sunan siyasal parti şahısları sadece olası yeniden seçim sürecine odaklı ama nafile davranıyorlar. Sözün değerden düştüğü, aklın geri plana atıldığı, hislerin dörtnala hizmete sunulduğu, ama derinden hissiz, duygusuz bir dönemden geçiyor bu ülke. Pek tabii ki bu, yeni, şimdi, son seçimler öncesi ya da akabinde başlayan bir dönem değil. Bu topraklara kapitalizmin yeni yüzü ne zaman adım attıysa, işte o andan itibaren, yavaş yavaş örülen, yavaş yavaş genişletilen, yavaş yavaş gündeliğe sirayet eden, kişisel-bireysel-toplu-siyasal yapıp etmelerimize, oluşlarımıza, gidişimize, sözümüze sızan hissiyat endeksli, rekabet güdümlü, bölük pörçük toplu olma halinin, idare anlamında siyaset sürecine müdahil oluşumuzu/olamayışımızı tanımlayan bir mevcudiyet hali.

Dolayısıyla son genel seçimlerden sonra kurumsal siyaset alanında aktif olarak yer alan şahsiyetlerin büyük bir çoğunluğunun birçok şeyi hiçbir şeyi oldurmamak üzere yapıyor oluşuna paralel bir şekilde, genelde gündelik yaşam sürecinde ve özelde gündelik siyasal hallerimizde bir şeyleri yapmaya çıktığımızda, hissetmemiz kuvvetle muhtemel nafilelik halinin tanımladığı bir siyasal-yaşamsal sürecin içinden geçiyoruz. Bunca detaylandırmanın tek kelimeyle nitelendirilmesinin taşıdığı riskleri göze almak kaydıyla, durumu krizle tespit etmek mümkün: “Kriz, alışıldık yolların ve araçların geçersizleşmesi ve bunun sonucunda nasıl devam edeceğimiz konusunda yaşadığımız eminsizlik olduğu ölçüde insan toplumunun normal hali”nden bahsediyoruz. Öte yandan, içinde bulunduğumuz tarihsel evrenin ve coğrafi bağlamın krizi yine Bauman’dan alıntıyla “sadece bir kararsızlık durumuyla değil, kararın imkânsız olduğu bir durum”la anlaşılabiliyor.(i) Krizin kurumsal olandan bireysel olana uzanan görünümleri bu yazının sınırlarını zorlayacak çoklukta ve çeşitlilikte. Bütünsel temsiliyeti sağlamak imkânsızsa da, kurumsaldan başlayarak birkaç örneğe değinmek gerekiyor: Bu ülke son beş yıldır, aslında kökleri çok daha öncelere dayanan bir olmaması gerekenler silsilesine tanıklık ediyor. Olmaması gerekenlerden kasıt, genel anlamıyla, mantıksızlık ve/ya da vicdan ve/ya da nasıl bir anlam yüklendiği hep meçhul olan “insanlık-dışılık” ve/ya da kökenleri pek de sağlam olmayan “insan hakları” ve/ya da erdem ve/ya da “din temelli inanç” ekseninde tanımlanamayacak kadar basit—detaylı, estetik, sofistike açıklamaları/tanımlamaları davet etmiyor: Halihazırda baskın emek-sermaye denkleminin çağırdığı yönetim biçiminin meşrulaştırıldığı zemine uymayan bir olaylar/olgular düzeneğinden bahsetmek, söz konusu olmaması gerekenlere işaret ediyor. Diğer bir ifadeyle işleyiş, yapısal olanın soyut iddialarını somutluğun içinde eritiyor; eritirken yapının kendini kadük kılıyor. Böylece, bir yandan siyaseten temsilin önemi vurgulanırken diğer yandan temsil sürecinin gereklerinin göz ardı edildiği bir siyasal faaliyetler silsilesi içinden geçiyoruz. Bunu, temsiliyetin sadece seçim sandığına kilitlenmesinde, sandık sonrası seçilen-seçen ilişkisinin asgari düzeye itilmesinde doğrudan görmek mümkün.

Temsiliyetin içinin boşaltılması insanların gündelik yaşam pratiklerinde ve dolayısıyla ilişkilerinde de gözlemlenebiliyor. İnsanların var olma biçimlerinin diğerleriyle birlikte değil, diğerleri karşısında kendilerini nasıl çizdikleri, nasıl temsil ettikleriyle biçimlendiği bir dönemden geçiyoruz. Bu çizme/temsil sürecinde hissiyat gitgide daha fazla belirginleşiyor. Duygular, tektipleştirilerek modern olanın olumsuzluklarıyla özdeşleştirilen akılla bağlantısı es geçilerek, insan yaşamında ve ilişkilerinde merkeze oturtulurken, yaşamsal pratiklerimiz aklı dışlayan sevgiler, aklı dışlayan vicdanlar, aklı yok sayan öfkeler, aklı hiçleyen empatiler üzerinden kuruluyor. Nihayetinde, temsilin yücelttiği birey, gitgide daha fazla şahsa dönüşüyor; duyguların coşkulandırıcı işleviyle bir arada değil, birbirimizle karşı karşıya, ama aklın soğukluğunu alt etmenin getirdiği rahatlamayla yaşıyoruz. Duyguların coşkusunu kontrol artık, inanca havale ediliyor.Hal böyle olduğunda, bireyci anlam dünyasının hâkim olduğu ve ancak şahsiyetçi düzenlemeler ve ilişkilenmelerle işletilebildiği, aklın—ve dolayısıyla soyutlamanın—geri plana itildiği ve olan biteni anlamlandırmada gitgide psikolojizmin belirleyici olduğu ve yine dolayısıyla her şeyin şahsın iç dünyasında başlatılıp bitirildiği, böylelikle gitgide daha fazla içe çekilen, içe kapanan teker teker insanlardan mürekkep bir toplu siyasal dünyaya mahkûm oluyoruz.

Öte yandan, kriz anları aynı zamanda eskinin söndüğü, yeninin henüz ortaya çıkmadığı (ii) anlarsa bahis konusu olan tüm nafilelik, psikolojizm, şahsiyetleştirme, sahicileştirme vasıtasıyla gerçeğin/gerçekliğin yerle bir edilmesinin karşısında, yapıcılığı, etkinliği, bireyin içsel dünyasına tıkılmaya çalışılan biraradalık yerine, bir aradalık vasıtasıyla olmayı, kişisel olanın toplumsaldan kopuk olmasının imkânsızlığının farkında olarak, çokluk içinde sorumluluğun geri çağrılmasını içeren ve dolayısıyla gerçeği tek bir üst anlatıyla sınırlandırmanın önüne kaçınılmaz olarak gerçeğin reddiyle karşı durmak gerekmediğinden hareketle krizi daha iyi bir dünya tahayyülü lehine manipüle edebilecek örgütlenme ihtimallerini de içerisinde barındırdığı söylenebilir. Öyleyse, “güneş her gün yeni” olmaya devam edecek ve belki de aklın, düşünümün tereddütlü çizgilerinden kurulan bir yaşama/eyleme halinin illâ duyguları dışlaması gerekmediği, insanın psişesinin psikolojiyle sınırlı bir tanımlamaya mahkûm edilmesi gerekmediğini söyleyen bir siyasal dille tanışılabilecek.

---------------------------------------

(i)ZygmuntBauman, InSearch of Politics(Cambridge: PolityPress, 1999), s. 143-144.
(ii)Quantin Ohare ve Geoffrey Nowell Smith (der. ve çev.), Selections from the Prison Notebooks of Antonio Gramsci (Londra: ElecBook, 1999), s. 556.

Bu haber toplam 1750 defa okunmuştur
Gaile 328. Sayısı

Gaile 328. Sayısı