1. HABERLER

  2. RÖPORTAJ

  3. “Kitap okuyucuya geçiyorsa samimidir”
“Kitap okuyucuya geçiyorsa samimidir”

“Kitap okuyucuya geçiyorsa samimidir”

Tüm kitaplarını okuduğum yazarlardan Gürkan Uluçhan.

A+A-

Tüm kitaplarını okuduğum yazarlardan Gürkan Uluçhan. Bu nedenle her kitapla daha bir piştiğini, dilinin zenginleştiğini, olay örgülerinin derinleştiğini söyleyebilirim. Yeni kitaplarında gotik edebiyat denemeleri yapan Uluçhan, bu alanda eserler veren ilk Kıbrıslı yazar olmaya hazırlanıyor. Mary Shelley’nin Frankenstein, Emily Brontë Uğultulu Tepeler’i, , Bram Stoker’in Dracula’sı gotik edebiyatın en iyi örnekleri olarak hatırlatılabilir. Türkiye’de bile bu alanda eserler veren yazar olduğunu tam olarak söyleyemeyiz. Son yayımlanan Bit Pazarı romanı ile aşk acısıyla başetmeye çalışan bir birey ve onun etrafındaki karakterlerin iç dünyalarına yolculuk yapıyoruz. Psikolojik tarzdaki bu romanı her okuyanın kendinden bir şeyler bulacağına dair kuşku duymuyorum. Büyük bir keyif, beklenmedik süpriz bir sonla romanı tamamlıyorum. Bu hafta kendini sürekli yenileyen, kendine meydan okuyan tavrı ile kitaplarını daima okutmayı başaran Gürkan Uluçhan ile söyleştik.

 

“Filiz Naldöven sayesinde bugünlere kadar geldim”

Son olarak yedinci kitabı Bit Pazarı ile okurlarıyla buluşan Gürkan Uluçhan, öncelikle yazmaya dair tutukusunu bizimle paylaşıyor.

“On dört yaşımdan bu yana yazıyorum. Önceleri sadece polisiye ve korku türünde romanlar okuyordum. Stephen King, Agatha Christie gibi yazlarların etkisiyle ‘Ben de bir şeyler yaratabilir miyim?’ diyerek denemelere başladım. Yazanlar, üretenler bilir, çoğu zaman genelde üretmek özelde yazmak dürtüsel bir şeydir. Üniversiteden mezun olup Kıbrıs’a döndüğüm zaman “yazmayı çok seviyorum, bu konuda profesyonel bir şeyler yapmalıyım.” diyerek şair Filiz Naldöven’in şiir atölyesine katıldım. Yaklaşık olarak iki yıl boyunca birlikte uzun saatler çalıştık. Kendisi, atölyeye ilk katıldığımda kitap çıkarmam için erken olduğunu söylemişti. İki yıl kadar sonra bir akşam birlikte çalşırken aniden  çok yetenekli olduğumu, kitap çıkarmam gerektiğini söyledi. Beni çok yüreklendirdi, bu günlere kadar geldim.”

 

Yıllar içinde farklı türlerde kitaplar yazan Uluçhan’nın en çok romanlarını seviyorum. Roman türüne kendini yakın hissederken en çok polisiye ve korku türünde yazmaktan keyif aldığını söylüyor.    

“İlk kitabım ‘Cin Seli’, bir şiir kitabıydı. Onu Ahna takip etti. Bu eser, kısa roman, novella tarzındaydı. Zamanın Aşkı öykü kitabım bunları takip etti. Sonrasında polisiye romanım Keçiboynuzu çıktı.  Daha sonra ergenler için ‘Korkunç Üçlü’ romanımı yazdım. Yine Medusa isimli şiir kitabım çıktı. Arada senaryo denemeleri yaptım. Aslında edebiyat benim için kendime meydan okuma. Ben romancıyım deyip farklı türlere uzak kalmayı sevmedim. Her türe birazcık göz kırpmak hoşuma gitti. Farklı türleri de denemeye devam edeceğim.”

brc-8631.jpg

“Romana başlamak beni her zaman korkutur”

Kıbrıs Türk edebiyatında roman türü yeterince yer bulamıyor oluşu, hepimizin bildiği bir gerçeklik. Bunun neden olableceğini de konuşuyoruz.   

“Roman türü bana göre, şiire ve öyküye kıyasla daha çok zaman ve emek isteyen bir tür. Kendimden hareketle diyebilirim ki, bir romana başlamak her zaman beni korkutur; çünkü mesleğim sorulduğunda, kendimi bir yazar olarak görsem de yaşamak için çalışmak zorundayım, adadaki hatta dünyadaki yazarların büyük çoğunluğu öyle. Çok popüler olan az sayıdaki yazarların dışında, yazmak size yaşamınızı idame ettirecek parayı getirmekten çok uzak. Haliyle bir edebiyatçının başka başka alanlarda deyim yerindeyse ‘ekmek parası’ peşinde koşarken bir roman yazması çok zor. İki gün eve kapanıp bir öykü yazmak mümkündür; ancak romanın doğası gereği kurgu, atmosfer ve karakter oluşumu uzun süre boyunca yazdığınız metine tam anlamıyla bağlı kalmanızı gerektirir. Diğer yazarlarda da aynı mı bilmem ama benim daha az roman yazmamın tek sebebi ekonomik kaygılardır.”     

 

“Günümüzdeki ilişkilere de ışık tutan bir roman”

Son kitap roman tarzında… İçerik olarak derinliğe sahip. Ana karakter etrafında pek çok karakteri de içinde barındırıyor. Aşk acısıyla başetmeye çalışan bir kişinin (cinsiyetsiz kurguladığımı söyleyebilirim) hikayesini okuyorum.   

“Eğer bir kitap okuyucuya geçiyorsa samimidir. Yazarın, kalbinden, deneyimlerinden, acılarından kısacası kendinden doğmayan bir  kitap, samimi degildir. Bit Pazarı romanımda bire bir yaşadıklarımı yazmadım, yani kitabın türü biyografi veya otobiyografi değildir; ama romanı yaşadıklarımdan yola çıkarak yazdım. Tamamı olmasa bile büyük kısmı gerçek. Elbette isimler ve kurgu değişti ama hareket noktam kendimdir. Günümüzdeki ilişkilere de ışık tutan bir roman yazmak istedim. Ben de günümüz toplumunda yaşayan bireyim. Benim de yaşadığım ilişkiler, duygusal çalkantılar var. Biraz düşünen, hayatla ilgili kaygısı olan, kafa yoran insanların sıkıntıları, bir yanda bireysel diğer yanda evrensel sorunlar... Ancak itiraf etmem gerekir ki, Bit Pazarı’nı yazmak benim için zor oldu. Psikolojik bir aşk romanı olarak nitelendirilebilen bir roman. Ben psikolog değilim. Romanı yazma sürecimde psikolog arkadaşlarıma danışarak ilerledim. Bir rehabilitasyon merkezinde geçiyor bu kitap. Orada farklı psikolojik rahatsızlıkları olan insanlar var. Melankoli hastası, manik depresif, mitomani hastası gibi. Psikolojideki kavramları, kuramları, rahatsızlıkları aylarca araştırdıktan sonra karakterlerimi yarattım. Tüm bunlar beni çok zorladı. Bunun yanında Bit Pazarı, kendimden çıkan, kendime ayna tuttuğum bir roman oldu. İnsanın kendine ayna tutması ciddi iç hesaplaşmalar gerektirir. Takdir edersiniz ki bu da kolay değildir. Bununla birlikte topluma da ayna tuttuğum bir roman oldu. Bazı karakterler de toplumdan gördüğüm karakterlerdi. Yazma süreci çoğunlukla keyifliydi ama açıkçası çok da zor oldu.”

brc-8622.jpg

“İnsanlarla işimiz bittiği zaman sanki eskitilmişler gibi davranıyoruz”

Kitapta eski kavramına dair bir tarif var. “Eski bir sıfattır. Eskimekse bir eylem. Eski bizden bağımsızdır. Çünkü zamanla ilgilidir. Eskiyense duygularımızla. Eskiyen sevgili bir yenilgidir, herkes için. İlelebet sevmeyi becerememektir.”

“Aslında ben eskiyi çok seven bir insanım. Eski dediğimiz nedir? Vintage, nostalji, antikalar, eski eşyalar ve anılar... Hepsi çok güzel şeyler. Bir de ‘eskiyen’ vardır. Eskiyen kelimesine halk arasında yüklediğimiz anlam olumsuzdur.  Eskiyen, değersizleşir sanki. Mesela, ilişkimizle ilgili olumsuz bir ifade olarak ‘ilişki eskidi’ deriz. Oysa anılarımız eskidir, anılar ne denli kötü olursa olsun cöpe atmaya kıyamaz. Anılar eskidir ama eskiyen veya eskitilmiş değildir. Günümüzde, biten ilişkilere ‘eski arakadaşım’, ‘eski sevgilim’ diyerek sahip çıkmak yerine, onları eskiyen, hatta bir üst modeli bulunan bir eşya olarak görüyoruz . İnsanlarla şu veya bu şekilde işimiz bittiği zaman, sanki eskitilmişler gibi davranıyoruz. Değersizleştiriyoruz ve en kötüsü de o değersizlik duygusunu karşımızdaki insana geçiriyoruz. Al sana nur topu gibi, yıllarca psikoloğlarla çözmeye çalışacağın bir travma... Bir Pazarında bu kavramların üzerine gitmeye çalıştım.

Şu an Gotik edebiyat üzerinde çalışıyorum. Bu türde araştırmalar yaparken fark ettim ki, eskiden bu kadar ‘tüketmeye’ yönelik bir toplum değildik. Bence teknolojinin ilerlemesiyle birçok değerlerimizi değiştirdik. Eski ile eskitilen arasındaki fark da bu. Eski dostumuz, sevgilimiz olsun bunlar iyisi ve kötüsüyle güzel değerlerdir.”

brc-8670.jpg

“Yazmakta samimiyet ve süreklilik çok önemli”

Son zamanlarda yazarlarımız kitaplarını Türkiye’de yayımlamaya başladı. Böyle bir eğilim söz konusu. Bunun nedenini Gürkan Uluçhan anlatıyor. 

“Önceleri tüm kitaplarımı Kıbrıs’ta çıkarmayı düşünüyordum. Ancak bir yazar olarak benim en öncelikli amacım ulaşabileceğim kadar fazla okura ulaşmaktır. Şu anda Kıbrıs’ta istediğim noktaya geldim. Burada bir sonraki kitabımı bekleyen bir okur kitlem vardır, ki onlara bu mecrada da teşekkürü borç bilirim. 2020’li yıllarda daha çok okura ulaşmak adına kitaplarımı Türkiye’de yayımlamaya başladım. Ben kendini geliştirmeye çalışan yazarım, dolayısı ile ne kadar çok okura ulaşırsam benim için o kadar iyi. Türkiye’de kitap çıkarmak hakikaten çok zor. Hedefim zoru başarmak. Canımı dişime taktım. Çok uğraştım. Açıkçası son iki kitapta Türkiye’deki ilgiden memnunum.  Yirmi beş yıldır yazıyorum. Fark ettim ki samimiyet ve süreklilik çok önemli. Bir yazar başyapıt bile çıkarsa devamını getirmezse tanınması, okunması çok zor. Süreklilik dediğimiz şey bu. Polisiye romanım Keçiboynuzu Türkiye’de çıkardığım ilk kitaptı. Şimdi Özbekçe’ye çevriliyor. Bu da yayınevimin başarısı. Bit Pazarı romanımda cinsel öğeler, uyuşturucu gibi detaylar var. Tabii birilerini teşvik etmek için yazmadım bunları, ancak hayatın gerçekleri bunlardı ve yazdığım romandaki kurgu ve samimiyet bunların yazılmasını zorunlu kılıyordu. Türkiye’nin muhafazakar kesimi nasıl bakacak bunlara darken, kitap çok beğenildi. Olumlu eleştiriler aldım. Bu durum beni hem şaşırttı hem sevindirdi. ”

 

“Kıbrıs Türk edebiyatındaki ilk korku romanı”

Sohbetimizi yeni projeler, planlar ve kitaplarla tamamlıyoruz. Yenilikler yazarlar kadar, okurlar için de heyecanlı süreçler oluyor.

“ Yeni yılda Cadı Neşteri ve Gotik Korku Öyküleri isimli kitaplarım okuyucuyla buluşacak. Kitaplar şu an Türkiye’de yayınevi arayışında. Cadı Neşteri, nostaljik bir korku romanıdır. 1985/1986 yıllarında Lefkoşa Türk Lisesi öğrencisi olan bir grup gencin etrafında gelişen dehşet dolu olayları anlatıyor. Kıbrıs Türk edebiyatındaki ilk korku romanı olacağını söyleyebilirim Gotik Korku Öyküleri ise yedi tane korku öyküsünden oluşan bir kitabıdır. Bu da Kıbrıs Türk edebiyatındaki ilk Gotik Edebiyat örneğidir.”

Bu haber toplam 844 defa okunmuştur