KIYAMET
Mevlana ne güzel, ne anlamlı söylemiş asırlar önce. Nefsini; kendini tanımayan insan başkalarını hiç tanıyamaz. Tanısa bile istediği gibi tanır; istediği anlamı yükler.
“Ey kendisinde kaybolmuş kişi!.
Bilmezsin bedenin sana mezar olmuş.
Nefsini tanımadıkça nefsin seni gömer olmuş”
Mevlana ne güzel, ne anlamlı söylemiş asırlar önce. Nefsini; kendini tanımayan insan başkalarını hiç tanıyamaz. Tanısa bile istediği gibi tanır; istediği anlamı yükler. Esasen kendini,özünü tanımadan başkasını tanımaya çalışmak veya tanıdığını sanmak insanın kendi özüne ihanet gibi bir şey… Özün isyan halindeyken başka şeylerle uğraşmak ona ihanet değil de nedir?
Yaratılış!.. Kendi yaratılışın!.. Dünyanın, kâinatın yaratılışı büyük bir sır… Bu konuda araştırmacılar, bilim adamları, din adamları ne kadar araştırma yapsalar da neticede somut bir bilgi veremiyorlar. Bir yerde onların hayal gücü ile sınırlı kalıyor verdikleri bilgi. Oysa insanoğlunun gerçekten inanmaya ihtiyacı var.
Son yıllarda bu konulara yönelik sayısız kitap çıktı. Aslında bu da çok ilginç… Kainat, dünya,yaratılış, öteki dünyayı merak!.. Oysa yaşayıp gidiyorduk biz kendi halimizde pek de ilgilendiğimiz yoktu bunlarla. İşimiz gücümüz yoktu da nasıl yaratıldıklarla mı uğraşacaktık? Dünyevi meseleleri hallettik de öteki dünyanın sırrına ermeye mi çalışacaktık?
2012 de kıyamet kopacak diyorlar. Belki de bu meraklı araştırmalar bundan. Kıyamete çeyrek kala(!) kainatın büyük sırrını çözmeye ve öteki tarafla ilgili bilgilenmeye ihtiyaç duyuyorlar. İnsanız ya; ümitsiz yaşayamıyoruz işte. Ölümsüzlüğe inanmaya çalışıyoruz. Ebediyen yok olma fikrine tahammül edemiyoruz.Keşke gidenler bize bir haber uçursalardı da bu kadar zahmete girmeseydik.Ama onlar da vefasız.Gidiyorlar ve bizi defterden siliyorlar.Çıt yok!.. Oysa ne kadar iyiydi aramız gitmeden önce. En yakın arkadaşım gitti, günlerce, aylarca yasını tuttum. Bana bir kısa mesajcık bile çekmedi gittikten sonra.Denir ya “sadakatla başlayan her şey ihanetle biter” diye!. Çok doğruymuş!. Şaka bir yana da kıyamet gerçekten bu kadar yakında mı? İnsanoğlu dünyayı yıkılacak, yok olacak hale sokmayı da becerdi mi sonunda? Buna bindiği dalı kesmek denmez de ne denir?
Doğduğumuz günden beri dünyadaki her şeyi sömürüyoruz. Hep menfaat peşindeyiz. Doymuyoruz onun bize verdikleriyle hep daha fazlasını istiyoruz. Özümüz değil, zaaflarımız ve bedenimiz ilgilendiriyor bizi.Tükettikçe tüketiyoruz. İşte bu yüzden bazen inanasım geliyor kıyametin kopacağına. Geçen gün Mesarya’yı basan sel de sanki bir uyarı, doğanın isyanı gibiydi. Geçmiş yıllarda a ayni şeyler oldu ama nedense yetkililer hep yumurtanın kapıya gelmesini bekliyorlar. Bir felaket olacak ki tedbir almaya çalışsınlar. O zaman da geçmiş ola oluyor tabii. İnsanlar perişan olduktan sonra ne kıymeti var k!..Bunun nedenleri defalarca yazıldı,söylendi.Bu yüzden ayni şeyleri tekrarlamanın da bir anlamı yok.Memleketin gerçeklerini çocuklar bile biliyor artık. Bu mu duyarlılık ve görev anlayışı? Gönül arzu eder ki geç de olsa bundan sonra yanlışlar görülsün, ayni hatalara düşülmesin ve tedbirler alınsın ama yılların deneyiminden sonra ben buna inanmakta zorlanıyorum. Başımıza bir şey geldiği zaman yaygara koparsak da bir zaman sonra unutup susuyoruz. Ta ki yenisi gelene kadar. Ne yazık ki tevekküle alışmış bir toplumuz ve bunun sonuçlarına katlanmak da kaçınılmazımız oluyor her zaman.
“Kıyamet” nedir ki? Neden bu kadar ürkütüyor bizi bu kelime? Neden tüylerimiz diken diken oluyor dehşet duygusundan? Korkudan yaprak gibi titriyoruz adeta. Oysa bırakalım bu kötü düşünceleri. Geldiği gün görürüz ne melen bir şey olduğunu. Esasen biz kıyameti eninde sonunda yaşayacağız. Kıyamet yok olmak demekse eğer, her canlının ölümü onun kıyameti değil midir? Dünyanın kıyameti de öyle bir şey işte. Dünya ile birlikte üstündeki her şeyin yok olması. Filmciler, senaristler bol bol para kazandılar kıyamet filmleri yaparak. Daha da çok korku saldılar dünyadan çok rant sağlayanlara. Onlar sonsuza dek yaşayacaklarını umuyorlar çünkü. Belki de orada da sömürüyü, saltanatı devam ettirmenin yollarını bulmak içindir bu merakları.
Bazı düşünürlere göre de kıyamet yeniden dünyaya gelmek demekmiş. Ama şimdiki insandan çok farklı, arınmış, dünyevi ihtiraslardan uzak, tıpkı dünyanın ilk yaratılışında, Mu ve Atlantis’te yaşayan insanlar gibi. Muhakkak ki çoğumuz duymuşuzdur, okumuşuzdur dünyanın bu ilk yaratıldığı söylenen ama gerçekliği ispat edilemeyen kara parçalarını. Ben yine de bu kara parçaları hakkında edindiğim bilgileri paylaşmak istiyorum. Tabii ki bunların gerçekliği meçhul…
“Bazı bilim adamları son buzul döneminde önceki uzak çağda yeyüzünde sonraki kuşakları bir hayli etkileyen tek bir kavmin yaşadığı kanısında. Efsaneye göre Atlantis kıtası bir zamanlar Pasifik Okyanusu boyunca uzanan ve Mu adı verilen daha büyük bir kara kütlesinin parçasıydı.
Diğer taraftan Atlantis’in şu an Antarktika’da olduğunu düşünenler de yok değil. Bazı kayıtlara göre Kuzey Avrupa ve Gröndland’ın belli kesimleri, ılıman bir iklime sahipti. Içinde bulunduğumuz yy’da, binlerce yıl öncesine dayanan ve bir kısmında Antarktika’nın buzlardan arınmış olarak gösterildiği çizimlerden kopya edilmiş haritalar da bulunuyor. Eğer kutupların konumu sapmaya uğramışsa, bugün buzlarla kaplı yerler ılıman bir iklime sahip iken, sözü çok edilen ‘buzul çağları’ günümüzün ılıman bölgelerini etkilemiş olabilir. Bu varsayım Atlantis’in konumu hususunda yepyeni bir araştırma konusu.
Atlantis kıtasının en canlı aktarıldığı yer, Platon’un eski Mısırlıların Atlantis miraslarına ilişkin inançlarını da kapsayan ‘Critias’ ve ‘Timaeus’ diyalogları. Platon’un, ‘Timaeus’ adlı diyalog kitabında piramitlerin kaynağı olduğu öne sürülen efsanevi Atlantis kıtasıyla ilgili verdiği bilgiler Atlantis konusuyla ilgilenenlerin çıkış noktaları olmaya devam ediyor :
Bugün Herkül sütunları diye adlandırılan yerin ötesinde bir zamanlar büyük Poseidon denilen büyük bir kıta vardı. Bu kıta Asya ile Libya’nın toplamından dahi büyüktü. Genişliği üç bin mil, uzunluğu iki bin mil idi. Bu kıtadan başka adalara geçiliyor, bu adalardan da gerçekte bu adla adlandırılan denizi çevreleyen kara parçasına geçilebiliyordu.’
Platon’un ‘Critias’ söylevine göre Atlantis bir Tsunami dalgası yüzünden okyanus sularının altında kalmış ve yok olmuştu. Platon’un anlatımına göre Atlantis’te yüksek ve görkemli dağlar, göller, nehirler, yemyeşil ovalar, zengin ormanlar vardı. Madenler boldu ve ‘orichaic’ denen ateş gibi parlayan bir madenden söz ediliyordu.
Atlantis konusunda sayısız makalesi bulunan Okültist White Eagle şöyle söylüyor:
Atlantislilerin inşa ettikleri muazzam binalardan günümüze kalan birkaç örnek vardır. Mısır’ın büyük piramitleri ile Ingiltere’deki Sthonage, Atlantis mimarisinin örnekleridir. Ayrıca, diğer ülkelerde de bugün çözülemeyen arkeolojik sırların çoğu Atlantis’e dayanır. Atlantisliler maddenin yapısını anladıkları için, madeyi dezentegre edip tekrar maddi form haline getirebiliyorlardı. Bu binaların inşasında kullanılmış olan devasa taş bloklar, önce demateryalize ediliyor, arzu edilen noktaya götürülüyor ve sonra tekrar metaryalize ediliyordu. Bu dünyanın maddesi, güneş enerjisi tarafından tutulur. Maddenin bir arada tutuluş şeklini keşfettiğiniz takdirde, artık maddeyi dezentegre edebilir ve arzu ettiğiniz şekilde onu yeniden elde edebilirsiniz.”
Efsaneye göre ilk insan asırlar önce bu kıtalarda türemiş. Ve yine efsaneye göre bu insanlar zamanımızda bile hala ulaşılamamış kültür seviyesine ve teknolojiye sahiplermiş.
Aralarında hiç geçimsizlik yokmuş.Gül gibi yaşayıp gidiyorlarmış!.Tıpkı çocukken dinlediğimiz tatlı ve huzur verici masallardaki gibi..Bu nedenden olsa gerek ki o zamana “Altın çağ” denmiş.Sonradan onlar da ihtiraslarına yenilmişler,kötülükler başlamış;Tanrı da onları cezalandırmış, “ tufan” olmuş ve bu kara parçaları suların altında kalmış.Son zamanlarda okyanuslarda bu kıtaların gerçekten var olup olmadığı konusunda araştırmalar yoğunlaşmış ve sayısız kitap yazılmıştır. Kimbilir; belki de gerçekten bu insanlar asırlar önce dünyamızda yaşamışlardı.Gerçek da olsa,masal da olsa güzel !..Deniliyor ki Atlantis ve Mu’da yaşamış olan o güzel insanlar gibiler yaşayacakmış kıyametten sonra dünyada ve yeniden bir “Altın çağ” başlayacakmış.Eğer öyleyse şu kıyamet bir an önce kopsa da herkes hak ettiğini bulsa ya!..