Kızılyürek: "Top Garantörlerin sahasında"
Akademisyen, Yazar Prof. Dr. Niyazi Kızılyürek, Garanti Anlaşması’nın bir güvenlik anlaşması olmadığının, anayasal düzeni, toprak bütünlüğü ve bağımsızlığını korumaya dönük bir anlaşma olduğunun altını çizdi.
Ödül AŞIK ÜLKER
Akademisyen, Yazar Prof. Dr. Niyazi Kızılyürek, Garanti Anlaşması’nın bir güvenlik anlaşması olmadığının, anayasal düzeni, toprak bütünlüğü ve bağımsızlığını korumaya dönük bir anlaşma olduğunun altını çizdi.
Garanti Anlaşması’nın zaman içinde tüm taraflarca çiğnendiğini söyleyen prof. Dr. Kızılyürek, güvenliğin iç mesele olduğunu ve güvenliği sağlamanın federal devletin asli görevi olması gerektiğini vurguladı.
Prof. Dr. Kızılyürek, Cenevre’nin özünü oluşturacak müzakerenin garantiler ve güvenlik olduğunu ve dolayısıyla ağırlıkla garantörlere söz düştüğünü kaydetti.
“Top garantörlerin sahasında”
Soru: Sizin Cenevre’den beklentiniz nedir? Sizce Cenevre bir son mu yoksa başlangıç mı?
Prof. Dr. Kızılyürek: İnsan, Cenevre’nin Kıbrıs sorunun çözümü açısından bir son olmasını elbette temenni eder. Kıbrıs sorununun bitmesi için epeyi bir ön hazırlık yapıldı ve Cenevre’ye öyle gidiliyor. İki Kıbrıslı lider Cenevre öncesi yaptıkları epeyi zamana yayılan müzakere sürecinde bugüne kadar hiç elde edilmemiş yakınlıklar elde etti. Cenevre’ye giderken özellikle garantiler ve güvenlik başlığının kapatılması ve o başlıklara endekslenmiş bazı açık bırakılan konuların kapatılması gündemde. Bu açık bırakılan konular güvenlik ve garantiler görüşmelerine endekslenmiş yoksa o sorunlar aşılamayacağından değil. Daha açık söylemek gerekiyorsa, mesela Kıbrıslı Rumların elinde dönüşümlü başkanlık gibi bir koz var, o kapanmamış bir başlık gibi görünüyor ama o garantiler ve güvenlikle ilgili alışverişin parçası olduğu için açık duruyor. Türk tarafının toprak konusundaki tavrı da benzer şekilde değerlendirilebilir. Yani herkesin üç aşağı, beş yukarı nasıl biteceğini bildiği şeylerdir bunlar… Ama süreç güvenlik ve garantilere endekslendi. Dolayısıyla ağırlıkla garantörlere söz düştüğünü söyleyebiliriz. Yani bir anlamda top garantörlerin sahasında. Burada Türk hükümetiyle, Yunan hükümetinin tavırları son derece önemli olacaktır. Cenevre’nin bir başlangıç mı, bir son mu olacağı büyük oranda buna bağlı olacaktır ve şu ana kadar alınan mesajlar, verilen mesajlara bakıldığı zaman çok net bir tabloyla karşı karşıya değiliz.
Hem Ankara, hem Atina’da popülist eğilimlerin çok güçlü olduğu bir dönemden geçiyoruz. Aynı zamanda iki ülke de iç kamuoyunda farklı farklı önemli sorunlarla uğraşıyor. Populizm hiçbir zaman Kıbrıs sorununu çözmeye elverişli bir duruş olmamıştır. Biraz endişem vardır, popülist politikalara hem Ankara, hem de Atina’da fazla eğilim olduğunu düşünüyorum.
Yunanistan ve Türkiye ilk defa resmen aynı masada oturup garantiler meselesini konuşacak. Dolayısıyla sürecin tam olarak nereye gideceğini kestiremeyiz.
Bence bu istişare biraz zamana yayılır, tekrar tekrar konuşulur.
“Net olmayan bir tabloyla karşı karşıyayız”
Soru: BM Genel Sekreteri’nin Özel Danışmanı Eide’nin Rum Dışişleri Bakanı Koçias ile yaptığı görüşme sonrasında “müzakerelerdeki dikenler güvenlik ve garanti konularıyla ilgili, sanırım iki lider başbaşa bırakılsaydı sorun çözülecekti” diye bir açıklaması da var...
Prof. Dr. Kızılyürek: Garanti anlaşması, doğası gereği, Kıbrıslı liderleri aşan bir anlaşmadır. Dolayısıyla burada aktör Türkiye, Yunanistan ve Büyük Britanya’dır. Yani bu liderlerle bitecek bir iş değil. Liderler bu anlaşmaların Kıbrıs bacağını oluşturuyorlar. Garanti anlaşmasının bir özelliği de tarafların oydaşmadıkları sürece değişememesidir. Bu anlaşmayı değiştirmek için bütün tarafların onayı gerekiyor. Dolayısıyla nereden bakarsanız bakınız, bu süreci Türkiye ve Yunanistan isterse tıkar, isterse önünü açar.
Yunanistan ve Türkiye’nin bu aşamada Kıbrıs sorununu çözmek için çok rasyonel bir takım çıkarları ve gerekçeleri vardır. Her iki ülkenin de buna ihtiyacı vardır. Dolayısıyla bir bakıma ülkelerin rasyonel çıkarlarıyla, siyasi elitlerin popülizmi arasında bir denge olacak mı meselesidir bu.
--------------------
“Garanti Anlaşması’nı çiğnemeyen
tek bir taraf yoktur”
Soru: Eide “dış güçlerin çıkarlarını değil, Kıbrıslıların ihtiyaçlarını karşılayacak bir güvenlik ve garantiler formülü bulunması gerektiğini” söylemişti. Mevcut ortamda bu ne kadar mümkündür?
Prof. Dr. Kızılyürek: Garanti Anlaşması bu ülkede çok önemli kafa karışıklığına yol açtı ve bu konu yanlış mecralarda konuşuluyor. Garanti Anlaşması’nı güvenlik olgusuyla içiçe düşünüyoruz ki bunlar iki ayrı dünyadır, iki ayrı şeydir. Garanti Anlaşması bir güvenlik anlaşması değildir. Garanti Anlaşması 1960 yılında, 4 tarafın, Kıbrıs Cumhuriyeti ve üç garantörün imzaladığı, bu ülkedeki anayasal düzeni, toprak bütünlüğü ve bağımsızlığını korumaya dönük bir anlaşmadır. Taraflar bu anlaşma ile “biz bu cumhuriyetin bağımsızlığını, toprak bütünlüğünü, anayasal düzeni koruyacağız” diye bir yükümlülük yüklenmişlerdir. Yani bir hak değil, bir yükümlülük vardır. Oysa zaman içinde de bu anlaşmayı başta Kıbrıs Cumhuriyeti olmak üzere, bütün taraflar tek tek çiğnemişlerdir. Garanti Anlaşması’nı çiğnemeyen tek bir taraf yoktur. Garanti Anlaşması’nın asıl hedeflediği şey bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti devletinin yaşamını sürdürebilmesi, ENOSİS ve TAKSİM tehdidinden cumhuriyetin korunmasıydı. Olaya böyle baktığımız zaman, Garanti Anlaşması’nı başka türlü konuşmalıyız, yurttaşların güvenlik ihtiyaçlarını başka bir şekilde konuşmalıyız.
“Güvenliği sağlamak federal devletin asli görevi olmalı”
Soru: Güvenlik ve garantiler bir başlık altında olmamalı mıydı?
Prof. Dr. Kızılyürek: Bence o başlık doğru bir başlık olmamıştır, bunlar ayrı başlıklar olmalıydı. Güvenlik bir iç meseledir. Yani Federal Kıbrıs Cumhuriyeti’nde yurttaşların güvenliğini nasıl temin edersiniz? Bir kere devlet dediğimiz olgu Thomas Hobbes’tan beri bir yurttaşın bir merkeze egemenliğini teslim etmesidir. Bireysel self determinasyon hakkınızı devlete teslim ediyorsunuz. Devlet de karşılığında sizin yaşam hakkınızı sağlama alır, güvenlik oluşturur. Dolayısıyla güvenliği sağlamak federal devletin asli görevi olmalı. Güvenliğin nasıl sağlanacağına baktığınız zaman, liderlerin yaptığı mesaide 1960’dan farklı olarak ortaya çıkan bir tablo vardır. Birincisi bir Oluşturucu Kıbrıs Türk Devleti olacaktır ve Kıbrıslı Türkler tarafından yönetilecektir. Benzer birşey de Kıbrıslı Rumlar için olacaktır. Bunların kolluk kuvveti ve yargı sistemi olacaktır. Bunların hükmünün geçtiği belirlenmiş bir bölge olacaktır. Bu çok önemli. İkincisi merkezi federal devletin emniyet güçlerinin %50-50 olacağı bir ortamda yaşayacağız, oradaki yargı sisteminin kollektif olacağını akılda tutmamız gerekiyor ve federal devletin AB üyesi olduğunu bileceğiz. Dolayısıyla buradan baktığınız zaman herhangi bir yurttaşa dönük federal devletin ayrımcılık yapması ya da bir toplumsal grubun başka bir toplumsal gruba karşı herhangi bir kalkışmaya girişmesi oldukça imkansız birşeydir. Bu, AB içindeki bir devletin yapabileceği birşey değildir.
“Vatandaşın kafasında güvenlik meselesi”
İşin psikolojik ve algı düzeyine gelince, garantiler dediğimiz zaman biz her ne kadar da “güvenlik başka, garantiler başka” desek de, vatandaşın kafasında garantiler güvenlik meselesidir. Çok iyi biliyoruz ki, Türkiye’nin garantörlüğü Kıbrıslı Türklerin büyük çoğunluğu tarafından istenen, söylenen, konuşulan birşeydir. Adalet dağıtımını herkes için istememiz lazım. Korku giderici önlemleri de herkes için istememiz lazım. Federal duruş, ortak biz kavramından yola çıkar, yani tarafların ortak çıkarına bakar. Bir ulus devlet kurmuyorsunuz, dolayısıyla ulusal çıkarlarla yetinemezsiniz. Federal devlet kurarken kendi çıkar ve endişeleriniz kadar, ötekinin çıkarını gözetmek zorundasınız, aksi halde federasyon konuşmanın faydası yoktur.
Garanti Anlaşmaları’nın tarihine baktığımız zaman, 60’lı yıllarda Kıbrıslı Türklerin zor durumda kaldıkları ve hakikaten önemli saldırılarla karşı karşıya kaldıkları zamanlarda garanti anlaşmasının Kıbrıslı Türkleri yeteri kadar koruyamadığını görürsünüz. 1963, 21 Aralık’tan 1967’ye kadar olan o sıcak çatışma döneminde 550’ye yakın Kıbrıslı Türk ölü vardır. Ama o dönemde Türkiye’nin müdahale tehditleri olmuştur ama bir müdahale olamamıştır. Buna karşılık 15 Temmuz 1974 darbesiyle birlikte hiçbir Kıbrıslı Türk’ün katledilmediği darbe günlerinde Türkiye adaya müdahale etmiştir. Bir kere bunu tespit edelim. İkincisi Garanti Anlaşması’nın neden olduğu 4 bine yakın Kıbrıslı Rum ölü ve yerinden edilmiş 160 bin insan vardır. Böyle baktığımız zaman o Garanti Anlaşması’nın olduğu şekliyle Kıbrıslı Türklerin ya da Kıbrıslı Rumların güvenlik endişelerini gideremeyeceği çok açıktır. Bu kadar basit.
“Coğrafi federal devlet”
Kızılyürek şöyle devam etti: Türkiye sadece Kıbrıslı Türklerin endişelerini gidermek üzere değil, aynı zamanda kendiyle, kendinin bölgedeki rolüyle ilgili bir tahayyülü vardır. Dolayısıyla coğrafi federal devletin Türkiye’nin güvenlik ve jeopolitik çıkarlarına hizmet ettiğini anlamak zorundayız. Çünkü adanın güneyinden Kıbrıslı Türklerin de söz sahibi olacağı merkezi bir hükümetten söz ediyoruz. Yani böyle bir devlette ne Yunanistan adanın güneyine yerleşebilir, ne örneğin Rusya’ya üs verilebilir. Çünkü orada Kıbrıslı Türklerin de söz sahibi olduğu bir federal devlet işleyişi vardır. Yani federal devlet sizi hem kendi evinizin efendisi yapıyor, kuzeydeki oluşturucu devleti yönetiyorsunuz, hem de adanın bütününde eşit söz hakkına sahip oluyorsunuz. Sizin iradeniz olmadan hiçbir karar üretilemez. Türkiye’nin güvenlik çıkarlarını giderecek olan formül budur.
Ne olursa olsun Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin jeopolitik üstünlüğü kesindir. Kıbrısla Türkiye arasındaki mesafe savaş teknikleri açısından birkaç dakikadır. Bütün yakın tarihimiz göstermiştir ki, savaş teknikleri açısından, Yunanistan bu adaya çok uzaktır.
Belki İttifak Anlaşması yenilenebilir ve hem Kıbrıslı Türklerin duyduğu endişe, hem Kıbrıslı Rumların endişelerini giderici bir formül, yani Yunanistan ve Türkiye’nin burada özellikle dış tehdide dönük, federal devleti korumak için geçici bir süre bir ittifak anlaşması, işbirliği anlaşması iki toplumu da tatmin edebilir diye düşünüyorum. Yapılacak her anlaşma mutlaka bir süre sonra gözden geçirilmelidir, 60’da yapılan hata yapılmamalıdır.
--------------------
“İki ayrı statüko var”
Soru: Toplumlar bir federasyona ne kadar hazır?
Prof. Dr. Kızılyürek: Kıbrıs tarihine ve statü kavgasına baktığınız zaman, aslında federal bir devletin oluşmasının bu tarihin en doğal sonucu olduğunu görürsünüz. Coğrafyaya baktığınızda da benzer birşey söylüyor. Ekonomi de “federal devlet” diyor ama toplumların mevcut statükolar içindeki konumlarına baktığınız zaman, aynı tabloyla karşı karşıya kalmıyorsunuz. Bu bir hazırlık meselesi değildir, bu başka birşeydir. Bu mevcut statükodan oluşan statü grupları meselesidir. Burada iki ayrı statüko vardır. Biri 1964 statükosudur, ki bu iki toplumlu Kıbrıs Cumhuriyeti devletinin bir toplumun elinde kalması, Kıbrıs Rum toplumunun o devleti yönetmesi ve o statükodan yetişen, yeşeren statü gruplarıdır. Nitekim onların ısrarla federal devlete karşı çıktıklarını görüyorsunuz, “Kıbrıs Cumhuriyeti’ni korumak” diye bir slogan altında yaşıyorlar. Baktığınız zaman istedikleri iki toplumlu Kıbrıs Cumhutiyeti devleti değildir, tek toplumluya dönüşen yani konuştukları 64 devletidir. Bir de 74 statükosu vardır. Bu da Kıbrıslı Türklerin elinde geniş bir coğrafyanın, mülkiyetin ve toprağın kalmasıdır. Bu statükodan fışkıran statü grupları da benzer bir şekilde onu korumaya çalışıyorlar. Dolayısıyla toplumların havada, “hazır mı, değil mi” durumunu bir tarafa koymamız gerekiyor. Böyle birşey yok. Bizim daha ciddi bir sorunumuz vardır, mevcut statükolardan üreyen statü gruplarının federal devlete karşı dirençleri vardır.
Soru: İki tarafta da, henüz ortada bir metin yokken, “hayır” denmesi gerektiğini söyleyen gruplar var...
Prof. Dr. Kızılyürek: Tam da bu anlattığım yere tekabül eden şey bu. Onlar statükodan üreyen statü gruplarıdır. Adları budur. Dolayısıyla burada federal devlete gidişte bir önemli engel teşkil ederler; çünkü federal devlet, siyasi elitlerin işbirliğiyle kurulması gereken ve siyasi elitlerin yakın işbirliğiyle yürümesi gereken bir devlet biçimidir. Maalesef tarihin ve coğrafyanın bizi sürüklediği doğru yer olan federal devlete siyasi yapılarımız bizi sürüklemiyor. Orada bir dirençle karşı karşıyayız. Bir de böyle “şizofrenik” diyebileceğimiz bir durum yaşıyoruz. Tarihin aklı bizi federasyona götürüyor, ideolojinin ve çıkarların aklı bizi onun karşısına itiyor.
Soru: Siyasi parti başkanları da liderlerle birlikte Cenevre’ye gidiyor. Orada olmaları süreci nasıl etkiler?
Prof. Dr. Kızılyürek: Bu, liderlerin orada takınacağı tavra bağlıdır. Orada olacak olan grupların, temsilcilerin ne diyeceklerini zaten biliyoruz. Orada örneğin DİKO Başkanı Nikolas Papadopulos’un Anastasiadis’e ne söyleyeceğini zaten biliyoruz. Benzer biçimde federal devlete karşı çıkan Kıbrıslı Türk milliyetçilerin Akıncı’ya ne söyleyeceklerini biliyoruz. Burada başka bir faktör var ve bu iki taraf arasındaki önemli bir farka işaret ediyor. Birincisi Kıbrıs Türk milliyetçileri ve anti federasyoncuların, onların bağımlılık ilişkisi, “anavatan, şükran kültürü”, çıkarlar üzerinden olayı okuduğumuzda, Türkiye’ye rağmen çözüm karşıtı bir politikayı sonuna kadar götürmeleri kolay değildir. Bunun için Rauf Denktaş olmak gerekir, Rauf Denktaş hergün yetişmez.
Kıbrıs red cephesi ise daha farklı bir arayış içerisinde ve burada asıl tehlikeye işaret etmek istiyorum. Kıbrıs Rum toplumunda federal çözüme “hayır” diyen güçlerin, Atina’dan o yönde beklentileri vardır. Yani Yunan hükümetinin, Yunan Dışişleri Bakanı Koçias’ın güvenlik ve garantiler konuşulurken koyacağı tavırların arkasına saklanmayı umuyorlar. Dolayısıyla orada Anastasiadis’in işi fevkalade zor diye düşünüyorum. Yunan hükümetiyle Anastasiadis’in tam bir görüş birliği olduğundan emin değilim ve işte o araya da red cephesi sızar diye düşünüyorum.
--------------------
‘Cenevre başarısız olur mu?’
Prof. Dr. Kızılyürek: “Taraflar anlaşamayacakları konusunda anlaşmışlardır” gibi bir açıklama ile sürecin bittiği söylenirse en büyük başarısızlık olur, bu bir felaket senaryosudur. Böyle birşey beklemiyoruz. “Taraflar anlaştılar ve Kıbrıs sorunu çözüme doğru gidiyor” diye bir açıklama da beklemiyoruz. Biraz sürece yayılacağını düşünüyorum.
--------------------
“Tarihin sonu yoktur”
Prof. Dr. Kızılyürek: Felaket tellallığını hiç sevmem. Tarihin sonu yoktur. Ama gidilecek köyün minareleri belli! Kıbrıs sorunu önümüzdeki yıllarda çözümsüz kalırsa, siyasi bir varlık olarak, bir etno-kültürel toplum olarak Kıbrıslı Türk toplumun varlığı ciddi oranda tehlikeye girer. Kıbrıslı Türkler ortadan yok olmaz. Ama “Kıbrıs kökenli Türkler” olarak Türk ulusu içinde yer alırlar, egemenlik ve siyaset icra eden bir özne olmaktan çıkarlar.