Kızım
Kızım okula başladı dün.
Dudağının bir kenarında hafif buruk bir çizgi oluştu ya ayrılırken, benim içim ilk gün eziği.
Aylardır, ‘bir an önce okula başlasın da bana da biraz vakit kalsın’ diye sabırsızlanan ben, ‘çıkış saati gelse de kavuşsam’ diye sabırsızlanırken buluyorum kendimi.
Bir an önce gelsin de anlatsın bana okulunu, yarım yamalak cümleleriyle.
‘Annecik’ desin, anlatsın neler yaptığını, hangi oyunları oynadığını...
Küçücük daha, iki buçuk yaşında bile değil henüz.
Ama mutlu...
Omzundaki beslenme çantasıyla, okulun bahçesinde oynarken ayakları ıslanmasın diye giyeceği yeni lastik botlarıyla, mutlu.
Ve heyecanlı da...
Fakat ben O’ndan daha heyecanlıyım galiba.
Öyle ki, bugün bu köşeyi kızıma ayırmaktan daha iyi bir fikir gelmiyor aklıma.
Bundan böyle, kendine ait yeni bir dünyası olacak.
Bizim içinde olmadığımız, sadece O’na ait bir dünya.
Yeni arkadaşları olacak.
Farklı saç, farklı ten renkleri olan, farklı diller konuşan.
Keşke bizim de olsaymış diyorum şimdi, keşke bizler de farklı saç ve farklı ten renkleri olan, farklı diller konuşan arkadaşlarla büyüseymişiz.
Keşke...
***
Öyle bir büyüsün ki istiyorum...
Öyle bir büyüsün ki, insanları sevsin ayırmadan.
Nerede doğduklarına ve nereden geldiklerine bakarak değil...
Nasıl göründüklerine ve ne giydiklerine bakarak değil...
İçlerine bakarak, gözlerine bakarak sevsin.
Vatanını sevsin.
Ama bayrağa, taşa, toprağa tapınmadan.
Vatanseverliği, ‘diğer’ vatanların insanlarını kendinden ayırmak için kalkan yapmadan!
Sonra, öyle bir büyüsün ki istiyorum...
Öyle bir büyüsün ki, vicdanının sesini duysun, bütün seslerden önce.
Kendi sözünün, kendi ediminin, kendi yolunun yargıcı, en önce kendi olsun.
Vicdanının sesine kapandı mı kulağı, bilsin ki terazi hataya ve adaletsizliğe basacaktır kefelerin dengesini.
Ve yüreği, merhamet ve şefkat duygusunun yoksunluğunu tatmasın hiç.
Bu O’nun, en büyük zenginliği olacaktır çünkü.
Sonrası...
Cemal Süreya’nın dediği gibi;
Sonrası, iyilik, güzellik...