KKTC Demokratik bir Cumhuriyet midir?
Yarın 15 Kasım 2023. KKTC’nin ilan edilmesinin ardından tamı tamına 40 yıl geçti. Uzun uzun neden bir türlü uluslararası tanınırlığa erişemediğimizi anlatırdım. Hatta niye federasyon gönüllüsü olduğumu da. Ama gerek yok. Çünkü mevcut gerçeklik herkesin malumu. Peki ya bunu değiştirmek için neler yapılıyor veya yok oluşumuza kimler çanak tutuyor, onları konuşmak gerekiyor. Diğer bir ifade ile “tanınma fantezisi ile yanıp tutuşanlar”, tam bir çelişki içinde. Cumhuriyetin ilelebet yaşayacağı nidalarını atarken, aslında tam tersine hizmet ediyorlar. Nasıl mı?
***
Cumhuriyet, en basit anlamıyla birey ve toplum olarak kendi kaderini kendi ellerine almak, eşitlik, özgürlük ve adalet demek.
Egemenlik herhangi bir kişiye, zümreye, aileye, inanca, cinsiyete veya sınıfa ait değil kayıtsız şartsız cumhurun yani halkındır. Tek adam rejimi padişahlıktır, kulluğu gerekli kılar. Sadece kişiler bazında değil, siyasi iradesini de kendi toprağına dayandıramayan zihniyetler sömürülür ve toplumuna değil sömürgecisine itaat ederler.
Kısacası toplumun iradesini başka bir devlete veya yapıya teslim etmek, cumhuriyet ile bağdaşmaz. Onun adı kulluktur, köleliktir, sömürge olmayı kabul etmektir. Tabi ki gerek geçmişte gerekse bugün demokrasi ile uzaktan yakından alakası olmayan cumhuriyetler vardır. Ama onlar bu yazının konusu değil. Mevzubahis edilen demokratik cumhuriyet olduğu iddia edilen KKTC…
***
İşaret etmeye çalıştığım hususların tamamı göz önünde bulundurulduğunda atanmış cumhurbaşkanı Ersin Tatar başta olmak üzere, UBP – DP – YDP hükümetimsi yönetiminin aslında ne cumhuriyet ne de demokrasi ile alakası var. Tatar’ın şu anda işgal ettiği makama getirilişindeki şaibeler, o dönemde seçime yönelik gerçekleşen müdahaleler dün gibi aklımızda. Çok parlak bir fikir gibi ortaya attığı ve yerleşen uluslararası siyasi kararlara göre gerçekleşemeyecek ‘’iki devletli’’ çözüm önerisinin sahibinin de o olmadığını biliyoruz. Ayrıca gücünü toplumdan almadığı da ortada. Çünkü geçmişte de bugün de, Kıbrıslı Türkler, iki toplumlu iki bölgeli siyasi eşitliğe dayanan federasyondan yana tavır almaktadır. Kendisi demokrasiyi yani toplumun iradesini de dışlayan bir yaklaşıma sahip.
Demokratik değerlerin yoğun şekilde yara aldığı bir diğer husus ise, UBP Kurultayında parti başkanı seçilip, seçimden de galibiyetle çıkan Faiz Sucuoğlu’nun çevrilen entrikalarla oyun dışına itilmesidir. Her ne hikmetse parti içi demokraside en sonda yer alan, partilinin desteklemediği Ünal Üstel başkanlık ve başbakanlık koltuğuna yerleşebildi. Bu sizce ne tür bir demokrasi anlayışına sığar?
***
Devletin temelini oluşturan 1985 Anayasası’nın 1. maddesi şu şekildedir: “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Devleti, demokrasi, sosyal adalet ve hukukun üstünlüğü ilkelerine dayanan laik bir Cumhuriyettir”. Keza anayasanın giriş kısmında; ‘’insan hak ve özgürlüklerini, kişilerin ve toplumun huzur ve refahını korumayı içeren çok partili, sosyal hukuk devletini gerçekleştirmek…’’ hedefine de yer verilir. Ayrıca her biri ciddi şekilde ihlal edilen temel hak ve özgürlükleri de tek tek saymayacağım ama hepimiz biliyoruz ki, ülkemiz çok uzun bir zamandır insan onuruna yaraşır bir yaşam imkânından uzak.
Gelin hep birlikte bazı hususları somutlaştıralım. Eminim sizin listenizde de benim aklıma gelmeyen sorunlar vardır. Ama bunlar bile demokrasiye dayalı bir cumhuriyette yaşayamadığımızı kanıtlar niteliktedir.
- Ülkede yaşayan çok büyük bir kesim açlık sınırının hemen üstünde veya açlık sınırında gelire sahip.
- Ganimet zihniyetinin taşıyıcısı “hükümet” kamu maliyesini kendi malı sanıp har vurup harman savuruyor, çözüm olarak da stratejik kurumların tekelleşmeye varacak şekilde özelleştirilmesini öneriyor.
- Geleceği kuracak çocukların başlarına tavanlar çöküyor, alt yapısı tamamlanmadan başlatılan ucube sistem “tam gün eğitim” diye yutturulmaya çalışılıyor.
- İlaca ve ücretsiz sağlık hizmetine erişim deveye hendek atlatmaktan daha zor bir noktaya doğru gidiyor.
- Mahkemeler iş yükü altında ezilirken, adli yardım sisteminin olmaması yoksulların adalete erişimini imkânsız kılıyor.
- Tarım ve orman arazilerini bile yok etme pahasına toprağımızın devredilmesine çözüm üretilmiyor.
- Hiçbir meşru gerekçeye dayanmadan, keyfi şekilde dağıtılan vatandaşlıklar toplumsal varlığa darbe vuruyor.
- Artan aşırı milliyetçi ve muhafazakâr baskılar sebebiyle din ve inanç özgürlüğü tehlikeye girerken, toplumsal gruplar arasındaki kutuplaşma ve şiddet riski artıyor.
- Artan suç oranlarının yoğunluklu olarak kayıt dışılıkla bağlantılı olduğu gün gibi ortadayken, muhaceret işlemlerindeki süzgeç daraltılmıyor, öğrenci vizeleri ve işverenler tarafından talep edilen ön izinleri ciddiyetle denetlenmiyor.
- Anayasa ve tabi ki hukuk devleti ayaklar altına alınıyor. Böylece idari işlemlerdeki dosya sayısı geçmişten bu yana en üst seviyeye ulaşıyor. Hatta savcılık bile kimi davalarda hükümeti temsil etmeme kararı alıyor vb…
***
Bu liste uzayıp gidebilir ve maalesef çeşitlenebilir. Söylemeyi unuttum. Hani çok sevinerek taşınmaz mal – lüks araba satarak ülkeye para girişini sağlayan ülke vatandaşlarının başında gelen İran, Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD) bünyesindeki Mali Eylem Görev Gücü (FATF)’ne göre, suç gelirlerini aklama sıralamasında kara listede yer alıyor. Uzmanlar, ülkeye girişte zorluk yaşatmayan ve kolay şekilde vatandaşlık veren ülkelerin, kara para aklayıcılar için biçilmiş kaftan olduğunu söylüyor…
Netice itibariyle diyeceğim o ki, 40 yıldır öyle veya böyle bir yol yüründü. Vardığımız durak, içinden çıkmaya çalıştıkça karıştığımız bir kaostan ibaret. Göç ise en acı toplumsal sorun.
Kıbrıslı Türkler olarak 15 Kasım’ı bu gözle okumalı ve geleceğimizi ne yönde şekillendirmek istediğimize karar vermeliyiz. Böyle gitmez. Ya yokluk içinde kaybolacak ya da geçmişimizle yüzleşip, hesap sorup bugünle birlikte yarını hep birlikte var edeceğiz… Hem de demokrasi katillerine inat…