1. YAZARLAR

  2. Yücel Vural

  3. KKTC Seçimleri: Kayıt Dışı Siyasete Devam
Yücel Vural

Yücel Vural

SALAMİS TARTIŞMALARI

KKTC Seçimleri: Kayıt Dışı Siyasete Devam

A+A-

KKTC Milletvekilliği Erken Seçimleri, daha uygun bir dönemde değil, anlamsız bir şekilde zaman kaybederek, Kovid 19 gölgesi altnda ve ülkenin her alanda çözümsüzlüğe yuvarlandığı bir ortamda yapıldı.

Ülkenin yaşadığı en temel sorunlardan kurtulma yolunda fazla umut vaat etmese de, seçim sürecinde ve seçim sonuçlarında ortaya çıkan bazı dikkat çekici olgular ve alınması gereken dersler vardır.

Seçimin en dikkat çekici sonucu CTP’nin 2018 seçimlerinde HP’ye kaptırdığı oyların önemli bir bölümünü geri kazanmasıdır.

‘Sol eğilimli, özgürlükçü ve federasyon yanlısı’ olan önemli bir seçmen kitlesi, HP’nin iç siyasetteki kirlenmeye tepkiyi ifade eden ‘temiz toplum’ söylemi ve Kıbrıs sorununda geleneksel milliyetçi sağın ‘keskin uzlaşmaz’ tutumunu sorgulayan ılımlı söylemlerinin rüzgarına kapılarak 2018 seçimlerinde CTP’den uzaklaşmıştı.

HP’nin, dörtlü koalisyonu kimseye anlatamadığı nedenlerle bozarak ‘eskinin yeniden inşaasına’ katkı yapması bu kesim üzerinde neredeyse soğuk duş etkisi yaratmıştı.  

HP, sadece UBP’ye karşı oluşan bir alternatifi yerle bir etmekle kalmamış, değişim umutlarını da çöpe atmıştı!

Dahası, HP’nin, ‘mahkemeye’ ya da ‘eve’ göndermeyi vaat ettiği UBP ile koalisyon kurması ve Kıbrıs sorununda geleneksel milliyetçi sağdan farklı olmayan bir tutumu aktif olarak izlemeye başlaması bardağı taşırmıştı.

 

İki yıl sonra yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ‘sol eğilimli, özgürlükçü ve federasyon yanlısı’ seçmenler HP adayından desteğini çekti.

Bu kesim, 23 Ocak 2023’te yapılan seçimlerde ise, geleneksel milliyetçi sağın  Erdoğan’ın peşine takılarak atıldığı ‘iki devletli çözüm’ macerasına karşı çıkan CTP’ye yöneldi.

Bu anlamda CTP’nin bu seçimlerde en başarılı parti olduğu yadsınamaz.

Ama bu seçim sonuçları CTP’yi mecliste daha güçlü kılmasına rağmen, kalıcı bölünme için meceraya atılanlara karşı da yalnızlaştırdı.

CTP artık meclisin tüm çalışmalarında bu milliyetçi-sağ eksene karşı tek başına durmak zorundadır.

Bunun nedeni ise TDP’nin seçimlerde aldığı sonuçtur.

 

TDP’nin aldığı bu sonucun, boykotçuların yarattığı ters dalga dışında, bir yanda örgütsel zaaflarla öte yandan da seçim stratejisiyle alakalı olduğu söylenebilir.

TDP öteden beri muhalefet içinde yer aldığı dönemlerde, hükümet edenlere yönelik hoşnutsuzluğun zirve yaptığı durumlarda bile oylarını yeterli derecede çoğaltamadı.

Hatta, bu seçimde de görüldüğü gibi, kendine bir önceki seçimde verilen desteğin yarısını kaybetti.

Yapılan anketlerde, TDP’nin bir baraj sorunu yaşayabileceği uyarısının yer aldığını, bu parti yöneticilerinin anlamadıkları anlaşılıyor.

Aslında TDP, kuruluşundan beri bu baraj altında kalma riskiyle karşı karşıyaydı.

O nedenle TDP’nin kendi dışında kalan sol eğilimli/federasyon yanlısı gruplarla, en azından asgari düzeyde bir işbirliği anlayışıyla hareket ederek, bir seçim ittifakı oluşturması gerekliydi.

Bu gerekliliğin anlaşılamamasının ardındaki gerçek, TDP’nin bir ‘siyasal parti’den çok siyasi bir ‘dernek’ gibi hareket etmesidir.

 

Erken seçimler, ayni zamanda, KKTC siyasetinde yer edinmiş ‘patron-müşteri’ ilişkisinin ne kadar yaygın olduğunu yeniden gözler önüne sermiştir.

Toplumsal hayatın hemen hemen tüm alanlarında kriz içinde bulunan bir toplumda, çoğu dönemde hükümet içinde yer alan, bu sorunların devam edip derinleşmesinde en büyük sorumluluğa sahip olan UBP, yine en büyük parti olmuş!

Hem de oy oranını artırarak!

 

Bu patron müşteri ilişkisi çok basit bir mekanizmayı içeriyor: bireysel siyasi desteğe karşı ‘kişiye özel hizmet’!

Yani, toplumsal sorunları kavrayıp, bu sorunları herkesin yararlanacağı şekilde, toplumsal proje ve programlar aracılığıyla, adil süreçler izleyerek çözmeyi öngörmek yerine, bireyleri hedef alan vaat ve uygulamalarla oy toplamak bu patron-müşteri ilişkisinin özünü oluşturuyor.

Örneğin ülkede istihdamı artırıcı politikalar üreterek istikrarlı bir ekonomik hayat oluşturmak yerine, mevcut kamu kaynaklarını oy hesaplarına uygun olarak, hedefteki kişilere dağıtmak bunun bir örneğidir.

Seçmenlerin önemli bir kesimi, sorunun toplumsal olduğunu göremeyecek kadar körleştirilmiş ve siyasetin ‘kişisel beklentilerin kural dışı yöntemlerle karşılanması’ anlamına geldiğine inandırılmıştır.

Buna, aynen ekonomik faaliyetlerdeki benzerleri gibi, hukuğu yok saydığı, kuralsızlığı içerdiği ve toplumsal bir faydası olmadığı için ‘kayıt dışı siyaset’ de diyebilirsiniz.

Şimdi UBP, bu kayıt dışı siyasetin meyvelerini toplamaktadır.

Bugün, hükümet olmaya aday olan diğer partiler de toplumsal sorunların çözümüne ilişkin gerçekçi program ve araçları sunmadıkları ölçüde bu kayıt dışı siyasetin parçası olmaya adaydırlar.

 

Bu seçim sonuçlarında not edilmesi gerekli olan başka önemli bir olgu ise seçimlere katılım oranlarında devam eden düşüşün boykot nedeniyle derinleşmesidir.

Seçimlere katılımdaki normal düşüş eğilimi yüzde iki-üç artarak devam ederken, bu seçimlerde yüzde 5-6 civarında gerçekleştiği anlaşılan boykot eylemi katılımı sert bir şekilde aşağıya doğru çekmiştir.

Ama bundan daha da önemlisi, boykotçularla birlikte TDP, TKP ve Bağımsızlık Yolu’na destek veren ve oranı yüzde 15’i aşan bir kesimin mecliste temsil edilmemesidir.

Bu kesim, ideolojik motifleri de içeren nedenlerle kendini mevcut parti yapılanmaları ve anlayışları dışında tanımlama eğilimindedir.

 

Mevcut Seçim Yasası’nda yapılması gereken makul değişiklikler geçen yasama döneminde ‘anlaşılmaz’ gibi görünen nedenlerle ele alınmadığı için, son anda değişiklik yapılmaya kalkışılmış, ama başarılamamıştı.

Geçersiz oy sayısını artıran, seçmenin oy vermek için harcadığı süreyi uzatan, oy sayımını zorlaştıran ve en önemlisi siyasal parti sistemini yozlaştırarak parti-içi demokratik işleyişi sekteye uğratan bu seçim sisteminin değiştirilmesi için en uygun zamandayız.

 

Belki de yeni yasama döneminin, yasama faaliyeti anlamındaki ilk görevi Seçim Yasası’ndaki bu garipliklerden kurtulmaktır.

Bu yazı toplam 1016 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar