KKTC sistemi, akıl sağlığını bozabilir…
Kıbrıs’ın kuzeyinde yaşamak hiçbir zaman kolay olmadı. Tabi ki coğrafi güzelliğini hesaba katmıyorum. İçinde dövünüp durduğumuz “devlet” yapısından bahsediyorum. Bu durum, krizin yaşandığı anlarda iyice belirginleşiyor. Geçmişte daha yoğun olarak ekonomik anlamda gerçekleşen çıkmaz, son dönemde, tüm dünyayı da etkisi altına alan covid-19 pandemisi nedeniyle sağlık başta olmak üzere çok geniş bir zemine yayıldı.
2020 yılının Mart ayında tespit edilen ilk vakaların ardından alınan tedbirlerle, bir nebze de olsa kontrol sağlanmıştı. Çok kısa sürede gerçekleşen kapanma, her daim sorun yumağı olan sağlık sistemimizin çökmesini engellemişti. Birçok kesim, geçtiğimiz sene hayatın o boyutta durdurulmasının mantıklı olmadığını söylese de, bugün yaşanan kaosu dikkate aldığımızda, önemli olduğunu anlayabiliriz. Tabi ki bu alandaki ilerlemeler yanında ekonomik yönden gereken desteğin sağlanmaması ile ciddi mağduriyetlerin yaşanmasına neden olundu. Pek çok iş yeri kapandı, insanlar işten çıkarıldı. Kısacası yoksulluk hanesi gittikçe kabardı. Diğer yandan siyaset sahnesine bakıldığında, çözüm üretmeleri beklenirken, entrikaların – şükrana yönelik el ayak öpmelerin – hükümette yer alma yarışının dışında bir gelişme yaşanmadı. Tüm bunların sonucunda, “büyük bir başarı” ile UBP-YDP-DP hükümeti kuruldu ve olanlar oldu.
Hamza Ersan Saner başbakanlığında icraata başlayan idare, ardı ardına al(a)madığı kararlarla hepimizi felakete sürükledi. Bugün salgının bu derece yayılması, sağlıkçıların önerilerinin zamanında dikkate alınmamasından kaynaklanıyor. İkinci bir eksiklik ise, geç olsa da alınan kararları denetleyememeleri. Oysa ki bir devletin sahip olması gereken en önemli iki ilke; önleme ve denetleyebilmedir (kontrol edebilme). Gelin görün ki, mevzubahis KKTC olunca ne önlemeden ne de denetimden bahsedebiliyoruz. Saldım çayıra mevlam kayıra bir anlayış hakim. Kısacası salgın kontrolden çıktı ve diğer sosyal sorunlar da bataklığın dibine doğru hızla yol alıyor.
***
Denetleme (kontrol etme), sadece toplumun kurallara uymasını sağlamak anlamına gelmez. Mesela uzun zamandır tartışma konusu olan ve salgının artış gösterme sebebi olarak da gösterilen mutant virüsün, adanın kuzeyine uğradığını devletten önce, özel bir hastane açıkladı. Bu, böylesi bir dönemde, devlete olan güveni en aza indirmekten başka bir işe yaramaz. Demek ki bizi yönetenler çok geriden geliyor, sağlığımız için gerekenler yapılmıyor, algısını yaygınlaştırır. Ayrıca Burhan Nalbantoğlu Devlet Hastanesi’ndeki kapasitenin yetersiz kaldığı ve kimi hastaların pandemi otellerinde gözetim altında tutulması hususunda da pek çok sıkıntı yaşanmakta. Sağlık örgütlerini eylem yapma noktasına getiren bu sorun, o merkezlerde bekletilen hastalara gereken tedaviyi uygulayacak personelin olmaması ve hastalığın daha kötü seyretmesine neden olacağı gerçeğinden kaynaklanıyor. Bunun sonucunda da insanlar temaslı olduklarını saklayabiliyor. Böylece bir kısır göngüye hapsoluyoruz.
Salgınla baş edebilmedeki en önemli araçlardan biri olan aşılama konusunda ise yılların KKTC deneyimini tekrarlıyoruz. Sağlık Bakanı Ali Pilli’nin de itiraf ettiği üzere (ki öncesinde kimi doktorlar bu bilgiyi paylaşmıştı), çoğu yerde balı tutan parmağını yalıyor. Siyasilerin risk grubunda olmayan evlatlarını mı istersiniz, adı sürekli sansasyonlarla anılan iş insanı siyasetçileri mi…
***
Son olarak, niye “KKTC sistemi akıl sağlığını bozabilir” cümlesini kurduğuma da değinmek istiyorum. Başbakan Saner, derdini bir türlü ifade edememesi (her açıklamasında dünyanın oluşumuna kadar gerilere gitmesi) ile kendinden bahsettirirken, son olarak adaya getireceği küçük baş hayvanlarla siyasi tarihimize adını altın harflerle yazdırdı. İlk etapta sinirlenip gülmeye başladıysam da, bu kurulan absürt cümleyi anlamlı kılma ihtiyacı hissettim. Çünkü salgınla boğuştuğumuz dönemde, hükümetin başı olan bir kişinin, bu cümleyi kurması pek normal gelmedi. Hatta O’nun için endişelenmedim desem yalan olur.
Salgının yarattığı yıkım sadece maddi anlamda veya somut olarak akciğerlerimizde yaşanmıyor. Bunun bir de psikolojik boyutu var. Yakından takip ettiğim psikolog ve psikiyatristler, imkân buldukları her platformda, bunu dile getirmeye çalışıyorlar. Gerek kapalı kalmak gerekse geleceğe dair duyulan kaygılar, zihnimizin rahatsızlanmasına neden oluyor. Bu süreçte, dinlemek yanında, söz konusu alana yönelik okuma da yapıyorum. Böylece gün içinde yaşadığım saçmalıklar ve kurduğum anlamsız cümleler, bir nebze de olsa aydınlanıyor. Hele de sorunları bilinçdışına itip, yok sayan ve üzerine gitmekten geri duran bir yapınız varsa, daha büyük bir çıkmaza giriyorsunuz.
***
Bu noktada haddim olmadan birkaç tespit yapmak istiyorum. Nasıl ki bireysel alandaki sorunlarımızı; görmezden geldiğimizde, teşhis edilmesine izin vermediğimizde ve maskeleyip tüm çıplaklığı ile ortaya çıkışını engellediğimizde hasta oluyorsak, toplumsal boyutta da benzer sıkıntılar yaşayabiliyoruz. Aslında bugün yaşanan sorunların en temel nedeni KKTC dediğimiz, 40 defa söylenirse devlet olacağını sanan yapıdır.
Üzerine kurulduğu sistem; 3 günlük karantinasız gelişlere izin veren, pandemiye rağmen casinolarda eğlenceler düzenlenmesini engelleyemeyen, aşıda bile torpil gerçekleştiren, bakanlık müsteşarları atanırken ihtiyaç duyulan sağlık personelini istihdam edemeyen, geçen hükümet döneminde alınan (ve aslında bir türlü uygulanmayan) ekonomik tedbirleri sanki yeni almış gibi açıklayan bir formüle dayanır. Kısacası hiçbir şeydir, yoktur, mantık dışıdır ve hasta bir zihniyete sahiptir. O yüzden başbakanın, acil aşı ihtiyacı varken, 5000 adet koyunun geleceğini müjdelercesine açıklaması, politikacının sorumluluğu anlamında talihsiz olması yanında sağlıksızdır. Umarım hükümet edenler en kısa zamanda salgının yönetilmesindeki sorunları kabullenir, ötelemekten vazgeçer ve işin ehli olan kişilere alan açarlar. Aksi takdirde hem sağlık sisteminin son kalan direği yıkılacak hem de akıl hastanemizi genişletme ihtiyacımız doğacaktır. Tercih sizin…