KKTC’de 2024 yılının modası “kara çarşaf” olur mu?
Yıllar önceydi...
Mercan abi...
Emekli itfaiyeci...
Kendi köyünde sohbet ediyorduk...
“Be Serhat, bu toplum ne zaman bozuldu biliyor musun?” diye bir soru sordu...
-*-*-
Sıraladım!
Denktaş’ın, Rum tapularını göçmenlere dağıttığı anda bu toplum bozuldu!
İTEM dediğimiz İskan Topraklandırma ve Eşdeğer Mal Yasası ile bu toplum bozuldu!
Daha bir şeyle söyleyecektim ki; Mercan “hiçbiri değil” dedi ve ekledi:
“Bu toplum, doktorlar hastalarını, öğretmenler de öğrencilerini MÜŞTERİ görmeye başladığı gün bozuldu” dedi...
-*-*-
Akabinde, sadece doktorlar ve öğretmenler değil tüm toplum, daha önceden zaten ruhumuza işlemiş “ganimet keyfi” ile hayata asıldı...
Herkes, kişisel maddi çıkarını her şeyin önüne koydu...
Ve gerçekten bozulduk!
-*-*-
Ne aile kaldı, ne köy yaşamı!
Ne imece kaldı, ne yardımlaşma!
Herkes bencilleşti!
-*-*-
Toplumsal hiç bir hedef olmadı...
Olanlar da cılızdı...
-*-*-
Ve geldik filmin sonuna...
Özel okullar, çaresiz öğrencileri ve ailelerini resmen “gurvada kıstı”...
Soyacak!
-*-*-
Sorsanız, size fiyat artışı ile ilgili öyle gerekçeler sıralarlar ki; sorduğunuza pişman olursunuz...
Ama olmaz!
-*-*-
Ve geldik filmin sonuna...
Özel hastaneler, çaresiz hastaları ve ailelerini “gurvada kıstı”...
Soyuyor!
-*-*-
Devlet mi?
Egemen eşit golyandro sapı!
Golyandro bile değil!
Golyandronun sapı!
Salataya kıyamazsın, münasip bir yerine sokamazsın!
Hiç işe yaramayan!
-*-*-
Devlet nerede?
Devleti yönetenler ne yapıyor?
Hiç bir şey!
Birileri külliye inşa ediyor; birileri bize nasıl seks yapacağımızı, kadınlarımızı aşağılayarak anlatıyor!
Birileri elektrik kurumunu soyuyor!
Ötekiler, bu soygundan rüşvetini alıyor!
Ve sürekli yalan!
O yanımızda, bu arkamızda!
Planların, protokollerin biri gidiyor, öteki geliyor!
-*-*-
Biliyor musunuz?
Nankörlük yapıyorsun demeyin sakın; 1958’den beri hep yalanla yönetiliyoruz!
Benim de buradan Mercan abime, geç de olsa cevabım olacak!
Abi, biz zaten hiç düzelmedik ki bozulalım!
Biz taaaa başından biata ve itaata zorlandık, alıştık!
Biz hiç düzgün olmadık!
Hep bozuktuk be abi!
-*-*-
Sabahtan akşama kadar gezen ve yapması gerekeni yapmayan, müzakereleri sürdürmek istemeyen, üç kuruşluk ajanların kontrolünde bir Cumhurbaşkanımız var...
Hükümet; hiç yok!
Şahsi cukkasını düşünen bir grup insan tarafından yönetiliyoruz!
Ama hepsinden önemlisi; mesai usulü eylem yapan; eylem yapmayı da basın açıklaması olarak kabullenmiş sendikalar, sendikacılar ve sivil toplum temsilcilerimizle; buraya kadar!
-*-*-
Çözüm umudu mu?
Hangi çözüm?
Kıbrıs sorunu mu?
Arada bir umut pompalanıyor o kadar!
Bir şey olacağı yok!
-*-*-
Umarım en azından Tayyip Erdoğan seçimi kaybeder ve çeker gider...
Umarım, Türkiye bir iç kavgaya falan girmez...
En azından orada demokrasi, hukuk ve insan hakları biraz gelişir ve buraya da azıcık pozitif etkisi olur!
En azından UBP, dilediği kişiyi başkan seçer!
Mesela yani!
-*-*-
Değilse; 2024 yılı başından itibaren Anavatan Türkiye’ye seyahat edecek olan kadınların, siyah çarşaf giymeyi, peçelerini takmayı unutmamaları gerekecek!
En çok Sibel Tatar’ı merak ediyorum!
Çarşafa girer mi yoksa Ersin Tatar’ı gömer mi?
Oy kullanmayan kaldıysa, Salı’ya kadar vaktiniz var!
Bilmem anlatabildim mi?
Kimse, kimsenin yurdunu daha çok sevemez! İşgal edebilir sadece!
“Yeşilırmak’ta yangın var” dedi eşim...
Anında paniğe kapıldım!
Telefona sarıldım!
Bu yazıyı yazarken sürekli bilgi almaya çalışıyorum...
-*-*-
Çocukluğum geçti o yanan yerlerde...
Daha önce de kaç kez yandı Yeşilırmak...
-*-*-
Askerliğimi de o bölgede yaptım...
Adım adım bilirim her noktasını...
-*-*-
Dedemle, nenemle anılarımı anlatmaya başladığımda, saatlere, günlere sığmaz...
Hele dedem...
Eski köyü Xerovouno’yu, yani Kurutepe’yi anlatırken heyecanlanırdı...
Askeri bölge olmuştu oraları...
Çocukken, askerlerden izin almış ve badem toplamaya gitmiştik...
Dedemi ağlarken ilk kez görmüştüm...
-*-*-
Dedesini anlatıyordu bana...
Ve nenesini...
Nenesinden bahsederken nedense kısık sesle konuştuğunu fark ederdim...
Çünkü nenesi Rum’du!
Korkutulmuştu gariplerim!
Oysa dedemin dedesi, aşık olarak kaçırmıştı karısını!
Rum, Türk, Müslüman, Ortodoks yok!
Aşk var!
-*-*-
Aklıma Türkiye’nin Lefkoşa Büyükelçisi geldi birden...
Bize Türkçülük dersi vermeye kalkan; sendikacılara küfreden, El – Sen üyelerini Rumcu ve Türkiye’ye karşı kişiler ilan eden...
Köy köy gezerken, bu propagandayı hep yapan...
Köylülerin de sevmediği ama korkudan severmiş gibi yaptığı büyükelçi...
Bizden daha fazla bu ülkeyi severmiş gibi konuşan büyükelçi...
-*-*-
Ve soruyorum: Limnidi yanarken, kaçı üzülüyor bu ülke nüfusunun?
Ve soruyorum: Bizden daha çok bu ülkeyi sevdiğini iddia eden Türkiye’nin Lefkoşa Büyükelçisi; “... Kaç burudi topladın ovalarından? Gollifa yedin mi? Gonnara nedir biliyor musun? Cikla düşürdün mü guş lastiğiynan? Garavolli yedin mi?”
-*-*-
Yeşilırmak yanıyor...
İçimiz yanıyor...
Efendilerin keyfi yerinde...
Onlar bizden daha fazla seviyormuş, bizim yurdumuzu!
Ve kendilerinin sanıyorlar hay bin kunduz!