KKTC’deki Bir Sol Partinin Ekonomik Vizyonu Nasıl Olmalı?
Tufan Erhürman: Başlıktaki soruyu yanıtlamanın en doğru yolunun sorunun içindeki iki unsuru ayrı ayrı ele almak olduğu kanaatindeyim. Her şeyden önce KKTC’deki bir sol partinin ekonomik vizyonundan söz edildiğine göre, bu vizyonun KKTC’nin tem
Tufan Erhürman
Başlıktaki soruyu yanıtlamanın en doğru yolunun sorunun içindeki iki unsuru ayrı ayrı ele almak olduğu kanaatindeyim. Her şeyden önce KKTC’deki bir sol partinin ekonomik vizyonundan söz edildiğine göre, bu vizyonun KKTC’nin temel ekonomik, sosyal ve siyasi sorunları dikkate alınarak belirlenmesi önemlidir. KKTC’nin ekonomik vizyonu, kuşkusuz, AB üyesi bir ülkenin ya da KKTC’dekilere benzer sorunlara sahip olmayan ada ülkelerinin ekonomik vizyonlarından ciddi biçimde farklılaşacaktır.
Ancak, başlıktaki sorunun doğru yanıtına ulaşmak açısından gerekli olan bu yaklaşımın tek başına yeterli olmadığını belirtmek gerekir. Çünkü, farklı ideolojik ve politik duruşlara sahip partilerin, herhangi bir ülkenin temel ekonomik, sosyal ve siyasi sorunlarına farklı çözüm önerileri getirmeleri doğaldır.
Eğer iki farklı partinin geliştirdiği çözüm önerileri birbiriyle ciddi şekilde benzeşiyorsa, bunun iki ayrı sebebi olabilir. Birincisi, iki partinin de siyasi skalada aynı yerde (sağda veya solda) bulunmasıdır. Ancak bu sebep, biri sağda, diğeri solda olduğunu iddia eden iki siyasi partinin aynı vizyona sahip olmasını açıklamaz. Bunu açıklayabilecek ikinci sebep, bir ideolojik ya da politik duruşun kendi vizyonunu hegemonik kılmayı başarması, hatta giderek onu, aklın yolu, dolayısıyla tek doğru olarak dayatmasıdır.
Bu noktadan hareketle, sol bir partinin ekonomik programının ülkenin ekonomik, sosyal ve siyasi sorunlarına, sol bir ideolojik ve politik duruştan hareketle çözüm üretmesi gerektiğini belirtmek gerekir.
1. KKTC’nin Temel Ekonomik, Sosyal ve Siyasal Sorunları
Bu sorunların tartışılması ve en temel olanlarının belirlenmesi bu yazının konusu değildir ve böyle bir çaba, yazının, okunurluğunu ciddi biçimde azaltacak boyutta uzamasına yol açma riski taşır. O nedenle burada, daha önceki yazılarımda yapmaya çalıştığım tartışmalarda vardığım sonuçları veri olarak kabul etmekle yetinmek durumundayım.
Bana göre, KKTC’nin bugün için en temel siyasi sorunu vesayettir. KKTC devleti ve halkı, Türkiye Cumhuriyeti’nin bazı yetkilileri tarafından özne olarak kabul edilmemekte, kendi kararlarını kendisinin vermesine izin verildiği takdirde kendisine zarar verebileceği düşünülmektedir. Bunun sonucu, KKTC idaresinin kurumsal ve işlevsel açıdan vesayet altına alınmasıdır. Bu vesayete son verilememesi hâlinde, KKTC demokrasisi her zaman eksikli olacak, bu topraklardaki siyasi yaşam asla normalleşemeyecektir. Ayrıca vesayet, Kıbrıs Türk halkında ciddi bir özgüven bunalımı ve haysiyet sorunu yaratmaktadır. Tekrar tekrar söylediğim gibi, bu tespitin, Türkiye’yi, onun yetkililerini veya halkını sevip saymamakla zerre kadar ilgisi yoktur. Bunu en iyi anlaması gereken, Türkiye’de askeri vesayete karşı demokrasi mücadelesi verdiğini her fırsatta dile getiren AKP’dir. AKP’nin askeri vesayete karşı mücadele etmesi onun Türk ordusunu sevmediği ya da saymadığı anlamına gelmeyeceğine göre, Kıbrıs Türk halkının Türkiye Cumhuriyeti yetkililerinin vesayetine karşı mücadele etmesi de, Türkiye Cumhuriyeti’ni ya da Türk halkını sevip saymamak anlamına gelmeyecektir.
KKTC’nin temel ekonomik sorunu da aslında bir noktada temel siyasi sorun olan vesayetle doğrudan ilintilidir. Bir halkın özne olabilmesi ancak asgari ihtiyaçlarını karşılayabilecek bir ekonomiye sahip olmasıyla mümkündür. Oysa bugün herkesin bildiği gibi, KKTC’nin ekonomik yapısı, devletin cari harcamalarını karşılamaya bile müsait değildir. Dolayısıyla, en azından asgari ihtiyaçları karşılayacak bir ekonomik yapıya ilişkin temel ekonomik sorunla, özne olmaya ilişkin temel siyasi sorun aslında iç içe geçmiştir.
KKTC’nin temel sosyal sorunu ise nüfus sorunudur. Ülkedeki nüfusun gerek vatandaş, gerekse çalışan açısından kontrol edilemiyor oluşu, hem seçmen sayısı çerçevesinde siyasi sorunlara, hem yabancı işçi ve kaçak işçi olguları çerçevesinde ekonomik sorunlara, hem de bu sorunlarla bağlantılı olarak sosyal huzursuzluklara yol açmaktadır. Bu arada, doğan huzursuzlukların, sıklıkla, sol tabanda dahi, milliyetçiliğe, ayrımcılığa, hatta ırkçılığa varan tepkiler yarattığını unutmamak ve bunun sol için ciddi bir sorun olduğunun altını çizmek gerekir.
Yukarıda belirlenen temel siyasi, sosyal ve ekonomik sorunların bazı özellikleri, solun ekonomik vizyonu oluşturulurken mutlaka dikkate alınması gereken olgulardır. Her şeyden önce vesayet sorunu sınıfsal bir sorun değildir. Bir halkın tüm sınıf ve katmanlarıyla özne olmasıyla ve öz saygısıyla ilgili olan bu sorunu yalnızca işçi sınıfının ya da çalışan kesimlerin sorunu olarak görmek elbette yanlış olacaktır. Tüm dünyada bu tip sorunlara hâkim sınıf ve katmanların işçi sınıfıyla birlikte, hatta bazı durumlarda ondan da önce tepki göstermiş oldukları unutulmamak gerekir. Temel ekonomik sorun olarak tanımladığımız, en azından asgari ihtiyaçları karşılamaya yetecek bir ekonomik yapı da temelde sınıfsal bir sorun değildir. Böyle bir ekonomik yapının bulunmaması ekonomide olağandışı durum yaratacak ve bu olağan dışılık tüm sınıf ve katmanları olumsuz etkileyecektir. Benzer şeyleri temel sosyal sorun açısından da söylemek mümkündür.
Ancak bu teorik çıkarımın uygulamada geçerli olmayacağı durumlar da vardır. Ekonomide hâkim durumda olan sınıf ve katmanların (hatta bazı hâllerde orta sınıfların) kimi temsilcilerinin, bu üç temel sorunun yarattığı ortamdan müstefit olmaları mümkündür. Örneğin hâkim sınıfın bazı temsilcilerinin, vasinin hazırladığı programların kendi lehlerine olduğu gerekçesiyle vesayeti, cari harcamaları karşılayacak bir programın kendilerinden daha fazla vergi alınması sonucunu doğuracağı endişesiyle temel ekonomik sorunu ve yabancı ve kaçak işçilerin varlığının girdilerini azaltacağı gerekçesiyle temel sosyal sorunu, “çözülmesi gereken sorunlar" olarak görmemeleri mümkündür.
İşte KKTC’de sol bir kitle partisinin ekonomik vizyonu nasıl olmalıdır sorusuna yanıt aranırken bu özelliklerin dikkate alınması gerekir. Bu şartlarda saf ideolojik bir program arayışıyla tamamen sınıfsal temelden hareket etmek KKTC’nin temel sorunlarının çözümünü daha da güçleştirmek ve kurulabilecek geçici ittifakları elinin tersiyle bir kenara itmek anlamına gelebilecekken, sınıfsal yaklaşımı tamamen görmezden gelmek de, krizi sistemi kendi lehine dönüştürmek için bir fırsat olarak gören hâkim sınıfların oyununa gelmek sonucunu doğurabilecektir.
Ayrıca, yukarıda sıralanan temel sorunların arz ettiği özellikler, sol dile hâkim olan bazı ezberlerin yeniden sorgulanmasını da gerektirir. Örneğin bu şartlarda klasik sol görüşten hareket edildiği sanılarak tamamen devletçi bir yapıyı savunmak aslında üç temel soruna da çözüm üretememek anlamına gelecektir. Çünkü KKTC’de devlet dediğimiz yapı, vesayet sisteminin bir unsurudur, cari harcamaları dahi karşılayamayan bir ekonomik yapının ortaya çıkmasının sebeplerinden biridir ve temel sosyal soruna vesayet dolayısıyla çözüm üretememektedir.
Ancak, ezber bozacağım diye ideolojik savrulma yaşamanın da manası yoktur. Böyle bir savrulma, örneğin, özel sektörün ekonominin tek itici gücü olarak algılanması durumunda ortaya çıkabilir. Böyle bir yaklaşım da kuşkusuz yukarıda belirtilen üç temel soruna çözüm üretemeyecektir. Çünkü devletin ekonomiden tamamen çekilmesi hâlinde, stratejik sektörlerin yabancı özel tekellerin eline geçeceği ve bunun da dolaylı vesayet anlamına geleceği, özel sektörün vergi vermekten kaçmaya devam edeceği, dolayısıyla cari harcamaları karşılamaya yetecek gelirlerin oluşamayacağı ve özel sektörün, girdilerini azaltmak adına yabancı ve kaçak işçiye sıcak bakmaya devam ederek sosyal huzursuzlukları artıracağı açıktır.
Dolayısıyla, KKTC’nin temel ekonomik sorunlarıyla ilgili gerçekçi ekonomik vizyon;
a) Devletin harcamalarının kısılmasını,
b) Devlet gelirlerinin (özellikle de vergilerin) artırılmasını,
c) Yabancı özel tekellerin piyasayı ele geçirmesinin önlenmesi için devletin temel sektörlerdeki varlığının devam etmesini ve
d) Özel sektörün, rekabetin ve tüketicinin korunması, tekelleşmenin ve kaçak işçiliğin önlenmesi ve yabancı işçiliğin sadece gerçekten gerekli olan alanlarda kullanılması gibi açılardan sıkı bir biçimde denetlenmesini içermesi gerekir.
2. Sol Ekonomik Vizyon
Buraya kadar anlatılanlar, samimi ve dürüst liberallerin de kabul etmesi beklenen görüşlerdir. Dolayısıyla bütün bunları içeren bir vizyonun KKTC gerçekleri üzerine bina edildiğini söylemek mümkündür ancak buna sol bir vizyon demenin asgari koşulları yoktur.
Daha önce de belirtildiği gibi, sol bir ekonomik vizyon, KKTC’nin temel sorunlarına çözüm üretirken, sol değer ve ilkelerden hareket etmek zorundadır. Bu değer ve ilkelerin başında da eşitlikçilik gelmektedir. Yani sol ekonomik vizyon, KKTC’nin temel sorunlarına çözüm önerirken, bu çözüm önerilerinin, sınıflar ve katmanlar arasındaki gelir dağılımı adaletsizliğini önemli oranda azaltmasına da odaklanmak durumundadır.
Bütün dünyada, solun gelir dağılımı adaletsizliklerini gidermek için kullandığı yöntemlerden biri, vergi sistemini, “çok kazanandan çok, az kazanandan az” ilkesi çerçevesinde yeniden düzenlemektir. Dolayısıyla sol ekonomik vizyonun, yalnızca yukarıda sözü edilen cari harcamaları karşılayacak bir bütçe hedefine ulaşmak için değil, kamu hizmetlerinin kalitesini ve ulaşılabilirliğini artırmak için de, hâkim durumdaki sınıf ve katmanlardan daha fazla vergi toplanmasını içermesi kaçınılmazdır.
Sınıf ve katmanlar arasındaki eşitsizliğin azaltılmasını hedefleyen solun asla göz ardı etmemesi gereken katmanlardan biri de, KKTC’de esnaf ve zanaatkârda somutlaşan KOBİ’lerdir. Solun, KOBİ’lerin tamamen ortadan kalkmasına yol açacak politikaları benimsemesi ya da ekonomik vizyonunda onları görmezden gelmesi mümkün değildir.
Buna ek olarak, neo-liberal değişim programlarının tümünde var olan bir yaklaşımın da solda asla kabul görmemesi gerektiğinin altını çizmek gerekir. Bu yaklaşımın özü, “ekonomiyi kurtarma”nın tek yolu olarak, kamuda ve özel sektörde çalışanların haklarının budanmasının görülmesidir. Şu anki hâliyle sürdürülmesinin mümkün olmadığı açıkça görülen ekonomik yapıda sol elbette “kazanılmış haklara asla dokunulamaz” gibi dogmatik bir noktadan hareket etmeyecektir. Ancak bu konuda dogmatik olmamak başka bir şey, önerilerin yalnızca çalışanların haklarının budanmasına odaklanması başka bir şeydir. Eller taşın altına sokulacaksa, bunun tüm sınıf ve katmanlarca, herkesin asgari yaşam koşulları dikkate alınarak yapılması, sol vizyonda mutlaka altı çizilmesi gereken bir noktadır.
Yukarıda da belirtildiği gibi, sol, günümüzde, özellikle de devletin vesayet sisteminin önemli bir unsuru olduğu KKTC’de, katı devletçi bir tutum takınamaz. Bu anlamda devletin küçültülmesi ya da kamu harcamalarının kısılması ilkesel olarak karşı çıkılması gereken bir hedef değildir. Ancak sol, bu hedefin ancak şartlı bir biçimde kabul edilebileceğini açıkça ortaya koymak durumundadır. Burada üç temel şart vardır:
a) Devletin küçültülmesinden, ekonomideki temel sektörlerin, özel tekellerin, özellikle de yabancı özel tekellerin eline geçmesi anlaşılamaz. Özel tekel, hem çalışma şartlarının kötüleşmesi, hem de mal ve hizmetlerin daha pahalı ve daha kalitesiz hâle gelmesi demektir. Bunların üçü de, hâkim durumda olmayan sınıf ve katmanların, dolayısıyla eşitlik ilkesinin aleyhinedir.
b) Devletin küçültülmesi illa ki kamunun küçültülmesi ya da özel sektörün büyütülmesi anlamına gelmez. Günümüzde kamu sektöründen, yalnızca devleti değil, örneğin kooperatifler gibi bazı kamusal girişimleri de anlamak gerekir. Dayanışmacılık ilkesinin soldaki önemi hatırlanırsa, devletin çekileceği bazı sektörlerde, yok edici rekabetin değil, birlikte var olmayı teşvik eden dayanışmanın, örneğin kooperatifçiliğin teşvik edilmesi sol için önemlidir.
c) Devletin küçültülmesi, özel sektörde çalışacak insanların, iş güvencesine, sosyal güvenlik, sendikalaşma, toplu sözleşme ve grev hakkına, insanca çalışma ve yaşama koşullarına sahip olmamaları anlamına gelmez. Bunun için solun ekonomik programı, özel sektör çalışanlarının bu haklarını güvence altına alacak düzenlemelere sahip olmak zorundadır.
d) Devletin küçültülmesi ve ellerin taşın altına sokulması kamu çalışanlarının insan haklarının ortadan kaldırılması anlamına gelemez. Sendikalaşma, toplu sözleşme, grev, sosyal güvenlik, iş güvencesi, asgari yaşam düzeyini sağlayacak bir gelir gibi hakların ortadan kaldırılmasının kabul edilmesi, sol bir vizyonda hangi sebeple olursa olsun mümkün değildir.
Sonuç
Görüldüğü gibi, KKTC’de sol bir siyasi partinin ekonomik vizyonunun, biri KKTC’nin somut sorunları, diğeri de sol değerler olmak üzere iki ayrılmaz ayağı vardır. Bu iki ayaktan birine veya her ikisine ilişkin hatalı teşhisler, üç ayrı yanlışı ortaya çıkarmaktadır:
a) KKTC’nin temel sorunlarını dikkate almaksızın, klasik sol metinlere referansla, katı bir devletçilikten söz eden yaklaşımlar, KKTC özelinde devletin, vesayetin de, cari harcamaları dahi karşılayamayan ekonominin de, sosyal huzursuzlukların da bir unsuru olduğunu görmezden gelmektedirler.
b) Benzer biçimde, KKTC’nin temel sorunlarını dikkate almaksızın, genelde AB’ye referansla, özel sektör temelli bir ekonomik yaklaşımdan söz edenler de, böyle bir yaklaşımın, KKTC özelinde, yabancı özel tekellerin ülkede ekonomiyi kontrol altına almasına ve dolaylı vesayetin sürekli kılınmasına yol açacağını görmezden gelmektedirler.
c) KKTC’nin temel sorunlarını büyük ölçüde dikkate almasına karşın, meselenin ikinci ayağına gerekli dikkat ve özeni göstermeyen bir yaklaşım daha vardır. Bu yaklaşım, vesayeti ortadan kaldırmak amacıyla cari harcamaları karşılayacak bir bütçeye odaklanmakta, vesayet konusundaki hassasiyeti nedeniyle stratejik sektörlerde özelleştirmeye de karşı çıkmakta, ancak özellikle vergiler, kooperatifçilik, KOBİ’ler ve çalışanların hakları gibi konularda, farkında olarak ya da olmayarak suskun kalmaktadır.
KKTC’de sol partinin ekonomik vizyonu, kanımca bu üç yanlıştan da arınmak zorundadır. Aksi hâlde, ya sol değerlere sadakat adına KKTC gerçekleri görmezden gelinecek, ya ekonomik akılla hareket edildiği söylenerek sol değerlerden uzaklaşılacak, ya da, belki en kötüsü, aynı anda hem KKTC gerçekleri hem de sol değerler göz ardı edilerek liberal bir ada devleti vizyonuyla yola çıkılacaktır. Bugün gelinen noktada daha fazla hata yapma lüksümüz kalmadığı dikkate alınarak, bu üç yanlıştan da özenle uzak durmakta büyük yarar vardır.