1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Koalisyon’a Doğru: Alternatifler ve Olasılıklar
Koalisyon’a Doğru: Alternatifler ve Olasılıklar

Koalisyon’a Doğru: Alternatifler ve Olasılıklar

Koalisyon’a Doğru: Alternatifler ve Olasılıklar

A+A-


Şevki Kıralp
[email protected]


Parlementer demokrasilerde, hiçbir partinin yasama organını tayin eden genel seçimlerde tek başına iktidar olacak çoğunluğa ulaşamadığı durumlarda, partiler arası koalisyon hükümetleri kurulur. Partiler, koalisyon ortaklarını seçerlerken genellikle üç etkeni göz önünde bulundururlar: Taban’ın tepkisi, siyasal-ideolojik yakınlık ve bakanlık sayısı. Tabanın onaylamayacağı bir hükümete imza atmak, partililerin desteğini sarsabilmektedir. Hükümet programının uygulanmasında, önceden tasarlanan projeler ve icraatların hayata geçirilebilmesi diğer bir gereksinimdir. Eğer koalisyon partileri arasında ideolojik mesafe uzaksa, hükümetin sağlıklı işlemesi zorlaşır. Öte yandan, bakanlık sayısı da hükümet ortağını seçerken oldukça önemli bir etkendir. Büyük partiler, genellikle oy oranı kendilerine daha uzak küçük partileri tercih ederek daha fazla bakanlık elde etmeye çalışırlar. Küçük partiler ise, kendilerinden açık ara uzak bir büyük partidense, oy farkının daha az olduğu bir partiyi tercih ederek bakanlık sayılarını arttırmaya çalışırlar. Küçük partiler için tek koalisyon ortağı ideal iken, büyük partiler ortaklarına bölüştürecekleri bakanlıkları azaltmak adına, oy oranı kendilerine daha yakın tek bir partidense nispeten daha küçük boyutta kalmış iki partiyi tercih edebilmektedirler. Bu noktadan sonra, parti liderliği ortağını seçerken ideolojik yelpazeye aykırı hareket ederse, tabanına bunu kabullendirmek zorunda kalır. Politikaların başarıyla uygulanması ve hükümetin istikrar sağlaması, ya da yeterli sayıda bakanlık elde edilerek seçmenin sorunlarına çözüm aranırken elde bir iktidar erkinin bulunması, tabanın tepkisini azaltabilmektedir. Bununla birlikte, koalisyon hükümetlerinde partilerin icraat konularında hemfikir olma gereksinimleri yükselir. Bazen, koalisyonlar beklenmedik şekilde uzlaşıcı ve başarılı olur. Bazen ise, çoğu ülkede sıklıkla görüldüğü gibi, işin içine anlaşmazlık, istikrarsızlık ve etkisiz yönetim girer. Koalisyon partileri başarının ödülünü kendileri alıp, başarısızlığın suçunu birbirlerine atmaya çalışsalar da, halk genellikle başarısız koalisyonun bütün partilerini cezalandırma eğilimine girer ve başarısız koalisyonların bütün partileri oy kaybeder. Başarılı hükümetin bütün partileri ise, yine genellikle, halk tarafından sandıkta ödüllendirilirler ve oylarında artış olur .


28 Temmuz seçimleri geride kaldı. CTP 21, UBP 14, DP 12 ve TDP 3 milletvekili ile mecliste yer alacak. Son seçimlerde, KKTC demokrasisinin geleneksel “büyük parti”, “küçük parti” anlayışı değişmiştir. Eskiden CTP ve UBP, birbirlerine ideolojik olarak uzak iki büyük parti iken, DP ve TDP küçük partiler idi. CTP büyük parti olarak kalmayı başardı, ancak bu seçimler UBP’yi büyük parti, DP’yi ise küçük parti durumundan uzaklaştırdı. Hiçbir parti tek başına iktidar olacak çoğunlukta değildir ve koalisyon hükümeti kurulacaktır. Koalisyon formülleri açısından, ortaya pek çok alternatif çıkmaktadır. Ancak, oldukça önemlidir ki, seçmen 28 Temmuz’da ülkemizin ulusal sorununu, Kıbrıs Sorunu’nu birinci planda tutarak oy vermemiştir. Hizmet ve reform beklentileriyle hareket eden seçmenin bu davranışına karşılık verebilecek bir hükümet iş başı yapmalıdır.

Halk arasında “Ankara CTP-UBP koalisyonundan yanadır” söylemi kadar “CTP ve UBP koalisyon kurarlarsa her iki partinin de tabanları kaynar” söylemi de ön plandadır. Burada “Ankara’nın istediği”, anayasayı da değiştirmeye sayısal olarak muktedir (35 milletvekilli) CTP-UBP koalisyonu, hiç kuşkusuz Ulusal Güçler’in kopuşundan sonra ortaya çıkan tabloya bir atıftır. Fakat CTP’nin şu anda merkezi UBP’ye, geleneksel Rauf Denktaş çizgisini sürdüren UG Kanadı’ndan daha uzak olduğunu düşünmek yersizdir. CTP ister DP ile ister UBP ile ortaklığa gitsin, kendi ideolojik yelpazesinden uzaklaşacaktır, çünkü Sağ’da federal çözüme karşıtlık egemendir. CTP açısından, eğer ki DP alışılageldik “küçük parti” statüsünde kalsaydı, hiç kuşkusuz hükümet ortağına ayrılacak bakanlıkların tek başına UBP’ye verilmesindense küçük bir partiye (ya da iki küçük parti) verilmesi yeğlenebilir ve CTP bakanlık sayısını maksimize edebilirdi. Ancak, DP şu anda UBP’ye sadece 2 milletvekili uzaktır ve sağın iki partisi de “küçük parti” değildir. Bu nedenle, CTP ortağı doğrultusunda bakanlık sayısında avantaj sağlayabilecek bir durumda değildir. CTP’nin ideolojik yelpazede kısmen avantaj sağlayabileceği tek formül CTP-DP-TDP ortaklığıdır. Bununla birlikte, CTP bakanlık sayısı ve ideolojik yelpaze açısından fazla avantajlı bir durumda olmadığından, hükümet ortağı ya da ortaklarını icraatlarının uyumu noktasından hareketle belirleyecektir.

UBP açısından, partinin vekil sayısı en yüksek olan CTP ile ortaklığa girip az bakanlığa razı olması yerine, oy oranı kendisinden düşük DP’yi yoklaması yeğlenebilir.  Ancak, DP’yi küçük koalisyon ortağı yapmak UBP açısından kolay olmayacaktır. Sayın Serdar Denktaş’ın UBP’ye neredeyse eşit olan milletvekilliği sayısı lidere önemli bir pazarlık kozu verecektir. Böylesi bir durumda, bakanlıkların UBP ve DP arasında eşit olarak bölünmesi hiç de şaşırtıcı olmaz. DP’nin ideolojik tercihi, Kıbrıs Sorunu doğrultusunda her zaman UBP’ye daha yakın olmuştur. Kıbrıs sorunu, kuşkusuz bu iki partiyi halen daha birleştirebilecek bir etkendir. Ancak iç siyasette, eski Sağın “Eroğlu Kanadı” ile “Rauf Denktaş Kanadı” arasında, yeni Sağın ise “Eroğlu Kanadı” ile “Küçük Kanadı” arasında gözle görülür bir rekabet olduğu da bir gerçektir. Ortaya çıkan tablo “Küçük gitti, kavga bitti” şeklinde yorumlanabilecek kadar basit değildir.

Sayın Derviş Eroğlu ile Sayın Serdar Denktaş arasındaki rekabet, Kıbrıs Türk sağı içerisinde bir diğer “ezeli rekabet” durumundadır ve şu anda buna merkezi UBP de farklı bir taraf olarak dâhildir. Hem DP’nin hem de UBP’nin tabanlarının, CTP ile ortaklığa sıcak bakmamaları kadar, Sağdaki rakiplerin ortaklığına dayalı bir koalisyona da sıcak bakmamaları olasıdır. Bu nedenle, Sağ’daki “ezeli rakipleri” bir araya getirmek ya da CTP’ye yönelmek ayrı bir tercih meselesidir. Ayrıca, sayısal nedenlerden ötürü, iki sağ partinin yanlarına TDP’yi almadan ortaklığa gitmesi kendileri açısından çok emin bir durum değildir. Ve yine önemlidir ki, CTP’nin dışlanacağı hiçbir koalisyon, CTP destek vermeden anayasayı değiştirecek bir çoğunluğa ulaşamayacaktır. Bu nedenlerden ötürü, hem UBP hem DP, tıpkı CTP gibi, yine bakanlık sayısı ya da ideolojik yelpazeyi değil, icraat uyumunu göz önünde bulundurarak adım atacaktır.

Partiler arası rekabet ve koalisyon olasılıkları bu doğrultuda şekillenirken, halkın kurulacak hükümetten beklentileri de dikkate alınmalıdır. Bu erken seçimin temel sebebi, UBP kurultayı ve Lefkoşa Belediyesi krizi nedeniyle ortaya çıkan siyasi istikrarsızlıktır. İstikrarlı ve reform taleplerine cevap veren bir koalisyon, tabanları da halkı da memnun edebilir. Seçim kampanyası boyunca, adayların çoğu “bu anayasaya bir el atmak lazımdır” şeklinde söylemlerde bulundular. Bunun yanında, seçimlere katılım gözle görülür düzeyde düşük olarak %70’in altına inmiştir. Seçmen Kıbrıs Sorunu odaklı oy vermemiştir ve partilerden hizmet için uzlaşı beklemektedir. Halkın ne koalisyon partileri arasında bir çatışmaya, ne parti içi bir çatışmaya, ne de bunların yaratacağı istikrarsızlıklara tahammülü kalmıştır. Eğer yeni meclisin iş başında kalacağı süre boyunca hükümet değişikliği, kurultay krizi veya parti içi dengelerden kaynaklı krizler yönetime yansır ve halk bundan olumsuz etkilenirse, seçmen sorumlu gördüğü partileri bir sonraki seçimde cezalandıracaktır. Eğer anayasayı değiştirmek gibi bir maksat siyaset gündeminde ağırlıktaysa, 35 milletvekiline ulaşabilecek iki olasılık vardır: CTP-UBP (35 vekil), ya da CTP-DP-TDP (36 vekil). Eğer anayasal değişikliklerden bir şekilde feragat edilir, yasal reformlar ile yetinme yolu seçilir ya da muhalefetin anayasa değişikliğine bir şekilde ikna edilebileceği düşünülürse, UBP-DP (26 vekil), UBP-DP-TDP (29 vekil) ve CTP-DP (33 vekil) gibi formüller diğer koalisyon olasılıklarıdır.

Son olarak, girişte sözünü ettiğim gibi, koalisyon hükümetleri sıklıkla istikrarsızlık ile özdeşleşmektedir ve KKTC siyasi tarihi bunu doğrulamaktadır. Seçim sisteminden partiler yasasına kadar, temel hak ve özgürlüklerden kamu sektörü ve özelleştirme girişimlerine kadar, anayasa tarafından sınırları çizilmesi gereken pek çok gündem maddesi ile dolu bir siyasi atmosfer içerisindeyiz. Seçimlere katılımdaki azalma, 2009 seçimlerinde tek başına iktidar olan UBP’nin yetkisinin seçmen tarafından geri alınması ve seçim kampanyası döneminde bütün partilerin seçmenin karşısına “köklü reform” vaatleriyle çıkması, artık halk arasında etkili reformların yapılması yönünde bir beklenti olduğunu ortaya koymaktadır. İstikrarsızlık, hükümet değişikliği ve erken seçim gibi riskler, hangi koalisyon kurulursa kurulsun, ortaklarını her zaman tehdit edebilir. Hiçbir koalisyonun diğerlerine göre daha geniş bir yaşam alanına sahip olmadığını saptamak yerinde olur. İcraat ve reformlarda başarılı olmayan her koalisyon bunun bedelini ödemekle karşı karşıya kalacaktır. Bu yüzden, her koşulda bir risk alınacaktır ve herkesin elini taşın altına koyması en hayırlısıdır. Öncelikle, 35 vekil altında bir koalisyona girişme niyeti taşınırsa, koalisyonun ortaklarının “anayasal değil, yasal reformlarla halledeceğiz bu işi, merak etmeyiniz” diye yola çıkıp başarıya ulaşamamaları halinde bunun cezasını bir sonraki seçimde çekeceklerinin bilinciyle hareket etmeleri gerekir. 35 ve üzeri vekil sayısına sahip bir hükümet kurulur ve istenen reformlar yapılmazsa, halk bir sonraki seçimlerde iktidardan “neden reform yapmadınız?” diye hesap soracaktır ve “ben istedim ama ortağım yan çizdi” gerekçesi inandırıcı olmayacaktır. Aynı şekilde, eğer 35 vekil altı bir koalisyon kurulur ve reformlar ikinci plana itilirse, halk hesap sorduğu zaman “biz yapacaktık ama muhalefet yan çizdi” bahanesi inandırıcı olmayacaktır. Ve elbette, 35 vekil altı bir koalisyon kurulur, hükümet gerekli çalışmaları içten bir biçimde yapar ve reformlara engel çıkaran muhalefet olursa “bizim görevimiz muhalif olmaktı” yaklaşımı da inandırıcı olmayacaktır. Bu yüzden, içinde bulunduğumuz dönemeçte, tüm partilerin uzlaşıcı davranmaları, en azından Kıbrıs Sorunu tekrar gündeme gelene kadar KKTC vatandaşlarının ekonomik refahı ile hak ve özgürlüklerini geliştirmeye yönelik reformlara (yasal ve/veya anayasal) odaklanmaları, hem kendileri açısından, hem de toplum menfaatleri açısından en sağlıklısıdır. Hazır Kıbrıs Sorunu gündem dışındayken ve toplumumuzda derin bir sınıf farkı ve sınıfsal kamplaşma yokken ve partilerin Sağcılığı ile Solculuğunu belirleyen esas etken Kıbrıs Sorunu iken, asgari müştereklerde buluşulmalı ve topluma hizmet etmenin yolları aranmalıdır.

Bu haber toplam 1350 defa okunmuştur
Gaile 226. Sayısı

Gaile 226. Sayısı