1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Komi Kebir’e bir yolculuk
Komi Kebir’e bir yolculuk

Komi Kebir’e bir yolculuk

Komi Kebir’e bir yolculuk

A+A-

 

Tuncer Bağışkan

Bugünkü yazımda, İskele’ye bağlı olan ve asırlar boyunca ‘Komi’ ile ‘Komi Kebir’ adlarıyla bilinen şimdiki Büyükkonuk’un tarihi geçmişi ile eski eserleri üzerinde duracağım. Bu yazımın çok daha detaylı bir şeklini 2002 yılının Haziran ayında Büyükkonuk Belediye başkanlığına verdikten sonra, bu yazım 2011 yılında Büyükkonuk Belediyesinin çıkarttığı EKO-KÖY gazetesinde tefrika halinde de yayınlanmıştı. Bu nedenle köyle ilgili daha detaylı bilgi sağlamak isteyenlerin bu kaynaklara başvurmaları gerekecektir. Köyün geçmişini araştırırken bu konuda geniş bilgi birikimine sahip olan İsmail Cemal, Gülay Komili, Hüseyin Ahmet Senaroğlu, Eftagomili Murat İbrahim Hacı Murat ve ‘Çangar Dede’ lakabıyla bilinen rahmetlik Halil Sefer Komili’nin verdikleri bilgilerden büyük oranda yararlanmıştım. Bu vesileyle onlara bir kez daha teşekkür ederken, 2001 yılında yitirdiğimiz Çangar Dede’ye de tanrıdan rahmet dilemeyi bir vefa borcu saymaktayım.
                                                                                         
Tarihçesi

Yerleşim biriminin antik bir mezarlık alanı üzerine kurulu olduğu biliniyor olmasına karşın, kuruluş tarihi şimdilik kesin olarak bilinmemektedir. Köy ile çevresinde gerçekleştirilen arkeolojik yüzey araştırmaları Eski Tunç (M.Ö 2300-1900), Orta Tunç (M.Ö 1900 – 1600), Geometrik (M.Ö 1050 – 750), Arkaik (M.Ö 750 – 475) Klasik , (M.Ö 475 –325), Helenistik (M.Ö 325 – 58) Roma (M.Ö 50 – M.S 395) Erken Hıristiyanlık ve daha sonraki devrilerde iskan edilmiş olduğuna işaret etmektedir.

Köyün kuzeyindeki Ay.Fodi (Phodios), Hebo (Thepos), Lumiona, Klima ve Şerno gibi yerlerde bulunan kalıntılar, bölgedeki büyük yerleşim birimlerinin önceleri şimdiki köyün kuzeyindeki Ay. Fodi dağının denize bakan kuzey yamaçlarına kurulduklarını ortaya koymaktadır. Ancak denizden gelen tehlikelere açık olan bu yerlerin büyük bir olasılıkla Bizans döneminden başlayıp asırlar boyunca devam eden Arap ile korsan akınları nedeniyle terk edildikleri ve yerleşim biriminin denizden görünmeyen Ay. Fodi Dağı’nın güney eteklerindeki şimdiki yere kurulduğu tahmin edilmektedir.
Köyün üzerine kurulu olduğu mezarlardan biriyle ilgili bir rivayet günümüze kadar gelmiştir. Köyün büyük bir kısmını içine alan bu mezarın Ay.Yorgi Kilisesi’nden başlayıp köyün kuzeyine kadar uzandığı, giriş kapısının ise Zeytin Yağı Fabrika’sının civarında olduğunun tahmin edildiği söylenmektedir. Ancak bu mezar, ya da mağarayla ilgili söylence sadece bu köye has olmayıp, Kıbrıs genelinde “süt”, “sütlü” ve “meme” anlamın gelen kiliseler ile “Galusa”, “Galaktini” ve “Galatusa” adlarıyla bilinen mağaralar için de geçerlidir. Rivayete göre Osmanlı döneminde asayişin sağlanması için kırsal bölgelerdeki yerleşim birimleri askeri birlikler tarafından devriye esasına göre denetlenirmiş.1821 yılında Küçük Mehmet’e bağlı bir askerleri birliğin Komi Kebir’den geçeceği haberinin öğrenilmesi üzerine, köyde yaşayan Türkler, köydeki Rum kadınlarıyla çocuklarını bu mağaraya saklamışlar. Bir süre sonra askeri birlik köye ulaşmış. Birliğin önünde askerlere rehberlik yapan bir kemaneci varmış. Kemaneci mağaranın önünden geçerken oradan gelen bir çocuk ağlaması duymuş. Arkadan gelen askerlerin bunu duymaları halinde onlara zarar verebilecekleri düşüncesiyle çocuğun annesini uyarmak istemiş. Kemanı eşliğinde Rumca olarak: “Blikse mana do bethin ce na liğdosis dis zoin” (Anne cocuğunu boğ ki hayatını kurtarasın) sözlerini şarkılaştırarak yüksek sesle söylemeye başlamış. Şarkıyı duyan kadın, ya da kadının annesi, çömelerek yerde ağlayan çocuğun boğazını sıkmaya başlamış. Ancak tanrı bu acıklı duruma dayanamadığından onları taşlaştırmış. Böylece askeri birlik de oradan geçip gitmiş.

Köyün Erken Hıristiyanlık ile sonrasına ilişkin gelişimi, aşağıda da söz edeceğimiz Aziz İksendi (Auxentios) ile başlayan bir süreç izlemiştir. Venedik dönemindeki varlığı ise Venedik haritalarından anlaşılmaktadır. İngiliz Sömürge Döneminde varlığını Türk ve Rumların birlikte yaşadıkları bir köy olarak sürdürmüştür. Şimdi olduğu gibi o sıralarda da bol suyu olan köyün çevresinde asırlık zeytin ağaçları, bağlar, bahçeler ve yaklaşık 16 dolap kuyusu bulunmaktaydı. Bu bahçelerde genellikle kavun, darı, patlıcan, kırmızıbiber ve diğer sebzeler yetiştirilmekteydi.

KÖYÜN ADININ KAYNAĞI RİVAYETİ VE KÖYÜN DİĞER ADLARI

Erken Hıristiyanlık döneminde köye ‘Komi’ (‘Gomi’) adının verilmesi M.S IV’üncü yüzyılda yaşadığı varsayılan Bitinyalı Aziz Auxentios (İksendi) ile ilgili bir rivayete dayanmaktadır. Rivayete göre Aziz İksedi, gençlik yıllarından başlayarak Anadolu’da asker olarak yetişmiş ve önemli rütbeler almış. Ancak bir gece rüyasına Meryem Ana girdikten sonra bazı asker arkadaşlarıyla birlikte inzivaya çekilmeye karar vermiş. Deniz kenarında bulunan bir gemiye binince ilahi bir güçle kendilerini Kıbrıs’ta bulmuşlar. Karaya ayak bastıktan sonra inzivaya çekilecekleri yerleri belirledikten sonra birbirlerinden ayrılmışlar. Aziz İksendi, Eptakomi (Yedikonuk) deniz kenarındaki İoution (Yudi) diye bilinen yerde bir mağaraya yerleşip dindar bir hayat sürmeye başlamış. Ölümünden kısa bir süre sonra Komi ile Nautokomi (Eftakomi – Yedikonuk) köylüleri kalıntılarının bulunduğu mağarayı ayni zamanda keşfetmişler. Bunun üzerine azizin ceset kalıntılarına sahip olmak için aralarında çok büyük bir münakaşa başlamış.  En sonunda sorunu çözmek için bir anlaşmaya varmışlar. Yaptıkları anlaşmaya göre, bir arabaya azizin kalıntıları yüklenecek ve bu arabaya biri Komi’den, diğeri de Nautokomi’den getirilecek olan iki öküz koşulacak. Kendi hallerine bırakılacak olan öküzlerin durdukları yere aziz gömülecek, oraya bir de kilise inşa edilecek. Böylece öküzlerin nerede duracağını görmek için arabanın peşine takılmışlar. Tepeleri aşan öküzler Komi’deki Aya Mavra Şapeli’nin önüne gelince durmuşlar. Ancak köylüler arasında yine ateşli bir münakaşa başlamış. Münakaşanın tam patlama noktasında, mucizevi bir şekilde yerinden doğrulan aziz sadece “buraya” anlamına gelen ‘GOMİ’ (Komi) sözcüğünü söyledikten sonra orada düşüp kalmış. Olaya mucizevi bir şekilde müdahale etmesi tartışmaları sonlandırmış. Böylece azizin cesedini Aya Mavra Şapeli’ne yerleştirilmişler ve şapelin adını Aziz Auxentios olarak değiştirirken, köye de Gomi adını vermişler. 

İacomo Franco’nun hazırlayıp 1573 yılında Abraham Ortelius tarafından “CYPRI INSULAE NOVA DESCRİPT 1573” adıyla yayınlanan Venedik haritasında köyün adı CHİONİA olarak geçmektedir. 1607 yılında Fransızca olarak Amsterdam’da yayınlanan harita ile 1649 yılında Matthaeus Merian tarafından Frankfurt’ta yayınlanan haritalarda da adı yine CHİONİA olarak geçmektedir.

Köy ilkin ‘Komi’ adıyla bilinmesine karşın, Osmanlı döneminde sonuna “ulu” anlamına gelen Kebir’in eklenmesiyle KOMİ KEBİR olarak bilinmeye başlanır. 1882 yılında Kartograf Lord Kitchener’in çizmiş olduğu Kıbrıs haritasında adı yine ayni şekilde Komi Kebir olarak geçmektedir. 1958-1959 yılında köye “Komi Kebir Büyükkonuk” adı verilir, 1999 yılında ise Büyükkonuk olarak resmileştirilir.

Nüfusu

Osmanlı ile İngiliz sömürge dönenlerinde gerçekleştirilen nüfus sayımları, karma bir nüfusa sahip olduğunu ortaya koymaktadır. Osmanlı dönemine rastlayan 1831 yılı nüfus sayımında 90 kişilik erkek nüfusunun 26’sı Müslüman, 46’sı ise Hıristiyan idi. Köydeki 50 hane evin 16’sı Müslümanlara, 34’ü ise Hıristiyanlara aitti. İngiliz Sömürge Dönemine rastlayan 6 Nisan 1891 nüfus sayımında 740 kişi olan nüfusun 231’i Müslüman, 509 kişisi ise Hıristiyan idi. 1.Nisan. 1910 tarihinde 259 haneli olan köy nüfusu 938 kişi (283 Müslüman, 655 Hıristiyan), 2.Nisan.1911 tarihlinde 295 haneli olan köy nüfusu 1167 kişi (Müslüman 315 Müslüman, 852 Rum), 27-28.Nisan.1931 tarihlerinde 359 haneli olan köy nüfusu 1330 kişi (331 Müslüman, 999 Rum), 10.Kasım.1946 tarihinde 367 haneli olan köy nüfusu 1325 kişi (Müslüman 379 Müslüman, 946 Rum) ve 11.Aralık.1960 tarihinde 384 haneli olan köy nüfusu ise 952 kişi (Türk 289 Türk, 654 Rum, 1 Ermeni ve 8 çingene) idi. 2010 yılı itibarıyla Büyükkonuk’un nüfusunun 950 kişi olduğu ve Büyükkonuk’a bağlı Tuzluca, Yedikonuk, Sazlıköy, Zeybekköy, Kilitkaya, Mersinlik ve Kaplıca ile nüfusunun 2900 kişiyi bulduğu kaydedilmiştir. 

Yaşlıların anlattıklarına göre çok eskiden köyde sadece Rumlar yaşarmış. Ancak 1800’lü yılların ilk yarısında köye Kaleburnu’ndan dört Türk aile gelmiş. Bunlardan Hüseyin Sennaro köyün Gutsuvendi Mahallesine, Osman Sennaro köyün aşağısındaki Ay. Luga Mahallesine ve Osman Nuri ile Mehmet Emin Hoca ise İstiraga Mahallesine yerleşmişler. Bunlara daha sonra gelenler de eklenmiş. Son olarak Alanya’dan gelip yerleşenler olmuş. Bunlardan biri de Abdullah Efendi adında bir hocaymış. Alanya’dan geldikten sonra köyleri gezmiş ve en sonunda Komi Kebir köyüne gelip hem öğretmenlik, hem de hocalık yapmaya başlamış. Köyde kaldığı sürelerde burasını çok beğenmiş. Köylüler de onu çok sevdiklerinden, sırf ellerinden kaçırtmamak için, onu zengin biz kız olan Büyükkonuklu Hayriye hanım ile evlendirmişler. Kutup Efendi (Kutup Osman Abdullah) ile Emin Kadın olarak anılıp hatırlanan iki çocukları olmuş. Kutup Efendi’yi babası okutmuş. Tahsilini tamamladıktan sonra bölgenin çok sevilip sayılan bir imamı ve cami vakfının başkanı olmuş. Aliye adında bir kadınla evliliğinden Hayriye ile Eşmene adında iki kızı olmuş. 1962 yılında ise vefat etmiş.

Köyün varlıklı kişileri arasında Kaleburunlu Ali Babaliki’nin kızı Arzu ile evlenen Hasan Ağa, yine Babaliki’nin diğer bir kızıyla evlenen zamanın muhtarı İbrahim Efendi, Mındıklar, Mındıkların oğullarından Halil ile İzzet, Takalliler ve Gül Ahmetler (Güllera) gösterilmektedir.

Su kaynakları

Çok eskiden köyün her tarafında su kaynakları bulunur, bu nedenle de köylüler genellikle bahçecilikle uğraşırlardı. Yakın geçmişimizde köyün ana su kaynağı, köyün kuzey batısındaki GORNO ile CERO sularıydı. Ay. Fodi dağının doğu bitişiğindeki Gorno mevkiinden çıkan ve yaz kış akan su önce Büyükkonuk-Kaplıca yolu üzerinde bulunan Cero’daki tonozlu su deposuna, sonra köy içindeki kubbeli su deposuna ve oradan da sokak çeşmelerine dağılmak suretiyle köyün su ihtiyacı karşılanmış olurdu. Köydeki kubbeli su deposu işlevini zamanla batıdaki Piknik alanına yapılan su deposu ile yeni kazılan artizyen kuyusuna terk etmiştir.

Eskiden her evde bir su kuyusu bulunmasının yanı sıra, köyün mahallelerinde de çoğunlukla ER 1952 tarihini taşıyan sokak çeşmeleri bulunmaktaydı. Büyükkonuk Belediyesi’nin arka sokağındaki en eski sokak çeşmesinin 1921 tarihli Rumca yazıtında, Loizos G. Ketis ve karısı Christinas Loizou’nun mali harcamalarıyla, oğulları Georgaki L. Filippou’nun anısına inşa edildiği kaydı bulunmaktadır.

Eski Evleri

Köy, yeşilin hakim olduğu bir dağ eteğine kurulu olduğundan bazı evler ana kayaların üzerine inşa edilmiştir. Köydeki en eski evler kerpiçten yapılmış olmasına karşın, daha sonra taştan evler yapılmaya başlanmıştır. Bu taşlar Hebo bölgesinden sağlanarak hayvanların sırtında köye getirilmekteydi. Eskiden ‘Yukarı Mahalle’ olarak bilinen köyün güneyi Türk mahallesi, ‘Aşağı Mahalle’ olarak bilinen kuzeyi ise Rum mahallesiydi. Köy geleneksel mimari özelliklerini büyük oranda korumaktadır. Dar sokakları, sokağa açılan bitişik nizamda evleri, meydanları, anayol boyunca dükkanları, resmi yapıları dikkat çekicidir. Evlerin gerisinde her türlü ev ihtiyaçlarının yanı sıra bahçe görevi de gören yeşil bir alan bulunmaktadır. Binalar genellikle benzer olmakla birlikte kemerli ve sündürmeli evler çoğunluktadır.

Tarihi Yağ Değirmeni

Antik çağlardan itibaren çok zeytin ağacına sahip olan Büyük Konuk’un yakın geçmişinden günümüze gelen en eski yağ değirmen 1870 yılına tarihlenmektedir. Bu zeytinyağı üretim atölyesi ilkin Mulla Halil tarafından oğlu Mehmet Mulla Halil’in evinin sündürmesinde kurulmuştu.1917 yılında Mulla Halil vefat ettikten sonra bu ev oğlu Mehmet Mulla Halil’e kalınca zeytin yağı değirmeni ile pres şimdiki eve Mulla Halil’in büyük oğlu Mustafa Mulla Halil tarafından taşınmıştır. İlk zamanlar zeytinlerin ezilmesini sağlayan yağ değirmenin tekne ile silindirik kısımları taştan, ezilen zeytinlerin sıkılması amacıyla kullanılan burgu şeklindeki pres ise çam ağacından yapılmıştı. İnsan ve hayvan gücüyle çalışan değirmende Eylül ayında olgunlaşan zeytinler ezilir, sonra da ‘harar’ denilen keçi kılından yapılmış torbalara konarak insan gücüyle çalışan preste sıkılarak yağ elde edilirdi. 1930 yılında ahşap presin yerini yine insan gücüyle çalışan şimdiki madeni pres almıştır. Köydeki ‘Kooperatif Yağ Fabrikası’ kurulduktan sonra bu atölye 1986 yılında tamamen kapatılmıştır. Zamanla yok olma sürecine giren yağ değirmen evinin geleneksel Kıbrıs kerpiç mimarisi, Halk Sanatları Derneği (HAS-DER) ile USAID-SAVE işbirliğiyle restore edilerek topluma kazandırılmıştır. 2006 yılında başlayan restorasyon çalışmaları yaklaşık iki yıl sürdükten sonra 18.Mayıs.2008 tarihinde düzenlenen bir törenle “HASDER Değirmen Kültür Evi” adıyla hizmete açılmıştır. Zeytinyağı üretim atölyesinin bir odasında zeytinyağı üretiminin tarihçesi ile üretim aşamaları sergilenirken, burada ayrıca HAS-DER Vakfı, Büyükkonuk Belediyesi ve SAVE işbirliğiyle geleneksel el işleri eğitimi de verilmektedir. Bu projeyle Büyükkonuk ile çevresindeki köylerde yaşayan halkın el sanatları alanında eğitilerek üretici duruma getirilmeleri ve kendileri ile bölge ekonomisine yarar sağlamaları hedeflenmiştir. Talebe bağlı olarak açılan kurslarda Karpaz dokuma, Lefkara işi, ipek kozası işi, geleneksel dokumacılık, ahşap oymacılığı ve sele-sepet örücülüğü eğitimleri verilmektedir. Ayrıca bu binada bölgeyi ziyaret eden yerli ve yabancı konuklara turizm danışmanlık hizmeti de verilmektedir.

Ayios Auxentios (İksendi) Kilisesi

Yerleşim biriminin ana kilisesi olup köyün doğu girişinde yer almaktadır. Kilise ile aziz İksendi’ye ilişkin olarak yukarıda anlattıklarımızın dışında başka rivayetler de günümüze kadar gelmiştir. İlk anlattığımız rivayete göre, Aziz İksendi’nin cesedini taşıyan arabaya koşulu öküzler Ay. Mavra Şapeli’nin yanında durduktan sonra cesedi buraya defnedilmiş, kilisenin adını da Ay. İksendi olarak değiştirilmişti. Ancak bir başka rivayete göre, köylüler azizin adına özel bir kilise yapmışlar ve kilisenin merkezi kemerine yaptıkları küçük bir odaya cesedini yerleştirip girişini kapatmışlar. Bu oda kilisenin iç kısmındaki kuzey kemerinin bir ucunda halen görülmektedir.

Kilisenin yapılışıyla ilgili diğer bir rivayete göre, Aziz İksendi bir köylünün rüyasına girerek kilisesinin yapılmasını ve bu nedenle de köyün civarında bulunan çok büyük bir kayanın köye getirilerek kilisenin yapımında köşe taşı olarak kullanılmasını söylemiş. Köylü ertesi gün rüyasını köylülere anlatmış. Böylece arabalarıyla o yere gitmişler, kutsal sayılan bu taşı arabaya yükleyerek köye getirmişler ve onu kilisenin yapımında köşe taşı olarak kullanmışlar. Şu anda üzerinde küçük nişler bulunan kilisenin kuzeybatı köşesindeki taşın bu taş olduğuna inanılmaktadır.
Sündürmenin batı girişindeki kabartma kitabede bir haç ile muhtemelen kiliseye sonradan eklenen sündürmenin yapım tarihi olan 1842 tarihi kayıtlıdır. Kilise 1859 yılında restore edilmiştir.
Kilisenin batı cephesindeki meydanda, zeytinlerin toplanmasının başlangıç günü olan 28 Eylülde “Ay.İksendi Panayırı” ile “Zeytin Panayırı” adlarıyla bilinen büyük bir panayır kurulurdu. Panayırın ilk günü tüm civar köylerdeki Rumların katılımıyla kilisede büyük bir ayin düzenlenirdi. Üreticiler buraya ürünlerini getirip satarlar, ellerine geçen parayla da bir yıllık ayakkabı, çizme, elbise, lambasuyu ve kısaca iğneden ipliğe tüm ihtiyaçlarını satın alırlardı.

Cami ve Eski Sibyan Mektebi

Köyün büyük olan en eski camisi 1873 yılında inşa edilirken, 1904 yılında yanına bir de okul yapılmıştı. Ancak zamanla harap olduklarından 1952 yılında yıkılarak şimdiki binanın cami ve okul olarak ayni çatı altında yeniden inşa edilmesi, ikisi arasında bir kapının bulunması, minaresiz olması ve avluya ise tuvalet, abdest alma yeri ve bir deponun inşa edilmesi planlanmıştır. Böylece yıkım ile inşaat işine 1952 yılında Trikomolu Georghios P. Kontopyrgos tarafından başlanmış ve 2000 Kıbrıs lirasına mal olan inşaat 1953 yılında tamamlanmıştır. İki odalı olan binanın doğudaki odası 1974 yılına kadar okul olarak, batıdaki odası ise cami olarak kullanılmıştır. 1974 yılından sonra tamamı ilkokul olarak kullanılırken, köydeki Ay. Yorgi kilisesi ise cami olarak kullanılmaya başlanmıştır. Ancak 4.11.1997 – 4.5.1998 tarihleri arasında binaya şimdiki minarenin eklenmesiyle cami olarak kullanılmaya başlanmış, avlusuna ise 1.3.199 – 4.6.1999 tarihleri arasında bir de şadırvan yapılmıştır.

Eski caminin inşa edilişi ile ilgili bir söylence günümüze kadar gelmiştir. Söylenceye göre Osmanlı idaresinin hüküm sürdüğü 1873 yılında Kıbrıs’ta çok büyük bir kuraklık baş göstermiş. Bu nedenle o zaman Anadolu’dan gelen buğdaylar köylerde muhtar ile azalara teslim edilir, onlar da 15 günde bir olmak üzere bunları köy halkına dağıtırlarmış. O sıralarda şimdiki caminin bulunduğu yerde köyün muhtarı olan Bulguri’nin dükkanı varmış. Köy için getirilen buğdaylar Bulguri’nin dükkânına konup kilitlenmiş ve anahtarı da ona teslim edilmiş. O sırada Bulguri’nin kardeşi olan Vijiro da muhtar azalarındanmış. Ancak bir süre sonra Bulguri’nin dükkândan buğday çaldığını fark etmiş. Osmanlılardan korktuğu için olayı gidip yetkililere anlatmış. Bunun üzerine Bulguri’nin dükkânına devlet el koymuş ve aynı yıl buraya büyük bir cami yapılırken, bahçesi de camiye yardım yapanlar ile arazi bağışlayan zenginlerin gömüldükleri bir mezarlık olarak kullanılmaya başlanmış. Cami ile arazisi 5-10 yıl devlette kaldıktan sonra vakıf olmuş. Mezarlık alanındaki taştan yapılmış olan mezarlardan sadece bir tanesi günümüze gelmiştir. Şematik bir insan şeklinde olan baş taşının yazıtı okunamayacak şekilde yıprandığından, mezarın kime ait olduğu kesin olarak bilinmemektedir. Yine de bu mezarın camiye arazi bağışlayan köyün zenginlerinden Hasan Ağalar ailesinden birine ait olduğu gibi, Kridya (Kilitkaya) imamı Mahmut Efendi’ye ait olduğu da öne sürülmektedir.

DEVAMI HAFTAYA

Bu haber toplam 5273 defa okunmuştur
Adres Kıbrıs 131. Sayısı

Adres Kıbrıs 131. Sayısı