Konjonktürün Bugün İfade Ettikleri ile Seçmenin Seçme Gerekçeleri
Kıbrıs meselesine kimsenin etkili bir çözüm önerisi getirememesi ve özellikle bundan yola çıkarak Kıbrıslı Türklerin masada tek başına bir değişiklik yapamayacağı fikrinin ağır ağır kabullenilmesidir.
Mustafa Özbilgehan
[email protected]
Seçime yaklaştıkça nabzı zaten normal zamanda çok yüksek atan toplumumuzun kalp atışlarının daha da hızlandığını görmemiz mümkün. Hiç olmadığı kadar çok seçenekli bir Cumhurbaşkanlığı seçimine giderken günlük sohbetlerimizde konuştuğumuz her bir kişinin farklı bir adaya yakın hissetmesini yadırgamamak gerekir. Kesin olarak yüzde beşi geçmesi beklenen altı adayın olduğu seçimde bu ana akım adaylar için halk arasında fikir ayrılıkları olduğu çok aşikârdır. Aklın yolu birse eğer, bu kadar fikir ayrılığının sebebi nedir ve neden bu kadar çok seçenek masanın üstündedir?
İstenilen sonuçlara bir bütün olarak ulaşılamadığında seçmenin bütününün rasyonel tercihler yapan bir grup olarak ele alınmamasını önerenler olur. Örneğin partisi bir patatesi aday gösterse dahi o adayı destekleyeceğini söyleyen bireyler birçokları için rasyonaliteden uzak görünür. Hâlbuki aslında bu tercihin yapılmasında da değerlendirilen birtakım faktörler vardır. İlgili partiye duyulan aidiyetin sebebi gerek kişisel gerekse çevresel çıkarlara dayalı olabilecektir. Bu da rasyonaliteyi söz konusu kılar. Seçmenin bir kısmı toplumsal çıkarlara dayanarak “doğruyu” bulmaya çalışırken seçmenin hiç de azımsanamayacak ölçekteki kısmı da bireysel çıkarlara dayanarak “doğruyu” bulmaya çalışır. Bu farklılık rasyonaliteden uzaklaşmak olarak değil farklı önceliklerin bulunması olarak açıklanmalıdır. Yani mantık düzlemi tek yönlü değil çok yönlüdür. Gelgelelim seçmenin bir kısmı da toplumsal yahut kişisel çıkarlara dayanarak değil bunların aksine de olacak olsa bir partiye ya da görüşe duyduğu aidiyet hasebiyle oy kullanmaktadır. Bu kısmın bazen rasyonel kararlar vermediğini söylemek kabul edilebilir bir yaklaşımdır.
Seçmenin önemli bir kısmı belirli bir mantığa istinat ediyor ise görüş farklılıklarını açıklamak için farklı bir enstrüman kullanılması gerekir. Bu konuda mesele zannımca Cumhurbaşkanlığı makamının ne anlam ifade ettiğiyle doğrudan alakalıdır.
Devletin başının ve hükûmetin başının ayrı olması fikri esasen monarşi kaynaklı bir düşüncedir. Günümüzde özellikle bizim gibi Cumhurbaşkanı yetki ve sorumluluklarının kısıtlı olduğu sistemlerde esasen bu görev semboliktir. Cumhurbaşkanı makamının sembolik olmadığı ve siyasi bir fikir etrafında siyasi bir seçim hâline gelebileceği ana nokta ise Kıbrıs müzakereleridir. Gerek anayasa gerekse demokratik teamüllerin gerektirdiği noktada halk esasen bir görüşmeci seçmekte ve bundan önceki seçimlerde iki ana düşünce arasında hangi fikrin görüşmelerde daha doğru olacağı üzerinden tartışmaktaydı. Yani kısaca Cumhurbaşkanlığı makamının ana siyasi meselesi Kıbrıs sorunu olup adayların ana propagandası ve fikir üretme alanı Kıbrıs sorunu ile nasıl çözüleceği üzerineydi. Bugünkü seçimlerin bu noktadan uzaklaşmasının en büyük sebeplerinden bir tanesi Kıbrıs meselesine kimsenin etkili bir çözüm önerisi getirememesi ve özellikle bundan yola çıkarak Kıbrıslı Türklerin masada tek başına bir değişiklik yapamayacağı fikrinin ağır ağır kabullenilmesidir.
Crans-Montana sonrası federal çözüme inanan kitlenin liderleri suçu Kıbrıslı Rum lidere yıkmış ve kendisinin uzlaşmaz tutumunu federal çözüm önündeki engel olarak göstermişti. O gün de benzer tespitleri yapıp birçok kez dillendirdiğim bir gerçek bugün o adayların karşısına çıkageldi. “Eğer Kıbrıslı Rum lider uzlaşmaz bir tutumdaysa o masada olduğu sürece siz bu meseleyi nasıl çözeceksiniz?” sorusu bugün doğrudan olmasa da dolaylı olarak federal çözüm destekçisi olan adayların karşısındadır. Halkın esasen federal çözüme yönelik istekleri olsa da inançlarının kırılmış olması federal çözüm savunacak adayları farklı çıkış noktaları bulmaya itmiştir. Madalyonun diğer yüzünde özellikle Crans-Montana sonrası Türkiye yetkililerinin iki devletli çözümle ilgili konuşmasından destek bulan çözüm karşıtı kesim ise halka ilk etapta bu minvalde bir çıkış sunmaya çalışsa da bütünlüklü olarak iki devletlilik prensibinin altının hukuki olarak doldurulamadığı gerçeği karşısında propagandanın odak noktasına Doğu Akdeniz’deki haklar getirilmiştir. İki devletlilik fikrinin istenildiği gibi rezone etmemesinin de sebebi yıllarca bunun gerçekleştirilemediğinin halkın ciddi bir kısmı tarafından bilinmesidir. Bu iki ana fikir karşısında ana akım adayların bazıları -siyasi kariyerlerini kutuplaşmalar üzerinde orta yol çizmekle sürdürdükleri göz önünde bulundurularak- bir orta yol olarak çözümden önce iş birliği yapılacak yolları ortaya koymakta ve bir fikirsel dayanak bulmaktadır.
Mesele artık Kıbrıs sorunu özelinden çıktığı zaman adaylar artık Kapalı Maraş gibi ya da Doğu Akdeniz’deki gaz gibi aslında Cumhurbaşkanlığı makamının görev ve yetkisi dâhilinde olmayan meseleleri seçim malzemesi etmiştir. Bu da seçimi alışılagelmiş mantık düzleminden çıkartmış ve farklı şeyleri tartıştırır hâle getirmiştir. Ortada ister istemez Kıbrıs sorunun nasıl çözüleceğine dair ne federasyona yönelik bir argüman, ne parça parça çözünmeye yönelik bir hareket planı, ne de iki devletliliği ortaya koyacak rasyonel bir açıklama vardır. Yani işin özünde Kıbrıs meselesinin çözümüne ilişkin fikirler yavaşça tartışmanın dışına itilmiştir.
Cumhurbaşkanlığı seçimi, çözümden uzaklaşmamız ve belki de artık masada sandığımız kadar etkili olmadığımızı hissetmemiz sebebiyle ana öznesi olan Kıbrıs sorunu bağlamından çıkmıştır. Adaylar seçimin esas noktasında çok da yaratıcı ve bağlayıcı bir politika ortaya koyamadığından seçimi giderek farklı bir noktaya çekmiştir. Bu da ana öznesi çıkartılmış Cumhurbaşkanlığı makamının sembolik bir devlet başkanlığı statüsüne getirilmesi anlamına gelir. Hâl böyle olunca da mevcut seçim, adayların neyi savunduğundan çıkmış ve aslında adayların ne için durduğuna evrilmiştir.
İşte bu noktada en başta giriş yapılan rasyonel tercih yapma meselesi ortaya konur. Oy vermek için bu kalabalığa baktığı zaman seçmen Cumhurbaşkanlığı makamının ana öznesi olan meseleyi göremez. Bu durumda adayların aslında hükûmetlerin görevlerini liderliğin göreviymişçesine addedip savunmalarıyla karşılaşır. Bunlara pek tabii itibar eden olsa da hem adayların tercih ettiği ana propaganda amacı hem de seçmenin tercihin yaparken değerlendirdiği ana mesele adayların ne için durduğudur. Bu da kimilerince doğal olarak rasyonaliteden uzaklaşmak anlamına gelir.
Bu noktada her bir adayın destekçisi diğer tüm adayları ve seçmenlerini rasyonel olmamakla yargılayabilir. Çünkü aslında her bir adayın ifadeleri değerlendirildiğinde mantıksal eksiklikler görmek zor olmaz. Ancak meselenin bu denli büyütülmemesi anlatıldığı üzere adayların seçildikten sonra ne yapacaklarından ve hatta kim olduklarından ziyade ne için durdukları üzerinedir. Özellikle bazı adayların rasyonalite temelli seçim çalışması bu sebeple tam karşılık bulmamaktadır. Seçmen belirli bir mantığa göre hareket etse de bu mantık ille o mantık olacak değildir.
Cumhurbaşkanlığı makamının ana öznesinin seçim tartışmasından yitirilmesi makamın daha da sembolikleşmesiyle sonuçlanmış bu da aslında rasyonel tercihi makamda neler yapılacağı üzerinden değil başta adayın ne için durduğu olmak üzere diğer faktörlere itmiştir. Bu da bazı adayların seçim stratejilerine tezat oluşturarak aslında seçmenin reaksiyonunun ve mantığının işi en iyi bilenden ziyade iradesini ortaya en iyi koyacak olana yönelmesine yol açmıştır. Kimilerince anlamsız ya da kirli görülebilecek bu durum aslında makamın bugün geldiği hâlin doğal sonucudur. Masada ve Kıbrıs sorununun genelinde statükoyu hem federal çözüme hem de iki devletliliğe doğru değiştirebilmeye yönelik oluşan inançsızlık seçimi bu tartışmadan ötede bir lider seçimine götürmüştür. Toplum ciddi bir var olma kaygısı ve kavgası verirken bu konjonktürde halkın değerlendirdiği mantık düzlemi de ister istemez bununla alakalıdır. Uluslararası gerginlik giderek artarken seçmen içi boşaltılmış olan makamda ne yapılacağına ilişkin değil bu karmaşanın içerisinde var olma kaygısıyla oy verecektir. Burada adayların kimisinin bu gerginlik içerisinde masada “Türkiye ile var olma” prensibiyle destek araması, kimisinin de ayrı bir oyuncu olarak “Türkiye’ye rağmen var olma” temasını ortaya koyması anlaşılabilirdir ve seçmenin bu olguları gözeterek karar vermesi de belirli bir mantık düzleminde değerlendirilebilir.