Koordinasyon Ofisi ve Siyasi İrade Problemi
Koordinasyon Ofisi ve Siyasi İrade Problemi
Mustafa Öngün
[email protected]
Bildiğiniz gibi bir süredir gündemde TC ile KKTC arasında yapılan koordinasyon ofisi anlaşması var. Gerek Tufan Erhürman gibi önemli hukukçular, gerekse milletvekilleri ve sivil toplum örgütleri bu anlaşmanın çeşitli sebeplerle hukuka aykırı olduğunu her fırsatta söylüyorlar. Dahası Başsavcılığın görüşüne göre de anlaşma hukuka aykırı.
Bu ana soruna katılmakla birlikte, koordinasyon ofisi anlaşmasının en az hukuka aykırılığı kadar önemli ve bizim koşullarımıza has bir başka büyük problemin yansıması olduğunu da hatırlatma ihtiyacı içindeyim: Sorun, kimi zaman adına özne olma problemi de dediğimiz ve uzun yıllardır peşimizi bırakmayan siyasi irade problemine de dayanmaktadır.
Siyasi irade problemini haklı olarak birçoğumuz KKTC’nin tanınmaması, Kıbrıs sorunu ve TC ile ilişkiler kapsamında dile getirmektedir. Bu haklı bir söylemdir, çünkü bildiğimiz gibi adanın kuzeyine yönelik belli bir irade beyanı yapmamıza rağmen, bu bölgenin sınır, nüfus, asker, polis ve merkez bankası gibi önemli kurumsal alanlarında tam olarak söz sahibi değiliz. İrade probleminin bu yönü, oldukça sık dile getirildiğinden ve hatta zaman zaman içinin boşaltıldığından dolayı, burada bu noktalar üzerinde durmak yerine problemin bir başka boyutuna parmak basma niyetindeyim.
Anlaşmanın özellikle 3. maddesinin (g) bendi, TC’nin belli alanlarda bizim kurumlarımızın onayına ihtiyaç duymadan hareket edebilmesine fırsat verir. Ancak siyasi irade probleminin esas vuku bulduğu yer, bizim siyasi elitlerimizin tutumlarıdır. Bunu size kısaca anlatmaya çalışacağım.
Gerek Serdar Denktaş gerekse Özkan Yorgancıoğlu ve CTP içerisindeki bir takım milletvekilleri, bu anlaşmanın gençlik, kültür ve spor alanlarına ekonomik olarak katkı yapabileceğine; irade veya yetki devri ile yakından ilişkili olmadığına inanıyorlar. Bunun doğru olmadığını düşünmekle birlikte, doğru olduğunu varsaysak bile siyasi irade problemi yine karşımızda durmaktadır. Çünkü bu anlaşmanın gerekli olduğuna karar verilirken, söz konusu alanda faaliyet gösteren hiçbir paydaş (sivil toplum örgütü) ile istişare edilmemiştir. Bu anlaşmanın cevap vereceği ihtiyaçları belirlemek adına herhangi bir sosyal, kültürel veya ekonomik çalışma, toplumla paylaşılmadığı gibi yapılmadığı da bilgimiz dâhilindedir.
Tam da bu noktada siyasi iradenin ne olduğunu hatırlamalı (veya hatırlatmalıyız). Siyasi irade dediğimiz şey; iradesi altında olan kurumları yerel halka açtığı veya açabildiği ölçüde var olur. Eğer bu kurumlar ve yetkilileri durmadan yerel halktan ve onun oluşturduğu sivil toplum örgütlerinden kopuk ise; onlardan habersiz, onlarla alakasız bir biçimde hareket ediyorsa, ortada siyasi irade yok demektir. Bu anlaşmanın gerekliliğine yönelik kararın ve anlaşmanın kendisinin yerel halktan tamamen kopuk bir biçimde gerçekleştirilmiş olması siyasi iradenin tam anlamıyla bir siyasi irade olmadığını gösteriyor.
Oysa siyasi irade sahibi olan veya olduğunu iddia eden bir iktidar, katılımcı bir çalışma sonucunda bu gibi bir ihtiyacın olduğuna kanaat getirir ve böyle bir anlaşma girişiminde bulunur. Bizim siyasi irade olma iddiasında olan yöneticilerimiz ise böyle bir girişimde bulunmamakla, siyasi iradenin halkta olmadığını bir kez daha gözler önüne sermiştir.
Sorun sadece bu aşamada da değildir. Siyasi irade problemi açısından daha da vahim olan, anlaşmanın gündeme gelmesinin ardından yaşanan süreçte gizlidir. Anlaşmanın gündeme gelmesiyle birlikte bir takım milletvekilleri, siyasi partiler ve hatta parti tabanları anlaşmaya karşı çıkmıştır. Medyada etkili olan birçok yazar ve entelektüel anlaşmanın sorunlu olduğunu dile getirmiş ve reddedilmesi konusunda görüş sunmuştur. Ayrıca (ve daha da önemlisi) anlaşmadan haberdar olan 71 sivil toplum örgütü bir araya gelerek, anlaşmayı reddeden bir platform oluşturmuştur. Reddediyoruz Platformu’nu temsilen yapılandırılan komite ise başbakan Özkan Yorgancıoğlu ve yardımcısı Serdar Denktaş ile görüşmeler gerçekleştirmiştir. Özellikle Başbakan, yapılan görüşme neticesinde Başsavcılık görüşüne aykırı davranılamayacağını belirtmiş, anlaşmanın meclisin gündemine getirileceği taahhüdünü vermiştir.
Peki, bütün bunlara rağmen ne olmuştur? Konu bakanlar kurulunun gündemine bile alınmamıştır. Dahası, basında anlaşmanın işleyişine yönelik bazı adımlar atıldığına dair şaibeli haberler çıkmıştır. Kısacası anlaşmanın gündeme gelmesinden sonraki süreçte parti tabanları, sivil toplum örgütleri ve hatta milletvekilleri yok sayılmıştır. Bu anlaşma, yerel halka rağmen yapılmış ve yine yerel halka rağmen iptal edilmemiştir. Ve 40 yıldır olduğu gibi bir kez daha siyasi irade halkın değil, siyasi elitlerin iradesi olduğunu gözler önüne sermiştir. Koordinasyon ofisi anlaşması işte bu nedenle hukuka aykırı olması yanında ve belki de daha önemli olarak Kıbrıslı Türklerin siyasi iradesini, kendi siyasi elitleri tarafından gasp edilmesinin bir resmidir.