Kopuş
AB zirvesinde iki gün önce alınan karar ve ardından aşağıda belirttiğim tepkiler, içinde bulunduğumuz tablonun dışavurumundan başka bir şey değil. Bir süreden beri tartışmaya çalıştığımız, egemenlik iddiası üzerinden Doğu Akdeniz’de konumlanma çabası ve diğer siyasi söylemlerin bizi nasıl bir “girdap” içerisine çekebileceği konusuydu.
Kıbrıslı Türkler olarak sürekli bir çözüm siyaseti üretmediğimiz; bunu açıkça ve yüksek bir özgüvenle BM parametreleri bağlamında kurguladığımızı yansıtmadığımız; müzakere masasının kurulmasında etkin olmadığımız; AB ile ilişkilerimizi bu siyaset üzerinden geliştirmediğimiz, yoğunlaştırmadığımız; Türkiye’nin de bu bağlamda diplomatik hamle yapmasını istemediğimiz; özellikle son dönemde bizim yerimize Türkiye bürokratlarının Kıbrıs sorununda açıklama yapmasının uluslararası bağlamda yarattığı büyük kafa karışıklığını fark etmediğimiz/önlemediğimiz sürece… “özne” olma işini bir kalem geçelim!
Şu nedenle geçelim: 1950’li yıllardan itibaren Kıbrıs’ın sorunu Kıbrıslı seçkin milliyetçilerin sorunu olagelmiştir… Bunu “egemenlik meselesi” olarak gören ve “egemenlik” üzerinden “okuyup” tanımlayanlar asla bu sorunu aşmak, çözmek istememiş; zamana yayarak ve farklı modeller önererek adım adım hedeflerine ulaşmayı gözetmişlerdir.
Kıbrıslı Rum seçkin milliyetçileri, ada üzerindeki “Elen” hakimiyetinin teslim edilmesi;
Kıbrıslı Türk seçkin milliyetçiler ise, adanın yarısı üzerinde ayrı, etnik olarak temiz, kültür olarak Türkleştirilmiş ya da İslam Türk kültürüne oturtulmuş bir düzen arzusunun siyasetini yapagelmişlerdir.
Dolayısıyla örneğin, tarihsel bağlamda Denktaş’ın çok önemli olduğunu düşündüğümüz federasyonu önermesini ve diğerlerini, kendi konjonktürleri bağlamından asla koparmadan okumak gerekir. (Aynı Denktaş’ın “12’ye 5 kala” adlı küçük kitabı ideolojik duruş açısından kendisinin dayandığı görüşlerin temel bir göstergesidir.) Konjonktürden ve özünden kopardığımız nokta, bizim tarihi okuma anlamında yanılgıya düştüğümüz bağlam haline geliyor.
* * *
AB Konseyi ne açıklama yaptı ? "AB Konseyi, Türkiye'nin Doğu Akdeniz ve Ege Denizi'nde devam eden yasa dışı faaliyetlerini güçlü şekilde kınıyor ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) ile Yunanistan'la olan tam dayanışmasının altını çiziyor.” Ayrıca Türkiye'ye "bu faaliyetlerine son verme" ve "GKRY'nin AB ve uluslararası hukuk uyarınca egemenliğinden kaynaklanan doğal kaynaklarından faydalanma hakkına saygı duyma" çağrısı yapıldı. (AA.)
Hemen ardından Türkiye Dışişleri Bakanı Sözcüsünden cevap geldi : “AB Zirvesi'nde yine Rum - Yunan tezlerine hizmet eden ülkemiz aleyhine kabul edilemez ifadeler içeren bir yazımla karşı karşıya kaldık. AB bu iki ülkeye yalnızca üye oldukları için, haklı olup olmadıklarına bakmaksızın destek veriyor. Burada biz şunu anlıyoruz; AB, Kıbrıs konusundaki tarafsızlığını tamamen yitirmiştir. 2004'te de biz bunu gördük. Aynı filmi tekrar yaşıyoruz. Bu tutum devam ettiği sürece AB'nin Kıbrıs meselesinde üçüncü bir taraf olarak kabul edilmesi mümkün değildir.”
Bu arada: Kıbrıs Rum Meclis Başkanı Dimitris Şilluris, AB’nin Kıbrıs sorununda izlediği eşit mesafe politikasından vazgeçmesi gerektiğini söyledi. (Haravgi)
* * *
Kıbrıs sorununda, nerede duracağı belli olmayan ciddi bir eksen kaymasında olduğumuzu düşünmek mümkün. Eksen kayması, bugüne dek sürdürülen ve müzakerelerin omurgasını oluşturan temeller üzerinden çıkıp, “kaygan” bir alana geçişe işaret ediyor.
Belli bir stratejiden yoksun bu “kaygan” alanda nasıl tutunacağımız, nasıl bir yol kuracağımız belirsiz. Ancak belli olan şu var: Bu yol, yol değil.
Bu kopuş ile Kıbrıs sorunu çerçevesinde yeni zorluklar her bağlamda kapıda bekliyor olacaktır…