KOPUŞSA KOPUŞ!
"İçindeki Devi Uyandır" ve "Sınırsız Güç" kitaplarının popüler yazarı ve "Yaşam Koçluğu" mesleğinin ilklerinden olan Anthony Robbins'in; matematik dersinde öğretmen ders anlatırken uyuyup kalan bir öğrenci ile ilgili anlattığı ilginç bir hikayesi vardır:
“Ders sırasında uyuyan öğrenci, dersin bitiş zili çalınca uyanır ve herkes sınıftan çıkarken tahtada gördüğü iki problemi, Öğretmenin öğrencilere evde yapılması için verdiği bir ev ödevi olduğunu düşünerek defterine geçirir...
Eve gider ve bütün gün bu iki problemi çözmeye çalışır...
Problemlerin hiçbirini de o gün çözemez; ancak hafta sonu da dahil bütün hafta boyunca problemleri çözmeye odaklanıp çözüm çabasını sürdürür.
Sonunda problemlerden birini çözer ve sınıfa getirir...
Öğretmen problemin birinin çözüldüğünü görünce şaşırıp kalır.
Çünkü bu iki problemi öğretmen, çözümü olmayan problemlere örnek olarak tahtaya yazmıştı.!
Eğer ders sırasında uyuyan ve bunları ödev sanan öğrenci bu durumu bilseydi, büyük olasılıkla o da problemleri çözmeye çalışmayacak ve muhtemelen de o problemi çözemeyecekti...
O, kendi kendine çözümün mümkün olmadığını söylemediği için, çözmesi gerektiğini ve çözebileceğini düşünerek zor da olsa en sonunda çözümün bir yolunu buldu...”
Evet...
Yukarıdaki hikâyeden çıkarılacak kıssadan hisse, sizin de malûmunuz üzere mevcuttur...
***
İnançlarımızı, hedeflerimizi, insan kaynağı başta olmak üzere kaynaklarımızı, kısa, orta ve uzun erimde yapabileceklerimizi tekrardan gözden geçirmeliyiz...
"Karar vermek" oldukça kompleks ancak sistematik bir süreç gerektirir ve zordur da.
Öncelikle, karşılaşılan ya da önlem alınmazsa karşılaşılabileceği öngörülen krizleri tarar, gerektiğinde tedavi eder, gerektiğinde de önlem ve değişim hedeflerini bir vizyon ile ortaya koyarsınız...
Bunlar birer karar olarak kabul edilebilir.
Ama kararlarınızın ardından sizi hedeflediğiniz sonuca ulaştıracak önce herhangi bir stratejik plân ve ardından da hiçbir eylem gelmiyorsa; denilebilir ki başta alınan kararlar gerçek kararlar değildir;
hatta o kararların başarısız kararlar olduğu ve temennilerin ötesine geçemediği de söylenebilir...
Bu kararı alana sormak gerek...:
"Sen o kararı bilinçli bir çabayla almadın mı?”
"Verdiğin kararın tamamen bilincinde, donanımında ve becerisinde değil misin?”
"Verdiğin kararı "akla uygun karar" olarak değerlendirmedin mi?”
"Eğer bu sorulara cevabın "evet" ise; Bunları uygulamak gerekmiyor mu?
***
Kopuş; bir problemin çözümüne dönük kararların ve dünyayı anlamaya yarayan paradigmanın değişim ve dönüşüme uğrayarak alınan kararların terk edilmesi olarak açıklanabilir...
Yani bir başka deyişle, kopuş; bakışın dönüşüme uğraması anlamına gelir!
Öyleyse eğer ve dünyaya ya da problemlerin çözümüne dair bakış ve görüşlerin öncekilere göre değiştiyse, yani koptuysa, halâ daha kopmamış gibi davranarak öz bakışının değişmediğini deme bari be güzel kardeşim!
Bırak da kopacaksa kopsun!
Bilgilerimiz üzerinden tartışma yapılması, kalkınma programları, insana dair sosyal ve siyasal projeler ortaya konması değil miydi esas olan?
Fakat gelin görün ki; KKTC’deki siyasal bilinç, kasten "yaya bırakılmış"tır...
Türlü ikilemlerle buluşturulmuştur süreç içinde hem siyasiler hem de toplumun bizatihi kendisi...
Genci/yaşlısı, federalisti/entegrasyoncusu, Türkçüsü/Rumcusu/, biz yöneteceğiz diyeni/biz hiçbir şey yapamayız diyeni, Amerikacısı/Avrupacısı, Şeyhi/Lideri, müridi/üyesi, üretmek isteyeni/üretmeyeni ve daha nice ikilemler içerisinde gün geçtikçe edilginleşen, rıza gösteren ve güvenini kaybetmiş bir toplum...
İşte tüm bu ikilemler ve kutuplaşmalar iliklerimize kadar işlerken, toplumu dönüştürecek boyutta insana yatırım yapmaz ve reform adına sistemin arızalarını tamirle uğraşırken, Kıbrıs’ın kuzeyinde siyasal, sosyal, ekonomik ve her türlü bilinç bugünkü çıkmazlara getirilircesine ve hatta gözlerimizin önünde kasıtlı olarak yaya bırakılmıştır...!
Çıkmaza sürüklenmiştir...!
Ne yapılacak şimdi peki?
"Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olduk" mu denilecek?
Bulunduğumuz bu konjonktürde, insiyatif sahipleriyle adil bir biçimde uzlaşma sağlayamamak,
toplumu insanca bir yaşama taşıyamamak, "kazan-kazan" modelini kurmakta türlü zorluklar çekmek,
belki de reformların değil de köklü değişimlerin ve hatta bir sosyal ve toplumsal uyanışın başlangıç noktasıdır...