‘Korkmadan insanca yaşayabilmek’
‘Korkmadan insanca yaşayabilmek’
İlke Gürdal
[email protected]
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin ilan edildiği 10 Aralık 1948 tarihinden günümüze 67 yıl geçti. Milyonlarca sivil ölümü ve soykırımı yaşatmış İkinci Dünya Savaşı’nın acı tecrübeleri üzerine hazırlanmış ve insana doğuştan gelen temel hakları vermeyi hedefleyen bu bildirinin 1. maddesi ‘Bütün insanlar özgür, onur ve hakları yönünden eşit doğarlar. Akıl ve vicdana sahiptirler’ cümlesidir. İnsanların din, dil, ırk ya da siyasal inanç gözetilmeden bu haklara tabi olduğu da ayrıca vurgulanır.
Bu idealist yaklaşımın öngördüğü dünya düzeninin günümüzde var olmadığı su götürmez bir gerçek. İnsanlar hukuken eşit doğsa bile sonrasının herkes için farklı olduğu, belli coğrafyalarda doğmanın bir dezavantaj ya da avantaj olması günümüzde geçerliliğini koruyor.
Aslında, bir korku iklimi içinde yaşıyoruz. Kimimiz işini kaybetmekten, kimimiz para kaybetmekten bazılarımız ise hayatını kaybetmekten korkmakta. Bununla beraber dünyadaki yoksulluğun günden güne artması ve kaynakların hızlıca tükenmesi, iklim değişikliğinin etkilerinin hissedilmesi, 1948’ den bu yana insan güvenliği ve dolayısıyla insanca yaşama konusunda sıkıntıların aşılamadığı gerçeğini gözler önüne sürüyor. Son 60 yıldaki en büyük ilerleme küresel kapitalizmin yayılmasında oldu dersek yalan söylemiş olmayız.
Avrupa’da hala devam eden ekonomik kriz, gelir dağılımındaki uçurumlar, artan aşırı milliyetçi eğilimler ve göçmen karşıtlığı, Güney Avrupa ülkelerindeki karamsar tablo, özellikle genç bireylerin işşizlik oranı sosyal ve ekonomik haklarından mağdur kalmış ve gittikçe fakirleşen bir neslin haklı tepkisine yol açmaktadır. Bu insanların geleceğe karamsar bakmasına sebep olmaktadır. Avrupa entegrasyonunun günden güne geliştiği ile övünen ve Avrupadaki insan haklarını korumakta en yetkili organlardan biri olması gereken Avrupa Birliği hemen hemen hiçbir konuda birlik olarak bir duruş sergilememektedir. Bunun en son örneği Paris saldırılarını fırsat bilen ve AB’ nin üye ülkelere belirlediği sığınmacı kotasını reddeden Polonya ve Macaristan oldu. Avrupadaki gelişimin ekonomik işbirliği yönünde daha başarılı olduğu ortadadır.
İçinde bulunduğumuz coğrafyadaki durum pek iç acıcı deil. En temel insan hakkı olan yaşam hakkının bile tam anlamıyla varolmadığı bir düzenle karşı karşıyayız. Yanıbaşımızdaki Suriye’de her gün hayatını kaybedenler ve savaş yüzünden sığınmacı konumuna düşen milyonlar, Israil’ in sürekli Filistinlilere karşı sergilediği agresif saldırılar, Lübnan’da geçenlerde meydana gelen kanlı patlama, kuzeyimizdeki Türkiyede ise son 4-5 ayda hayatını kaybetmiş siviller göz önüne alındığında evrensel diye tabir edilen insan hakları belli coğrafyalarda ‘hak’ belli coğrafyalarda ise ‘yok’ sayılıyor.
Batı sermayesiyle harmanlanmış ama doğu’ nun değerlerinin korunduğu bir melez sistem mevcut ve bu sistemde güçsüz olanın hakkını koruyaycak bir kurum ya da merkez bulunmuyor. Meydana gelen olaylarda örgütlü bir duruş sergilenemezken ifade ve basın özgürlüğü yok denecek kadar az. Paristeki saldırının medyada bu kadar yer bulması ve lanetlenmesi de bu yüzden. Ortadoğudaki sivil ölümler sıradanlaşırken Avrupa’da büyük tepkilere yol açıyor. Suudi Arabistanda her gün insanların idam ediliyor ama gazeteler yazmadığı ve videolar çekilmediği zaman haberdar olmuyoruz. ISİD’ in büyümesindeki en büyük etkenlerden biri de yaptıklarını görsel olarak servis etmesinden kaynaklanıyor. Onlar da medyanın gücünün farkında ve bu yolla tabiri caizse ‘namını’ yürütüyor.
Türkiye’ de ülkenin başkentinde barışcıl bir gösteri sırasında birbirini takip eden iki patlama oluyor ve yüzden fazla insan ölüyor. Ülkenin Başbakanı ise çıkıp yakın zamanda gerçekleşecek seçim için: ‘Saldırıdan sonra parti olarak oyumuz arttı’ diyebiliyor. Çoğu Avrupa ülkesinde benzeri bir açıklamanın yaratacağı tepkinin Türkiyede yarattığından çok daha fazla sert olması kesin gibi…
Sormamak elde değil: insan hayatı neden bu kadar ucuz? Bu geçen 67 yılda insanlar neden hala daha inandıkları yüzünden ölmek zorunda. Nasıl olur da bu coğrafyada güçlü olanın diğerini susturmasını, öldürmesini bu kadar kolay içselleştirebildik. Devamlı değişen bir gündemin içinde devamlı hatırlatılmadığı sürece insan hayatı çok ufak bir detay gibi gözükmekte.
Sonuç olarak evrensel insan hakları olgusunun evrenselleşemediğini söylemek sürpriz bir sonuç olmaz. Soğuk savaşın bitimiyle oluşmuş olumlu hava Bosna savaşı ile hemen dağıldı. Son 25 sene bir yandan demokratikleşme çabalarını bir yandan etnik ve dini çatışmaları içinde barındırdı ve 1948’ de hayal edilen düzenden çok uzaktayız. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin yıldönümünde çevremize baktığımızda, Antik Yunan döneminden beri tartıştığımız demokrasinin evrenselleşmesi için daha gidecek çok yolumuz var…